Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin “İran’a yaptırım” kararı almasının, İran’ı caydıran pratik sonuçlar doğurmasını beklemek gerçekçi değildir. Esasen bu kararın mimarı olan ABD ve Avrupa da buradan çok ciddi maddi sonuçlar beklemiyorlar. ABD başkanının ve dışişleri bakanının karar sonrası yaptıkları açıklamalar da, “İran’ı müzakere masasına çekmek”, “etkili bir mesaj vermek” olarak yorumlandı. Bununla birlikte ortaya, provokasyona uygun bir ortam hazırlayan siyasi bir belge çıkmıştır.
Ekonomik ve askeri özellikler taşıyan karara göre İran’a giden nakil araçlarında silah araması yapılabilecek, uluslararası banka faaliyetleri izlenecek ve 40 İran şirketi kara listeye alınacak. Özellikle İran Devrim Muhafızları’nın da aralarında bulunduğu kurum ve kişilerin kara listeye alınması, şu anda zaten uluslararası ekonomik faaliyetler bakımından kısıtlı ve yer yer ambargolu durumda bulunan İran için sıkıntılı durumlar yaratabilir.
Ancak kararın İran’dan ötesini ilgilendiren bölgesel ve özellikle Türkiye’yi ilgilendiren boyutları var. İran’a yönelik yaptırımlar uygulanacaksa, Türkiye’nin bu yönde BM’nin zabıtası gibi davranması beklenecektir. “Şüpheli” bir uçağın Türkiye hava sahasında indirilmesi, gemilerin durdurulup aranması, karayolunun kesilmesi gibi inzibati görevleri yerine getirmesi için baskı yapılacaktır.
Türkiye kağıt üzerinde bu kararlara uymak zorundadır. “Hayır” oyu vermiş olması durumu değiştirmiyor.
Bu noktada sorun yalnızca İran’a yönelik birtakım baskı tedbirleri alınmış olmasının ötesine geçerek, bütün bölgeyi etkileyecek bir dizi gelişmenin kapısı açılmış olmaktadır.
Bu karar, aslında İsrail’in bir başarısıdır ve bundan sonraki gelişmeler bakımından ele alınırsa, emperyalistlerin bütün bir Ortadoğu üzerindeki hesaplarının bir parçasıdır.
Bu açıdan bakılınca, Türkiye’nin Brezilya ile birlikte başlattığı müzakere yoluyla çözüm planının önemli ölçüde anlamsızlaştığı düşünülebilir. Davutoğlu’nun ve Erdoğan’ın büyük bir gösteri haline getirdikleri bu girişim, beklenen sonuçları doğurmamış ve BM Güvenlik Konseyi tarafından “ciddi” bulunmadığı açığa çıkmıştır. Çünkü başta ABD ve Fransa olmak üzere bunun ciddi bir eylem olması zaten istenmiyordu. İran’a karşı takınılacak tavır konusunda farklı bir yol öneren Brezilya-Türkiye iş birliği, söz konusu güçler açısından kendi konumlarını tartışmaya sokmakta ve İran sorununu da aşan sonuçlar vaat etmekteydi. “Komşularla sıfır sorun” hedefiyle, komşulardan birinin üzerinde uygulanmak istenen önlemlerin zabıtası olmak, birbiriyle uzlaşamaz iki uçtur. Bu durumda Davutoğlu, diplomasinin “derin strateji” hedefi omurgasından mahrum kalacaktır.
Gazze’ye giden yardım gemilerinin saldırıya uğramasıyla bu karar arasında önemli bir ilişki bulunduğunu söyleyebiliriz. Her şeyden önce İsrail, bu eylemiyle İran’a herhangi bir yük götüren herhangi bir gemiye karşı nasıl davranacağı konusunda tartışmaya yer bırakmayan bir örnek göstermiştir. Şimdi artık elinde Birleşmiş Milletler’den çıkmış kapı gibi sağlam bir hukuki gerekçe de vardır. Barışçı amaçlarla yola çıkmış sivil bir gemiye bunu yapan, başka bir “şüpheli” gemiye neler yapmaz ki?!.
Hint Okyanusu’nda ve İran Körfezi’nde gemiler gezdiren İsrail ve aralarında İngiltere’nin de bulunduğu diğer emperyalistler için bu karar her an patlatılabilir bir barut fıçısı özelliği taşımaktadır.
Akdeniz’den başlayıp Kızıl Deniz’i, Hint Okyanusu’nu ve Fars Körfezi’ni kapsayan geniş bir alanda, sular fena halde ısıtılıyor.
Evrensel