Rejime karşı olmak muhalefet için hâlâ en önemli, belki de tek yapıştırıcı unsur. O yüzden tek adam yönetimine karşı yapılacak her çağrı, her program Saray’ın tüm hesaplarını bozacak güçte kalmaya devam ediyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair iktidar cenahından şimdiye kadar iki net mesaj geldi. Birincisi “Adayımız Erdoğan”, diğeri ise “Seçim tarihi Kasım 2027” şeklindeydi. Cumhur İttifakı’nın siyasal ve ekonomik alandaki tüm hazırlıklarını da bu açıklamalara uygun şekilde yaptığı anlaşılıyor.
Erdoğan, son bir haftada kamuoyuna üç ana başlık sundu. Dikkatli okurların gözünden kaçmamış olabilir ancak yine de tekrar etmekte fayda var:
• “Milletin takdiriyle geldiğimiz bu koltuklarda ebediyen oturacak değiliz. Emr-i hak vaki bulduğunda kara toprağa döneceğiz.” → Ölene kadar başkanlık koltuğunda kalacağım.
• “Başkomutan olarak sana sesleniyorum, ayağını denk al.” → Muhalefete aman vermeyeceğim, baskı devam edecek.
• “Uzattığımız elin havada bırakılması veya ısırılması halinde de demir yumruğumuzu daima hazır tutuyoruz.” → Öcalan açılımı işime yaradığı sürece devam edecek.
Bu açıklamalar ışığında, Erdoğan Kasım 2027’ye kadar nasıl bir yol izleyecek, hangi konuları ön plana çıkaracak?
ÖCALAN AÇILIMIYLA NEYİ HEDEFLEDİLER?
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “Bir yılı aşkın süredir üzerine çalışıyorlardı.” dediği Öcalan açılımı, mektubun okunduğu 27 Şubat tarihiyle resmileşti. Hiç kuşku yok ki çağrının, silah bırakma ve örgütün kendini feshetmesi gibi siyasal-toplumsal alana pozitif etki edecek yönleri var. Bu anlamda demokrasi için daha büyük bir mücadele döneminin başladığı da ifade edilmelidir. Diğer bir boyutu ise Türkiye’nin, başta Suriye olmak üzere, Ortadoğu’daki sıkışmışlığını aşma çabasının bir parçası olmasıdır.
Bu iki başlığın detaylı tartışmasını gazetenin diğer sayfalarına bırakarak, Erdoğan’ın yol haritasındaki anlamına odaklanalım.
Cumhur İttifakı, Türkiye’de azınlığa düştüğünden bu yana iki alana yoğunlaştı: Birincisi muhalefet blokunu dağıtmak, ikincisi ise dağılan bloktan bazılarını yanına çekmek. Öcalan açılımı, Erdoğan için her iki hedefe de ulaşma potansiyeli taşıyan bir anahtar olarak görülüyor. Önümüzdeki iki yıl boyunca Öcalan’a umut hakkı, PKK’nın kongre toplaması, yeni anayasa taslaklarının hazırlanması gibi birçok konu Türkiye’nin gündeminde olacak. Bazen bu başlıklarda kısmi gelişmeler yaşanacak, bazen tıkanmalar olacak, bazen de Binali Yıldırım’ın açıklamasında olduğu gibi “yol kazaları” yaşanacak. Ancak sonuç olarak, Türkiye’de önümüzdeki iki yıl boyunca bu konu gündemin ilk maddelerinden biri olacak.
Gündemi belirleme dışında, Erdoğan’ın bugünden itibaren en büyük beklentisi, Kürt siyasetinin muhalefetin bir parçası olmaktan vazgeçmesidir. Aslında “Atılacak adımlara bakacağız.” derken bile PKK’dan çok DEM’e seslendiğini söylemek lazım. Kürt siyasetinin bir yandan iktidarla müzakere ederken, diğer yandan da “Seni başkan yaptırmayacağız.” politikasına devam etmesinin zorluğunun farkında olan Erdoğan, önemli bir avantaj yakaladığını düşünüyor. Öcalan açılımıyla kritik anlarda kendisinin yanında ya da en azından tarafsız bir Kürt siyasetinin varlığını kesinleştirmek istiyor. Örneğin, Erdoğan için başkanlık yolunun anayasa değişikliğiyle açılması zor görünüyor. Ancak 27 Şubat itibarıyla herhangi bir tarihte yapılacak erken seçime DEM’in “hayır” deme ihtimali oldukça azaldı. Tek başına bu durum bile Erdoğan’a plan yapabilme rahatlığı veriyor.
Öcalan açıklaması sonrası siyasal alanda yaşanacaklar sadece DEM ile AKP ilişkisini değil, aynı zamanda muhalefet partilerinin ve hatta muhalif figürlerin birbirleriyle olan ilişkisini de etkileyecek. İmralı’dan gelen mektubun okunduğu gün, Ankara’nın Mansur Yavaş’ın talimatıyla bayraklarla donatılması hamlesi bile yeni durumu özetler nitelikte.
EKONOMİDE İŞLER NASIL GİDİYOR?
Yazının son bölümünde siyasal alana tekrar döneceğiz. Ancak seçime giderken AKP için en önemli başlıklardan biri de ekonomiyi atlamamak gerekir.
Halk büyük bir yoksulluk ve sefalet içinde. Toplumun her kesiminden tepki var. Erdoğan’ın bu sorunlara gerçekçi bir çözümü yok. Tüm bunlar doğru. Ancak uygulamak istediği yöntem, daha önce denediği formülden farklı değil: “Halktan aldıklarının bir bölümünü yandaşa dağıtırken, diğer kısmını da seçimde kullanmak üzere biriktir.”
Erdoğan, seçim yaklaştıkça para dağıtmak için yüksek faizle borçlanmak da dahil olmak üzere her yolu deneyecek. Görünen o ki 2025 yılını ekonomik anlamda “gözden çıkarmış” durumda. Siyasal gelişmelere göre 2024 ve 2025 yıllarında biriktirdiği kaynakları ne zaman kullanacağına karar verecek.
Erdoğan’ın güvendiği nokta, ekonomik krizin ciddi örgütsel bir tepkiye dönüşmeyecek olması ve halkın seçimdeki ruh halini, sandıktan önceki son altı ayın belirlemesi. Tabii bu, Erdoğan’ın hesabı…
YENİDEN SEÇİLMESİ KAÇINILMAZ KADER Mİ?
Muhalefeti parçalama hamlesi, baskının artması, halkta yayılan umutsuzluk, muhalefetin içe kapanması ve çözüm üretmekteki yetersizliği gibi etkenlerin üzerine son gelişmeler de eklenince, Erdoğan’ın önünde engel kalmadığı algısı oluşabilir.
Ancak bunun sadece Saray hesabı olduğu unutulmamalı. Erdoğan ve onun siyasetinin ekonomik ve siyasal alanda çok önemli açmazları var. Cumhur İttifakı, tarihin akışına, insanlığın birikimine ve her şeyden önce Türkiye’de yaşayan 85 milyonun büyük çoğunluğuna karşı mücadele ediyor. Halkın büyük çoğunluğunun reddettiği, uzlaşmak istemediği, alternatifini aradığı bir sistemi ve yönetim biçimini dayatıyor. Bu dayatma ve uygulamalar, toplumun önemli bir bölümünün muhalefet blokunda kalmasına neden oluyor.
Rejime karşı olmak muhalefet için hâlâ en önemli, belki de tek yapıştırıcı unsur. O yüzden tek adam yönetimine karşı yapılacak her çağrı, her program Saray’ın tüm hesaplarını bozacak güçte kalmaya devam ediyor.
Muhalefet, “tek adam rejimi değişmeli” maddesini birinci sıraya koydukça, Saray’ın seçim de dahil hiçbir şeyi kazanma şansı yok. Bu koşullarda bile.