Bülent Usta
Önceleri gündüz kuşağı programlarında dedektifliğe soyunmuştu toplum. Birbirinden tuhaf cinayetler, ahlaki sınırları altüst eden aile ilişkileri, sapıklıklarla şaşkınlık veya heyecan içinde ekranlara kilitlenmişti insanlar. Ahlaki değerlere, toplumsal değerlere neler olmuştu böyle? Şimdi de televizyonlardaki tartışma programlarında bile küçük bir kız çocuğunun öldürülmesiyle ilgili sırlar aydınlatılmaya çalışılıyor. Kurumlara kimsenin güvenmemesi ve baskı kurarak adaletin gerçekleşmesi arzusu dışında başka bir çekiciliği var bu sırlarla dolu cinayetin. Herkes biraz Narin. Bu olayla bağ kuran herkes, boğulmuş ve dereye atılmış gibi hissediyor. Güvenilecek kimse kalmamış. Abi, amca, anne, herkes…
David Lynch’in yönettiği efsane TV dizisi ‘Twin Peaks’te öldürülen balo kraliçesi genç kız Laura Palmer’ın cesedi bulununca bir FBI ajanı kasabaya gelip cinayeti araştırmaya başlar. Tahmin edileceği gibi karşısına ‘kasabanın sırları’ çıkar, herkes şüphelidir, herkesin sakladığı bir sır vardır. Laura Palmer’ın öldürülmesi ve değirmenin yakılması, kasabada kolektif bir nevrozu kışkırtır. Dizi, kolektif bilinçdışı üzerinedir, neredeyse psikoza varan semptomlar kötü bir ruh gibi kasabada yaşayan herkese sirayet eder. Artık hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
Kolektif bilinçdışı FBI ajanı Dale Cooper’ı da etkisine alır, öyle ki ölen kız ajanın kulağına katilin adını fısıldar. Cooper, telaşla Şerif Truman’ı arar ve katilin adını bildiğini söyler ama sabah uyandığında katilin adını hatırlayamaz. Bastırma savunma mekanizması, en önemli anlarda varlığını güçlü bir şekilde sürdürür.
Zizek, ‘Gülünç Yücenin Sanatı’nda, ‘Twin Peaks’te Lynch’in mesajının, katil olan Bob’un, yani ‘kötü’nün tam kendisinin ‘iyi’nin aile babasıyla özdeş olmasıdır. Lynch, gerçeklik ve fanteziyi, yüzeyi ve bastırılmış olanı yan yana koyar diyor. Post-truth, yani hakikat sonrası diye tanımlanan bu çağda, karşı karşıya olduğumuz şey tam da bu. Güvenli bir mesafeden topluma ve aileye baktığımızda, gördüğümüz şey, tıpkı Twin Peaks kasabası gibidir güvenli, sevimli ve huzurlu. Ama Lynch’in yaptığı gibi daha yakından, hatta çok yakından baktığımızda gerçeklik farklılaşır, hatta tersine döner. Dizide olduğu gibi önce küçük sevimli bir kasabada çimleri sulayan mutlu bir Amerikalı adam görürüz, kamera yaklaştıkça çimlerin arasındaki böcekler belirir. Lynch, Amerikan çekirdek ailesinin derinliklerine cinsiyetçiliğin ve şiddetin nasıl işlediğini gözler önüne serer.
Twin Peaks kasabasındaki her genç kadında Laura’nın gölgesini görürüz sanki, çünkü David Lynch kasabadaki her insanın bu istismar ve cinayetin bir parçası olduğunu ima eder. Narin’in ölümüne gösterilen bu ilginin suçluluk duygusuyla da bir ilgisi olsa gerek.
Yaşanılan bu toplumsal histerinin tek ilacı gerçeklik gibi görünüyor. Bütün bu abartılı duygu durumlarından ve fantezilerle süslenmiş komplo teorilerinden uzak politik bir bakış açısı…
Haftaya buradan devam…