En düzenli yapıyı ise bir dönem İran bölgesinde dai olan daha sonra ise Bahreyn’e gönderilen ve bölgenin ileri gelen kabilelerinden birinin kızıyla evlenip nüfusunu oldukça arttıran Ebu Said el Cennabi’nin kurduğu Bahreyn Karmati devletiydi. Konuyla ilgili ayrıntıları Ebu Said el Cennabi’nin kurucusu olduğu Bahreyn Karmati devletini yıkılma dönemine yakın bir tarihte ziyaret eden İsmaili Seyyah Nasır-ı Hüsrev özetle aktarmaktadır. Hüsrev, kale içinde kurulan bu şehrin, Ehlibeyt soyundan gelen kişilerce istişare; yani ortak akıl ile yönetildiğini belirtiyor. Bahreyn Karmatileri’nin kurucusu olan Ebu Said el Cennabi kendinden sonra altı oğlunu yerine atamış ve ‘’Halkı adaletle yönetsinler, birbirine aykırı harekette bulunmasınlar.’’ vasiyetinde bulunmuştur. Bu altı yöneticinin aynı zamanda altı tane de danışmanı vardır. Ve bunlar ne iş yapacaklarsa birbirlerine danışarak yapmaktadırlar. Hüsrev aynı zamanda halktan vergi alınmadığını (Ülfet sistemine geçildiği için vergiye gerek kalmıyor.), bir insan işini kaybettiği, yoksul düştüğü zaman ona ortak hazineden destek olunduğunu ve bunun için herhangi bir ücret istenilmediğini, faizin ise kesinlikle yasak olduğunu belirtiyor. Şehre yabancı birisi geldiğinde kendisini idame ettirecek ve işini kuracak kadar yardım yapılıyor ve emeğe dâhili sağlanıyordu. Ayrıca Hüsrev’in aktardığına göre, üretim araçlarında özel mülkiyetin olmadığı “sosyalist” bir yapılanmanın olduğu da göze çarpıyor.
Değirmenlerde halk için un üretiliyor ve bu un halka ücretsiz biçimde dağıtılıyordu. Şehirde herkesin birbirine güvendiğini kimsenin hırsızlık yapmadığını da aktaran Hüsrev, yöneticilerin halkın arasına karıştığını, halktan birisi soru sorduğunda ya da eleştirdiğinde onlara yumuşak cevap verdiğini ve halkla aralarında uçurum olmadığını anlatıyor. Hüsrev, şehirde İranlı bir tüccar tarafından yapılan bir mescidin olduğunu ve şehir halkının Hz. Muhammed’in peygamberliğine inandığını belirtiyor. Karmatilerin şehirlerinde sadece bir mescide yer vermelerinin sebebi de, hem riyaya karşı olmaları hem de ruhban sınıfının oluşmasını engel olmak istemelerinden kaynaklanıyor.
Konu Bahreyn Karmatilerine gelmişken, Ebu Said el Cennabi’nin Abbasi Halifesi Muktedir’e yazdığı mektuba da değinmekte fayda var:
“Besmele ve Hamdüsenadan sonra, akıbet, Allah’tan korkup korunanlarındır. Allah’tan korunmaya davet eden, O’nun emirlerini yerine getirip icra eyleyen ve Resulullah’ın izinden yürüyen Ebu Said el Cennabi’den, murdar ve pislerin komutanı Abbas oğluna!
Bundan sonra, Allah, sana işlerin doğru noktasını bildirsin; aldanma yollarına sapmaktan ve bahanelerine yapışmaktan seni uzaklaştırsın. Devletin, tükenmek ve yok olmaya yüz tutmuştur. Buna karşılık, Allah’ın sevgili ordusu, galip gelmek ve seni ele geçirip boynunu vurmak üzeredir. Bu ordu, senin hükmettiğin diyarların kalelerini teker teker ele geçiriyor, surlarını yıkıyor. Saray kapına ha dayandı, ha dayanacak… Oradaki Harem’e baskın yapıp, zorla şerle içindekileri çil yavrusu gibi dağıtacaktır. Başına topladığın bunca kuvvetin de perperişan edilmesi yakındır. Tüm bunlar ortada iken, beni tehdit eden mektubun elime geçti.
Bakıyorum ki, sözlerine gönderme yaptığın yüce zevata ve ululara yalvarıp yakararak, onları zikrederek medet umuyorsun… Şunu iyi bil: Zafer kisvesini giyinmiş, gazap kılıcını kuşanmış, Arapların yardımına muhtaç olmaksızın, hiçbir münkirin kınamasından etkilenmeyip Allah yolunda yürüyen İmam; heybetli bir aslan gibi sana karşı çıkmıştır. Bu, Allah’ın lütfudur; onu, istediğine verir…
Yemin ederim ki, (Ey Abbasoğlu), nefsin seni aldatmış; eremeyeceğin makama gözünü dikip tamah edersin ve bulamayacağın mertebeyi sana hoş göstererek, seni hırslandırmıştır. Bunun için kalktın, Kâtiplerinin hakkımda görüş birliği içinde söyledikleri şeyi alıp yazdırdın; beni, kötülüklerle andın, karalayıp lekeledin ve çirkin sıfatlarla nitelendirip damgaladın. Oysa sizler, işleye geldiğiniz suçlardan ötürü sorguya çekileceksiniz.
Hacca gidenleri öldürmek, şehirleri harap etmek ve mescitleri yakmak türünden bize isnat edilenlere gelince; vallahi, bunları, her şey ayan beyan ortaya çıkıp her türlü gerekçesi oluştuktan sonra yaptım. Olanlar güneş gibi apaçıktı. Öldürttüklerimden bazıları, iyi ve salih insanlar olduklarını ileri sürdülerse de ben onların fısk-u fucur içindeki kötü insanlar olduklarını anladıktan sonra öldürme eylemine başvurdum. Dolayısıyla, kötü yolda olanlar ve yozlaşanları Allah’ın hükmüyle cezalandırdım.
Ey Abbasoğlu! Onlar adına benimle tartışmaya girip, davaya Kur’an’dan delil getiren adam! Sen ki; her türlü içkiyi zıkkımlanırsın, çalgı çalıp cengi ve rakkaseler oynatırsın; yabancı erkeklerin karşında çalıp oynamasına, gılmanların boynuna sarılıp kucağına oturmasına heveslenirsin, çeşit çeşit fisk-u fucur ve bu arada livata ile vakit geçiren kişisin. Allah’ın hangi ayetinde bu tur işlere cevaz verilip meşru kılınmıştır? Oysa ki bu işleri yapanlar; tüyü bitmemiş yetimin hakkını gasp edip el koyanlar sizin gibileridir. Her türlü haram ve gayri meşru kazanç yollarına başvuranlardır. İyi insanların camilerini yakıp yıktığımı söylüyorsun. Doğrudur; bu tür camilerin hepsini yaktırdım! Çünkü o ibadet yerine gidenlerin çoğu, Allah karşısında yalan söyleyip riyakârlık yapıyordu. Her türlü yozluğu, sapıklığı buralarda kararlaştırıp Allah Şeriatı diye gösteriyorlardı. Oralarda bizzat Allah’ın peygamberine iftira edilip, sapkın yollar meşru gibi gösteriliyordu. Böyle cami ve mescitlerden, yakılıp yıkılmaya ve viran olmaya daha layık ve müstahak hangi mekân olabilir ki? (Kur’an bu namazları Maun suresiyle lanetlemiş ve bu tarz camileri de Mescid-i Dırâr (Zarar Mescitleri) olarak tanımlamıştır. (Tevbe; 107 – 110) Ayrıca dinler tarihinde bu tarz mescitleri yıktıran ilk peygamberde Hz. Muhammed’dir.)
Beni Allah’la korkutmana gelince; doğrusu iftiralarına ve kör cesaretine şaşırdım. Allah’ı, senden daha az tanıdığımı mı sanıyorsun? Hâlbuki sen; Müslümanların mallarını, hizmetçi ve uşaklarla yağdanlıklarına veriyorsun. Senin hadım harem ağalarının adlarını, her Allah’ın günü hutbelerde okunuyor. Minberlerde çocuklar ile gılmanlara dua ettiriyorsun. Böyle yapmanı Allah mı emretmişti yoksa? Allah’a iftira mı ediyorsun?
Beni, haksız yere “Mehdi” lakabı takınmakla suçluyorsun. İyi güzel de senin ünvanın ne: Emir-ul Muminin Muğiys’billah (Muktedirbillah)! Herhalde senin aldığın o şaşaalı ünvandan daha kötü değildir Mehdi unvanı almak. Güya Muktedirbillah ünvanı taşıyorsun. Yani Allah’ın kudretine maliksin veya O’ndan güç kuvvet alıyorsun! Bak hele sen! Hangi orduyla savaşıp onu yenebildin; hangi düşmanı elde kılıç kovaladın? Dolayısıyla, sen değil Muktedirbillah olmak; olsan olsan fasıkların emiri olursun. Müminlerin emiri olmak sana yakışmaz çünkü… Hem Emir-ul Muminin lakabını taşıyıp böbürleniyorsun, hem de bazı hizmetçilerini hükümet ve devlet işlerinde görevlendiriyorsun. Hükümete işi düşen de bu yağdanlık ve hizmetçilere ‘efendim, sultanım’ şeklinde hitap ediyor. Şimdi karar ver; benim Mehdi olmam mı iyi, yoksa senin Emir-ul Müminin olman mı? Hangisi iman yoluna daha yakındır? Bir de bana bak! Kabilesi ve yakınları arasından çıkmış biriyim. Hürmet ve itaat, onlar için yaptıklarımdan kaynaklanıyor. Beni yüceltmiş, şan ve şeref vermişlerdir. Onlar sayesinde, onlarla birlikte yükseldim…
Bundan sonra beni tehditle, şimşek çakar gibi korkutmana lüzum yok. Her neye niyetlenmişsen niyetinde dur ve neye teşebbüs etme fikrinde isen, hemen yapacağını yap. Allah arkamdan bana yardımcıdır; o ne güzel Mevla’dır ve ne iyi arkadır! (Elhamdülillah ve sallallahü ala hayri’beriyyetih ve alihi ve isretih) ‘’(3)
Yukarıdaki mektupta da görüleceği gibi Cennabi, günümüzde bile hala devam eden karalamalar ve iftiralara en sert dille cevap vermektedir. Yeri gelmişken Bahreyn Karmatileri’nin Hacerul Esved’i Mekke’den alıp Ahsa’ya getirmesi konusuna da değinmek gerekir. Ebu Said el Cennabi’nin ölümünden sonra yerine geçen oğlu Ebu Tahir El Cennabi, Mekke’ye bir sefer düzenleyerek Hacerulesvedi alarak Ahsa’ya götürmüştür. Ebu Tahir’e göre bu bir tevhit hizmetidir. Ebu Tahir bu eylemini Abbasi halifesi Muktedir’e yazdığı mektubunda şu şekilde savunmuştur: ‘’ Eğer bu ‘Allah’ın evi’ dediğiniz yer, gerçekten öyle olsaydı hiç kuşkusuz gökten üstümüze ateş yağardı. Ama durum hiç de öyle değil. Biz o Kâbe’de hiç aralıksız cahiliyye haccı yapmaktayız. Gerçek şu ki, Arşın Rabbi olan Allah ne ev edinir ne de sığınak.’’ Ebu Tahir’in yaptığı bu eylemin 2. Halife Ömer’in şu sözlerinde de vücut bulduğunu görmekteyiz: ‘’Allah’a yemin olsun ki ey taş, sen sadece bir taşsın. Ne zarar verebilirsin ne yarar sağlayabilirsin. Ama Tanrı Elçisi’nin seni öptüğünü gördüğüm için sana dokunuyorum.’’ Açıkça anlaşılacağı üzere Karmatiler riyakârlığa oldukça karşı olan ve bunları yaptıkları radikal eylemlerle ortaya koyan bir harekettir. Ancak, dinlerinin temelini riyakârlık ve Allah ile aldatma oluşturanlar, Karmatilerin bu nebevi ve tevhidi eylemlerini anlamayarak onları karalama kampanyasına girişmekten geri durmamışlardır.
Karmatiler, esnafların desteğini almak ve esnafları örgütlemek için şehirlerde büyük İslami lonca sistemini kurmuşlardır. Karmatiler, bu bakımıyla aynı zamanda günümüzde Ahilik / Fütüvvet anlayışının ve lonca sisteminin de kurucularıdır. Hatta Massignon’a göre ilk İslami sendikal hareketi de Karmatiler başlatmıştır.
Din temelinde gelişen Müslüman Komünal Karmati hareketi, Orta çağ İslam dünyasında yaklaşık 150 yıl ayakta kalmayı başarmış gerek pratik anlamda gerekse felsefi ve teorik anlamda kendinden sonraki birçok harekete öncülük etmiştir.
Karmatiler; Fatimiler ve Karmatiler bölünmesinden sonra içlerinde gerek siyasi gerekse itikadi çatışmalar yaşamakla beraber, yoğun baskılar sonucunda 11. Yüzyılın sonlarına doğru etkilerini yitirmişlerdir. Şehirleri tahrip edilmiş, kitapları yakılmıştır. Karmati olduğu için esir alınanlar, işkencelerden geçirilmiş, tüm uzuvları parçalanıp şehir şehir dolaştırılmıştır. Ünlü İslam tarihçisi Taberi, Karmatilerin uzuvlarının parçalandığını daha sonra ise teşhir edildiğini ve teşhir esnasında kitlelerinde tekbir getirerek zafer naraları attığını belirtmiştir. Karmati liderlerinin vahşi bir şekilde katledilmesini Makrizi şöyle anlatıyor: ‘’Halife Muktefi Billah, kentin doğu tarafından bir idam platformu oluşturulmasını emretti. Bu platformun kenarı yirmi arşın, yüksekliği on arşındı. Platforma merdivenle çıkılıyordu. Karmatilerin önde gelenlerinden üç yüz altmış kişi platformun yanına getirildiğinde kumandanlar ve halk toplanmış bulunuyordu. Karmatiler platforma çıkarıldı. Katledilecek kişi yüzüstü yere yatırılıyor ve infaz, organların şu sırayla doğranmasıyla gerçekleştiriliyordu: Sağ el, sol ayak, sol el, sağ ayak ve nihayet kafa. Kesilen her organ, halk görsün diye platformdan aşağı atılıyordu. Bazı Karmati önderler, daha çok acı çeksinler diye ateşe kızdırılmış demir çubuklarla dağlamaya tabii tutulduktan sonra doğranmışlardır.‘’ (4)
Bu akıbete maruz kalanlardan birisi de bir Karmati daisi olan Hallac-ı Mansur’dur. Konuyla ilgili Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk şöyle demektedir: ‘’Hallac’ın, bir proleter mevali çocuğu olarak Karmatiliğin içinde olduğuna kuşkuya mahal bulunmadığını tespit etmiş bulunuyoruz.’’Hallac-ı Mansur’un yaydığı fikirler felsefi, teolojik ve sosyal anlamda Karmatilikle aynıdır. Hallac’ın şu sözleri de Karmati felsefe ile olan ilişkisini açıkça ortaya koymaktadır: ‘’Tevekkül, bir kentte yemek yemeye senden daha muhtaç biri bulunduğunu bildiğin zaman, yemek yememendir.’’ ve ‘’Allah’tan emin olan insan, yalnız başkalarının ihtiyaçlarını gidermek için kazanabilir.’’ Hallac-ı Mansur’un idam edilmesinin arkasında yatan sebep teolojik değil, siyasidir. Keza Enel Hak söylemi de teolojik bir söylem olmaktan ziyade ekonomi politik bir söylemdir. Kendini Allah’ın yeryüzündeki gölgesi ilan eden ve insanlar üzerine bir zorba olan Abbasi saraylarına, halifelerine ve kula kulluğa karşı bir haykırıştır. Özetle Hallâc-ı Mansûr’un Enel Hakk’ı siyasal, ekonomik ve sosyal bir başkaldırıdır. Bu başkaldırı, Karmatiler’in teorik eksendeki sufistik yansımasıdır. Massignon’un dediği gibi: ‘’Sufizmi politik bir güç olarak devreye sokan ilk sufi Hallac’dır.’’ Hallac, Karmatiliğin misyoneri olarak ilan edilmiş ancak Karmati suçlamasıyla değil, Allahlık iddiası ve Allah’ın insan bedeninde tecelli ettiği inanılan Hulul inancından dolayı idam edilmiştir. Böyle yapılarak Hallac’ı seven halk kitlelerinde Karmatiliğin itibar kazanmaması amaçlanmıştır.
Genel değerlendirme ve sonuç:
Orta çağ İslam dünyasında yaklaşık yüz elli yıl hüküm süren Karmatiler, Komünal toplum modeliyle İslam dünyasında bir ilki gerçekleştirdiler. Arif Temir’in deyimiyle Karmatiler, “Özel mülkiyetle mücadeleyi Allah’ın emri olarak gören’’ bir topluluktu. Kılıç ve teçhizat dışında her şey ortaktı. Herkes emeğinin karşılığını ortak bir noktaya getiriyor ve o noktadan herkes ihtiyacına göre yararlanıyordu. Yani herkesten yeteneğine göre alınıyor, herkese ihtiyacına göre dağıtılıyordu. Böylelikle toplumda yoksul kalmıyor ve sınıflar ortadan kalkıyordu. Karmatiler, kurdukları yeryüzü cennetinde yaklaşık bir buçuk asır yaşadılar. İsmaililiğin reformcu (Fatimiler) ve komüncü (Karmatiler) ayrışmasından sonra ciddi kayıp yaşayan Karmatiler, bu sefer eskiden yoldaşları olan Fatimilerle mücadele içine girdiler. Bu mücadele esnasında Abbasilere doğrudan tavır almayı bırakarak tüm güçlerini Fatimiler üzerine yönelttiler. Bu durum Karmati savaşçılarında çok ciddi yılgınlıklara sebep oldu. Bununla beraber ‘’Karmatileri öldürmek, kâfir öldürmekten daha sevaptır.’’ şeklinde fetvaların verilmesi geniş Sünni topluluklarda büyük yankı uyandırarak Karmatiler üzerindeki baskıları yoğunlaştırdı ve böylece Karmatiler 11.yüzyılın sonlarına doğru siyasi ve askeri anlamda etkilerini yitirdiler. Ancak Karmatiler’den kalan bu pratik ve teorik miras kendinden sonra da birçok isyanda vücut buldu. Özellikle Anadolu topraklarında gerçekleşen Babailer ve Şeyh Bedrettin ayaklanmaları, Karmati ayaklanmasının büyük bir izdüşümüdür. İsimleri ve hareketleri her zaman ‘’Zındıklık, sapıklık, kâfirlik ve dinsizlik’’ olarak anıldı. Sünni anlayıştaki bu tarz karalayıcı düşüncelerin temeli ise Gazali’ye dayanmaktadır. Gazali’nin İsmaili felsefeyi yermek (!) maksadıyla Nizamulmülk’ün yoğun ısrarları üzerine yazdığı eseri olan” Fadaihu’l-Batınıyye ve’l Fadailü’l-Müstazhiriyye: Batınilerin Rezillikleri ve Halife Müstazhır’ın Faziletleri” adından anlaşılacağı üzere hakikat için değil, sarayı hoşnut etmek için yazılmıştır. İçeriğinde çok sayıda çelişki ve iftira barındıran bu eser,” ilim ve hakikate hizmet gayesiyle değil, egemenliği elinde tutan gücün hatırı için”(5) yazılmıştır. Gazali tarafından ortaya atılan iddialara cevap, İsmaili bir dai olan Ali bin Muhammed bin Velid tarafından kaleme alınan” Dâmiğu’l-Bâtıl ve Hatfu’l-Munâdil” adlı eserde verilmiştir. Karmatilerin yaptığı tüm değerleri tersine çevrilmiş bir dünyada doğrunun peşinden gitmekti ve doğal olarak resmi tarih tarafından ‘’Yeryüzünün lanetlileri’’ ilan edildiler…
E-Mail: [email protected]
_________________________________________________
Kaynakça:
1- Daftary, Farhad, İsmaililer, Alfa Basım Yayım, İstanbul, 2017.
2- Sarıçam, İbrahim, Emevi-Haşimi ilişkileri, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2008.
3- Öztürk, Yaşar Nuri, Enel Hak İsyanı Hallac-ı Mansur, Yeni Boyut, İstanbul, 2011.
4- Bulut, Faik, İslam Komüncüleri Karmatiler, Berfin Yayınları, İstanbul, 2014.
5- Kaygusuz, İsmail, Aleviliğin Doğuşu, Su Yayınları, İstanbul, 2005.
6- Ekinci, Abdullah, Ortadoğu’da Marjinal Bir Hareket Karmatiler, Odak Yayın Evi, Ankara, 2005.
7- Demirci, Mustafa, Siyah Öfke, Çizgi Kitabevi Yayınları, Konya, 2017.
8- Husrev, Nasır-ı, Sefername, Milli Eğitim Basımevi, Çeviren: Abdülvehap Tarzi, İstanbul, 1967.
9- Hammadi, Muhammed, Bâtıniler ve Karmatilerin İç Yüzü, Sebil Yayınevi, İstanbul, 2004.
10- Demirci, Mustafa, İslamın İlk Üç Asrında Toprak Sistemi, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2003.
11- Özkan, Mustafa, Emeviler Döneminde İktidar-Ulema İlişkisi, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2015.
12- Ensari, Tamim, İslam’ın Bakış Açısından Dünya Tarihi, Pegasus Yayınları, Çeviren: İlker Şahin, Çağrı Sümengen, İstanbul, 2015.
13- Clot, Andre, Harun Reşid ve Abbasiler Dönemi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Çeviren: Nedim Demirtaş, İstanbul, 2007.
14- Mesudi, Altın Bozkırlar: Muruc Ez- Zeheb, Selenge Yayınları, Çeviren: Ahsen Batur, İstanbul, 2005.
15- En- Nedim, Muhammed bin İshak, Çıra Yayınları, Çeviren: Mehmet Yolcu, Sabri Türkmen, İstanbul, 2017.
16- Kolektif, İhvan-ı Safa Risaleleri, Ayrıntı Yayınları, Çeviren: Kolektif, İstanbul, 2014.
Dipnotlar:
1- Faik Bulut, İslam Komüncüleri Karmatiler, Berfin Yayınları, İstanbul, 2014, s. 125-126.
2- Abdullah Ekinci, Ortadoğu’da Marjinal Bir Hareket Karmatiler, Odak Yayın Evi, Ankara, 2005, s. 267.
3- Muhammed Hammadi, Batıniler ve Karmatilerin İç Yüzü, Sebil Yayınları, İstanbul, 2004, s. 114-121.
4- Yaşar Nuri Öztürk, Enel Hak İsyanı Hallac-ı Mansur, Yeni Boyut, İstanbul, 2011. s. 220.; Aktarılan yer: Makrizi, İtti’azu’l-Hunefa, s. 1/234-235.
5-Alıntılayan: Öztürk, a.g.e., s. 138.; Aktarılayan yer: Ârif Tâmir, Damiğu’l Batıl’a önsöz, 17.