Gerçekten adabı olan bir siyasi sistemimiz olmuş olsaydı, şu on gün içinde olan bitenlerden Baykal’ın genel başkanlıktan düşürülmesi hamlesinin nasıl adil olmayan bir siyasi rekabet hikâyesi olduğuna bakıp isyan edebilirdik.
Kurultaya iki hafta kalmışken, özünde belki de “İSKİ” skandalına benzeyen bu olayın tetiklediği diğer gelişmeler, sonuçta Deniz Baykal’ı kendi rızası olmadan genel başkanlık yarışından çekilmek zorunda bıraktı.
Eğer kasetten sonra gelen istifa, partide kurultayın ertelenmesi ve iddia edildiği gibi kasetin “imal edilmiş” bir kaset olduğuna ilişkin araştırmaların netleştirilmeye çalışılması gibi bir sürece yönelseydi, o zaman bu olan bitenlerden illa da bir “komplo” kokusu yayılmazdı.
Ama öyle olmadı. İstifa ile gelen olaylar, Baykal’ın en yakın arkadaşı Önder Sav’ın (53 yıllık arkadaşı olarak) Baykal’dan habersiz Kılıçdaroğlu’na işaret etmesi birden bire basından da gelen büyük destekle durumun tersine çevrilmesini sağladı.
Bu, gerçekten düzenlenmiş bir komplo muydu yoksa birçok farklı iradenin üst üste gelmesiyle oluşan bir durum muydu oldukça tartışma götürür bir mesele. Başka kanıtlar ortaya çıkmadıkça da bunu anlamak zor.
Ne ilgisi var demeyin ama şirketler dünyasında bile iki şirketin birlikte davranarak rekabeti bozmaları ekonomik olarak adaletsiz davranmaları anlamına gelir ve bütün dünyada olduğu gibi bizde de bu tür davranışlar 4054 sayılı Rekabeti Koruma Kanunu kapsamında cezalandırılır.
Ama ne var ki bu şirketlerin birlikte davranışları belirli bir “anlaşma” çerçevesinde mi olmuş, yoksa aralarında hiçbir ilişki olmadığı ve her biri kendi çıkarına öyle geldiği için davrandığı halde kendilerini birlikte “uyumlu” bir eylem içinde mi bulmuşlar sorunu, bu tür davaların da içinden çıkmakta zorlandıkları bir sorundur.
Çünkü ortada bir anlaşma olmadığı halde kendi çıkarları doğrultusunda diğerleriyle bir “uyumlu eylem” içinde olarak rekabeti bozanları, aralarında bir “anlaşma” yaparak bozanlardan nasıl ayırt edilebiliriz ki?
Kısacası demek istediğim, Baykal’ın gidişi Kılıçdaroğlu’nun gelişi bilinçli bir komplonun varlığıyla mı ilgili, yoksa kendi çıkarları ve konumları doğrultusunda davranan insanların çıkarlarının ve durumlarının birbirleriyle uyumlu olmasıyla mı ilgili olduğunu ayırt edebilmek zor.
Ama kesin olan bir şey varsa kaset ve istifa ile ortaya çıkan durum Baykal’ı siyasetten düşürmek isteyen farklı çevrelerin çıkarlarıyla da uyuşmuştur.
Tabii ki buradan Baykal’a bir sempati üretmek gibi bir niyet içinde olduğum düşünülmesin. Yalnızca söylemek istediğim, olan bitenlere biraz dışarıdan bakınca görülenin her geçen gün “bilinçli” ya da “bilinçsiz” de olsa daha çok bir “komplo”yu andırdığı.
Bunun önemi ise “yarın yeni bir gün olacak” diyenlerin böyle bir başlangıçla inandırıcılıklarını kaybetmiş olarak “yarına” başlıyor olacakları. Bu nedenle de samimi olarak CHP’den “siyaset” talep eden, siyaset bekleyen çevrelerin bu beklentilerinin gerçekleşme olasılığının çok düşük olduğu.
Ayrıca, Türkiye’de siyasetin çözmesi gereken Kürt sorunu, Alevi sorunu, başörtüsü sorunu, yoksulluk ve işsizlik sorunu gibi sorunlar CHP’den siyaset talep edenlerin talepleri arasında mıdır tam olarak bilmiyorum ama bugüne dek Kılıçdaroğlu’nun söylemlerinden bunları görememiş olmam bana yeni dönemin de eskisinden farkı olmayacağını düşündürüyor.