Körfez’de yaşanan son krizin tek olumlu yanı, Türkiye’nin ‘Sünni ittifak’ meylinden kurtulması oldu. ‘Sünni ittifak’ denilen İran’a karşı kamplaşma, mezhep bahaneli savaş zemini idi. Bu tehlike hâlâ var ama hiç olmazsa yaşananların, dinle, mezheple alakalı değil, kirli iktidar ve rekabet mücadeleleri olduğu iyice ortaya döküldü. İslami kesim hâlâ, bu olanlar karşısında tutum almakta zorlanıyor, Suudi Arabistan küstürülmek istenmediği için, Birleşik Arap Emirlikleri krizin merkezine konuluyor.
Oysa, hepsi ve dahi Katar aynı tartıda tartılacak siyasi aktörler. Üzerine oturdukları doğal zenginliklerin komisyonculuğunu yapmaya razı oldukları sürece iktidarlarını koruyabilecek, lüks hayatlarını sürdürebilecek bir avuç asalak aileden ibaret. Hiçbir şey üretmeyen, hazır buldukları servetleri Batı ülkelerine yatırmak, onlardan silah alarak iktidarda kalma borçlarını ödemek durumunda olan, ülkelerini zorbalıkla yöneten, çalıştırdıkları yabancıları en basit insan haklarından mahrum eden insanlık fukarası düzenler. Bunları Türkiye ve İran gibi ülkeler ile karşılaştırmak, ona göre hesap yapmak büyük hata olur.
Şimdi diğerleri ile başı belaya giren Katar’ı “bağımsız siyaset izlediği; İran ile yakınlaştığı için cezalandırıldığını” iddia ederek allayıp pullanmaya çalışılan Katar’ın sicilinden daha önce kısaca söz etmiştim, yerim dar, o konuyu daha fazla uzatamayacağım. Ama, Suriye’de İran hattına karşı çevirdiği işler, Libya müdahalesinde sergilediği işgüzârlıklar ve dahi Bahreyn’de Arap Baharı hareketlenmesini bastırmak için Suudi Arabistan’ın öncülüğünde gerçekleşen dış müdahaleye dahil olduğunu bir kez daha hatırlatmakta fayda var.
Sonuçta, kısaca, Katar kendisine ait olmayan bir gücü olduğunu vehmedip büyük işler çevirmeye girişti denilebilir. Malum, Obama’nın ikinci döneminde ABD’nin Ortadoğu ve münhasıran Suriye ve Mısır politikası değişti, ama ABD öncülüğünde Suriye’de vekâlet savaşları ve rejim değiştirme işlerine girişenler, bu değişime farklı tepki verdiler, Mısır, Suriye, Libya ve Yemen’de ve hatta Tunus da birbirleri ile rekabete ve çatışmaya giriştiler. Katar, türlü hesapla, Müslüman Kardeşler ekseninde siyasi çevreleri, savaş sahalarında da farklı İslami grupları desteklemeye devam etti. Tüm bunlar olurken yeni ABD Başkanı Trump, sahaya, damadı ve danışmanı Kushner rehberliğinde, yeni bir Ortadoğu projesi ile girdi. Bu feci bir proje kısaca özetlersek şöyle: İran karşıtlığı ekseninde Suudi Arabistan başta olmak üzere Sünni Arap rejimlerini İsrail ile yakınlaştırmak, bu uğurda İran’a karşı yeniden saldırgan siyasete dönmek, mezhep savaşı kılıfı ile yeni ittifaklar örgütlemek.
Suudi Arabistan’ın yeni veliahtı Selman da bu işlere çok hevesli, daha doğrusu çok hevesli olduğu için önü bu kadar açılmış vaziyette. Takdim edildiği gibi ‘genç reformcu’ falan değil, içerde göstermelik bir iki sözde özgürlük vaadinin arkasında, Suudi gücünü pekiştirmek hayali peşinde, Trump-Kushner projesine gönüllü yazılıp Ortadoğu’yu yeni bir felakete sürükleyecek siyaset çizgisinde.
Kısacası, Ortadoğu’yu yeni felaketler bekliyor ve bu arada Türkiye’nin bu tabloda nasıl yer alacağı belirsiz. Bu netameli gidişin ucu Türkiye’ye varacak telaşı ile, Katar’ın ardında hizalanmanın anlamı yok. Sadece, Katar sütten çıkmış ak kaşık olmadığı için değil, aslında Katar’ın kendine ait bir güce sahip olmadığı için. Biraz zorlanırsa, Şeyh değişir, devran döner, zaten hep böyle olmuş. Katar’ı Ortadoğu sahnesine çıkaran Şeyh Hamad bin Halife, 1996’da babasına karşı darbe yaparak başa gelmişti, sonra 2013’te, ‘Arap Baharı’nın Mısır’ eksenli geri tepme aşamasında iktidarı oğlu Tamim’e bırakmak zorunda kaldı. Yeni şeyhin ilk yaptığı, tam o sıralarda Müslüman Kardeşler iktidarını deviren Genelkurmay Başkanı Sisi’ye tebrik mesajı göndermek oldu. Şimdilik bu kadar, benden hatırlatması!