- LÜGAT YÖNÜNDEN KURBAN
Gurb, “uzaklık, uzaklaşma” anlamındaki bu’d’un zıttı olup “yakınlık, yakınlaşma, yaklaşma, yakın olma” anlamlarındadır. Gurb fiilinin masdarı olan gurbân(un) zaman, mekân, konum/mevki, ünvan, güç, hısımlık ve gözetme/koruyup kollama anlamlarında bir yakınlıktır. Gurbân(un),[1] kişiyi başkalarına ve diğer varlıklara yakınlaştıran her türlü araçtır. İki şey arasındaki yakınlığa veya iki şeyin birbirine yaklaşmasına mugâbere(tün), dolmaya yaklaşan su bardağına gadehun garbânu, bir erkeğin kadına cinsel ilişki için yaklaşmasına gurbânu’l-mer’eti, suya yaklaşan adama raculun gârib(un), doğumu yakın olan hamileye mugrib,[2] bir kimsenin hizmetleri nedeniyle krala yakınlaşmasına gurbânu’l-melik denir. Değer, mevki ve itibar kazandıran bir şeye yaklaşmak için o şeyin peşine düşmeye tegarrub denir.
“Şu ağaca yaklaşmayın.”[3] âyetinde mekansal yakınlık, “Onlar reglden çıkana kadar onlarla cinsel yakınlık kurmayın.”[4] âyetinde bedensel yakınlık, “Devrim yaklaştı.”[5] âyetinde zamansal yakınlık, “Yakınlık sahipleri, öteki yakınlar, uzaktan yakınlar, uzak akrabalar.”[6] âyetinde hısımlık dahil olmak üzere geniş akrabalığa dayalı yakınlık, “Öyle bir çeşme ki ona ancak toplum vicdânına yakın olanlar içer.”[7] âyetinde konum, mevki ve değer yönünden yakınlık;[8] “Ben kesinlikle çok yakınınızdayım, beni uzağınızda hissetmeyin.”[9] âyetinde koruyup kollama ve gözetleme yönünden yakınlık, “Ona şah damarından daha yakınız.”[10] âyetinde güç yönünden yakınlık kastedilir. Ayrıca “Yetimin malına yak(ın)laşmayın.”[11] âyetinde[12] mala ellemeyin, hakka dokunmayın anlamı kastedilir. Bu âyetlerin hiçbirinde g-r-b fiilinden türemiş kelimeler bir hayvan kesmekten bahsetmez.[13]
İki şey arasındaki mesafe yakınlığına dünüv denir. Bu nedenle “Evi yakındır.” derken dâru-hû dâniyetun, “Ziyâret yeri yakındır.” derken mezâru-hû dânin denir. Gurb ise hem mesafe yönünden hem de başka yönlerden yakınlığı belirtir. Bu nedenle “O kalben yakındır.” derken huve garîbun bi-galbi-hî,[14] “Kalplerimiz birbirine yakındır.” derken gulûbu-nâ tetegârebû[15] denir.
Gurbân, küfrân (nankörlük etmek) ve şükrân (teşekkür etmek) gibi bir mastardır; kişiyi başkalarına yaklaştıran, kişiler arasında yakınlık oluşturan iyilik, ikram, cömertlik, doğruluk ve şefkat gibi[16] şeylerin tamamıdır.[17]
Bir kimseyi bir şeye yaklaştıran şeye bi-gurbân(in), akrabalık yoluyla yakın olmaya magrube(tin) denir.[18]
- KUR’AN’DA KURBAN VAR MI?
Vicdân elçisi Muhammed ve Kur’an sıfırdan bir kültür inşa etmedi, hazır bulduğu toplumu kendi gerçekliği içinde yararlı eylemlere yönlendirdi, temelleri eskiden atılmış ancak üstü küllenmiş devrimci atılımları sürdürdü. Burada kurban konusunda yasa koyucu Mûsâ ve müjdeci İsâ’ya ait devrimci adımların Kur’an’da ne oranda takip edildiğini araştıracağız. Ancak âyetleri incelerken geleneksel mezhepçi önyargılarla örülmüş ve hadis rivayetleriyle kımıldayamaz hale getirilmiş çevirileri öncelikle özgür bırakarak ve tarihsel bağlamı içinde ve Arap lügatının ana eserleri çerçevesinde tercüme edeceğim. Buna teolojinin jeo-politiği veya jeo-politik teoloji denir.
- 1. Nahr
“Seni besleyip büyüten ve eğiten halkınla dayanışma içinde ol, yoksul ve açları doyur, zorluklara karşı göğsünü siper et; işleri zamanında ve tam yap.”[19] âyetinde geçen nahr,[20] isim halindeyken “göğüs, gerdan” anlamına gelir. Ancak mastar olarak kullanıldığında “elini göğsüne değdirmek, göğüslemek, göğüs göğüse gelmek, deveyi göğsünden kesmek” anlamlarına gelir.[21] Burada geleneksel kurban bayramının olmazsa olmazı olan bir hayvan kesimi âdetinden hiç söz edilmiyor. Şafiî mezhebi bu nedenle nahr’ı hayvan kesme olarak değil ellerin namazda göğüs hizasına götürülmesi olarak kabul eder. Bu âyet duyurulduğunda Mekke’de kurban bayramı diye bir ritüel yapılmamıştır. Medîne’de kurban bayramı diye bir bayram hiç kutlanmamıştır. Hakkı Yılmaz’ın da tespitine göre bu ayetler Mekke’de bilindiği yıllarda Medineli olan Mâide 2, 95 ve 97. âyetleri ile Bakara 196 ve Fetih 25. âyetleri ortada yoktu. Bunlara rağmen gelenekçi yaklaşım nahr ile hedy’i birbirine karıştırmıştır.[22] Dilci Râğıp el-İsfehânî de nahr’ı “boğazı kesme, işi sağlam yapma, işi tam zamanında yapma, eli göğüs hizasına götürme, göğüs germe, göğüsleme”[23] biçiminde açıklayarak Tanrı’nın istediği bir topluca hayvan kesme töreninden asla bahsetmemiştir.
- 2. Behîmetü’l-En’âm
“Tüm insanları Kâbe’yi ziyaret etmeye çağır. Bineği olanlar binekleriyle, yaya olanlar da yaya biçimde uzak ve yakınlardan davetine katılsınlar.[24] Davetine katılanlara Kâbe’yi ziyaret etmenin ne gibi yararlar sağladığını göster, herkes bizzat yaşayarak görsün. Ziyaretin gerçekleştirildiği o bilinen günlerde Kâbe’ye bağışlanmış olan koyun, inek, manda ve deve gibi eti yenen dört ayaklı hayvanların etlerinden yiyin ve yoksulları doyurun.”[25] âyetlerinde geçen behîmetü’l-en’âm koyun, inek, manda ve deve gibi eti yenen dört ayaklı hayvan sürüsüne denir.[26] Kâbe’ye malların getirilmesi Sümerlerden beri devam eden tapınağa bağış geleneğidir. Tapınağa bağışlanan mallar Tanrı malı kabul edilmesiyle kamu malı konumuna gelirdi. Çünkü Tanrı kamu demektir.[27] Bu âyetlerde hac’da kurban kesme ritüelinden bahsedilmiyor. Ziyarete gelenlere et ikram edilmesinden bahsediliyor. Hac zamanında hayvan kesmek Kâbe ziyaretinin bir şartı değildir, ziyaretçiler ve yoksulların doyurulmasından başka bir şey de değildir.
- 3. Şiar ve Beyt-i Atîk
“Sözün özü şudur: Kim kamunun değerlerini temsil eden sembollere gereken saygıyı gösterirse toplumsal görev ve sorumluluk bilinci taşıyor demektir.[28] Değer verdiğiniz simgeler, önemsediğiniz semboller bir süreliğine size yarar sağlar. Ancak sembollerin ulaştırması gereken yer özgürlük anıtıdır. Çünkü orası insanlığın en eski çözüm yeridir.”[29] âyetlerinde Allâh’ın şe’âiri[30] tamlaması geçer. Bu âyet bağlamı içinde hac mevsimindeki Kâbe ziyaretiyle ilgilidir. Kâbe’ye gelenlerin Mekke’deki sembolik yerleri gezmesi ve gereken saygıyı göstermesini istenir. Şi’ar, genelde savaş işareti için kullanılırken sembol, simge, amblem ve slogan anlamı kazanmıştır. Bu nedenle şuurun bir yansıması kabul edilir. Anıt, bina, bayrak, flama, renk, desen biçimindeki sembolleştirmeler birer şi’ardır. Örneğin sarı-lacivert renkler Fenerbahçe, siyah-beyaz renkler Beşiktaş, mavi özgürlük, siyah hüzün, beyaz saflık, kızıl şiddet şiarıdır. Kâbe, insanlığın mağaradan eve girişi, Safa ve Merve tepeleri kadın-erkek arasındaki direk ilgi, ihram eşitlik, şeytan taşlama yeri olan Mina öfke kontrolü, ikinci vakfenin yapıldığı yer olan Müzdelife düşünceyi hayatın merkezine yerleştirme, tavaf ev, aile, ahlâk, hukuk ve birliktelik etrafında bir yaşam kurma şiarlardır. Yani bir bilincin/şuurun somutlaşmış sembolleridir. Bu sembollere gösterilen saygı onların temsil ettiği değerlere saygıdır. Hac, bütünüyle düşünüldüğünde belli günlerde yapılan bir törendir. Bu törende mekânların gezilmesi, her mekânda kendine özel bir davranış sergilenmesi toplumsal görev ve sorumluluk bilinci kazandıran seremonilerdir. Bu sebeple fiilen uygulanan[31] veya mekânsal[32] anlamı olan her şiar, bir şuurun üretim aracı, bir bilincin rahmidir.
Kur’an Kâbe’yi beyt-i atîk diye tanımlar.[33] Beyt-i atîk “özgürlük anıtı, genç kız evi, antik çağlardan kalma anıt, etrafında hareket edilen anıt, çevresinde hareketli bir yaşam barındıran ev” anlamlarına gelir. Bir yönüyle de bugünkü insanlara göre vahşî ve yabânî olanların diktiği anıt veya toplandığı ev olarak kabul edilebilir. Kâbe’nin ziyaret edilmesi sembollerin hedef anlamlarını hayata geçirmek içindir. Haccın tavaf ile bitirilmesi tüm eylemlerin özgürlük içerdiğini, her şeyin çözümünün olduğunu ve çözümlemenin önemli bir zihinsel yaklaşım olduğunu gösterir. Çözümlemenin temeli ise diyalektik[34] mantığa dayanır.
Bu âyette hayvan kesmekten hiç bahsedilmemesine rağmen kurnazca şiar içine hayvan kesme eklenmiş, “şiarlar” kurbanlıklar biçimine sokularak ayetin anlamı Arap-câhiliye geleneğine dayanak yapılmıştır. Hâlbuki Kevser-2 ile Hac 27-28. âyetleri hacda hayvan kesmenin gerekçesini dini bir bayram ve kutlama olarak değil yoksullar ve misafirleri doyurma olarak gerekçelendirmiştir.
- 4. Mensek
“İnsanların şerefini yükseltmek ve değerini artırmak için her topluma bilinç yenileme, üstündeki ölü toprağını atma, yeniden kendini toparlama, kaybedilen/zayıflayan motivasyonu yeniden kazanma veya kuvvetlendirme amaçlı zamanı, davranışları ve sözleri belli yöntemler ve mekânlar belirledik. İnsanlar buralarda birbirinin onurunu yüceltirken kendilerine verilen koyun, inek, manda ve deve gibi eti yenen dört ayaklı hayvan sürüsünden diğer insanları da yararlandırır.”[35] âyetinde geçen mensek, “nusuk yöntemi, nusuk yeri” demektir. Mensek’in kökü olan nusuk’un gübreleme, sulama anlamları dikkate alındığında mensek bilinç yenileme, üstündeki ölü toprağını atma, yeniden kendini toparlama, kaybedilen/zayıflayan motivasyonu yeniden kazanma veya kuvvetlendirme amaçlı zamanı, davranışları, sözleri ve yöntemi belli mekân anlamına gelir. Bu yönüyle Mekke’deki Kâbe ve Medine’deki Peygamber Mescidi[36] Muhammedîlerin, Şiva’nın Varanasi şehri ve Ganj nehri Hindûların, Kudüs’teki Süleyman Tapınağı, tapınak tepesi ve ağlama duvarı Yahûdîlerin; Kudüs’teki Kıyâmet Kilisesi, İsa’nın doğduğu Beytü’l-lahim şehri ve İzmir Selçuk’taki Meryem Ana kilisesi Hıristiyanların, Şantung şehrindeki Konfüçyüs tapınağı Konfüçyüslerin, Godh Baya şehri Budistlerin, Vatikan şehri Katolik Hıristiyanların, İstanbul kenti Ortodoks Hıristiyanların, Bahçi şehrindeki Bahâu’l-lâh makamı Bahâîlerin, Şükrü Saraçoğlu stadı Fenerbahçelilerin mensekidir. Bu listeyi daha alt gruplarlarla çoğaltmamız mümkündür. Mevlân’a’nın Mesnevî’si, Fuzûlî’nin Dîvân’ı, Mahdumgulu’nun Firâkî Divânı, Yunus Emre’nin Divân-ı İlâhiyât’ı, Ahmed-i Hânî’nin Mem u Zin’i, Goethe’nin Mefisto’su, Muhammed İkbal’in Câvidnâme’si, Dante’nin İlahi Komedya’sı, Cervantes’in Don Kişot’u ve kutsal yazıların yazıldığı yerler yahut kutsal kişilerin yaşadığı yurtlar menseklerin belirlenmesinde etkili olmuş mekânlardır. Bu âyette geçen mensek, kurban kesme yeri diye bir önyargıyla ele alındığından âyetin kurbana işaret ettiği iddia edilmiştir. Çünkü geleneksel tefsircilerin büyük çoğunluğu Arap geleneğinin pratiğini âyetlere söyletmekten çekinmemiştir. Hâlbuki lugat ilmi ve makâsıd[37] ile tarih bir arada değerlendirilseydi bu tür kopyala yapıştır tekrarlardan uzak durulurdu.
- 5. Büyükbaş Hayvanları Kamulaştırma
“Büyükbaş hayvanlara gelince: Onlar kamu malının sembolleridir. Onların iyilik, güzellik ve yararı bazılarınıza ait değil hepiniz içindir. Onlar karşınızda saf halinde dururken onların kamuya ait olduklarını haykırın. Onların etinden beslenin; ancak onların etinden yararlanırken açlığını açıkça belirterek doyurulmayı isteyen ile yakınınızda duran fakat açlığını açıkça dillendiremeyenleri de yedirin. Açlık ve yoksulluğun yaygın olduğu bir ortamda büyükbaş hayvanların kamuya ait olması teşekkür edilecek bir durumdur.[38] Kesip yediğiniz büyükbaş hayvanların et ve kanları kamu vicdânında bir yer edinmez. Ancak kestikten sonra ortaya koyduğunuz toplumsal görev ve sorumluluk bilinci toplum vicdânında değer kazanır. Büyükbaş hayvanların kamuya ait hale getirilip herkesin doyurulmasına aracı yapılması nedeniyle yolun doğrusunu bulmanıza yardımcı olduğu için kamu vicdânına teşekkür edin. Yoksulluk ve kıtlık zamanında büyükbaş hayvanları kamulaştırarak açları doyuranlara müjdeli haberler olacaktır.”[39] âyetlerinde devrimci ve kamucu bir duruş öne çıkarılıyor. Ancak bu gerçeklik meal ve tefsirlerde görmezden geliniyor. Bu âyette hac zamanında tüm çıplaklığıyla görülen yoksulluk betimleniyor. Kâbe’ye ziyarete gelenlerin hediye olarak getirdiği malların en kıymetlileri elbette inek, boğa, deve, manda, at gibi büyükbaş hayvanlardı. Mekke’nin egemenleri bunları aralarında paylaşır, kimini satar, kimini özel mülkü yapardı. Yoksulların bundan yararlanmaması için elinden geleni yaparlardı. İşte bu ortamda büyüklüğü nedeniyle daha çok aç doyuracak nitelikte olan büyükbaş hayvanların kamulaştırılması ve herkesin doyurulması en gerekli davranışlardandı. Zaten bir şeyin Kâbe’ye sunulması onun kamuya aitleştirilmesi olmasına rağmen Mekke’nin efendileri malların kıymetlilerini kendilerine ayırıyordu. Bu âyetler devrimci bir çıkış yapıyor. Bu gerçeklik ortada durmasına rağmen pekçok tefsir yazarının buradan Tanrı’nın kurban emri verdiğini çıkarması veya kurban bayramı çıkarması şapkadan kuş çıkarmanın traji-komik örneğidir.
- 6. Zeb(i)h
“İbrahim, görevini yerine getirememekten duyduğu suçlulukla büyükbaş hayvan keserek oğlunu Tanrı’ya kurban etme fikrinden vazgeçti. Böylece ondan sonra gelenlere güzel bir anı kaldı. Merhamete babalık yapanlar daima barış içinde kalsın.”[40] âyetlerinde İbrahim üzerinden Tanrı’yı memnun etmek için insan kurban etme fikri reddediliyor. İbrahim rüyasının etkisiyle oğlunu Tanrı’ya kurban etmek isterken bundan vazgeçmesi üzerine oğlunun yerine fidye olarak bir büyükbaş hayvan kesiyor. İbrahim’in hayvan kesmesinin nedeni etkisinde kaldığı görev ve sorumluluğunu yerine getirememesiyle kendini suçlu hissetmesidir. Bu olayın hiçbir yanı hayvan kurban etmenin insan kurban etme yerine getirildiğine dair bir görev, sorumluluk ve işaret taşımıyor.
Burada kesim için zebh kelimesi kullanılır. Yani kişiyi bir şeye yakınlaştıran şey anlamı veren g-r-b kökenli bir fiil kullanılmaz. Sadece boğazdan kesmekten söz edilir. Bu âyetlerden hareketle Tanrı için kurban kesmenin gerekliliğini çıkarmak ve bir de kurban bayramı üretmek tarihin en melo-dramatik[41] sonuçlarındandır.
- 7. Hedy ve Galâid
“Ey güven toplumu oluşturanlar! Barış, adâlet, özgürlük, kıst, kardeşlik, dayanışma, direniş ve paylaşma sembollerine zarar vermeyin; kan dökmenin yasaklandığı aylara saygılı davranın, Kâbe’ye verilmiş hediyelere, Kâbe için kesilmek üzere getirildiği üstündeki işaretlerden belli olan hayvanlara;[42] düşmanlık ve kan dökmenin yasaklandığı sevgi, acıma ve adâlet anıtından duygu ve düşüncesini beslemek için ziyarete gelenlere saygıda kusur etmeyin.”[43] âyetinde hedy ve galâid terimleri öne çıkar. Hedy, Türkçede kullandığımız “hediye, armağan” demektir; galâid ise[44] gerdanlıklar, boyna asılan süsler demektir. Hac zamanında insanlar günahlarını bağışlatmak, Kâbe’nin Tanrısı’nı kendinden razı etmek için Kâbe’ye çeşitli hediyeler sunar ve hayvan bağışlardı. Tanrı için kesilmek üzere bağışlanan hayvanların boyunlarına da değerli taşlardan gerdanlıklar bağlanırdı. Böylece tıpkı eski çağlarda olduğu gibi Tanrı adına kurban edilen varlığa kutsallık ve değer yüklenirdi. Fakat gerçekte Kâbe’ye bir şey bağışlamak toplumun yararına bir sunum yapmak; kişinin elindeki malları halkın kullanım ve yararına bağışlamaktır. Ancak toplumsal kültür henüz bu olgunlukta olmadığından, İsa ve Musa’nın mesajları da doğru anlaşılmadığından Tanrı ve Tanrı evine bağış kültürü çarpık biçimde devam etmekteydi. İşte bu ortamda Kur’an insanlarda barış ve dayanışma bilinci oluşturan sembolik davranışların engellenmemesini, uydurulmuş olsa da kan dökmeyi yasaklayan haram ay kültürünün devam ettirilmesini, Kâbe’ye getirilen her şey bir şekilde topluma döneceği için kişiler ne niyetle sunsalar da sunulan hayvan ve diğer hediyelerin engellenmemesini, Kâbe ziyaretinin kimilerinde insanlık adına olumlu bilinç uyandırdığı için ziyaretlerin kesintiye uğratılmamasını önerir. Bunlardan hiçbirinde hayvan kesin ve bunu da bayrama dönüştürün mesajı çıkmaz. Mâide-95’i de bu çerçevede anlamak gerekir.
- 8. Tarımcı ve Hayvancı Toplum
“Toprağın oğlunun hayvancı ve tarımcı çocuklarının haberini dosdoğru anlat. İkisi de topluma yakınlaşmak için kendi araçlarını sunmuş ancak tarım ürününden sunum yapanın sunumu toplumdan kabul görmüştü. Yakınlık aracı kabul edilmeyen hayvancı kardeş ise tarımcı kardeşini ölümle tehdit etti. Tehdit edilen kardeş ‘Topluma karşı görev ve sorumluluk bilinci taşıyanların yakınlaşma araçları toplum tarafından kabul görür.’ dedi.”[45] âyetinde geçen Âdem “esmer adam, topraktan olan, karışımdan yapılan, bir topluluğun ileri geleni, toplum lideri, siyah insan, kara derili” anlamlarına gelir. Bu nedenle Elmalılıya göre Âdem’e isimlerin öğretilmesi de insana konuşma gücü verilmesi, insanın eşyaya ad koyması yeteneğine sahip olmasıdır. Âdem toprak, Havvâ havadır. İnsan türü toprak ve havanın nitelikleriyle var olmuştur, yani onların çocuklarıdır. Bu bağlamda tarımcı ve hayvancı topluluklar arasındaki mücadelede tarıma dayalı üretim yapanlar hayvancı toplumlara göre daha üstün yer edinmişlerdir. Modern zamanların üretim biçimlerini bir yana bıraktığımızda tüm insanlık çağlarında tarımcılar bir yere yerleşip kültürü inşâ ederken hayvancı toplumlar otlaklar bulmak için sürekli gezinmek zorundaydı. Bu nedenle kültür üretmek yerine vahşi doğayla daha çok savaşmak, uygarlıktan uzak yaşamak ve daha hayvanımsı kalıp daha az insani özellikler taşımak durumunda kalmışlardır. Bu gerçek ortadayken buradan bir kurban ritüeli çıkarılamaz, çıkarmaya çalışanlar da geleneksel ve mezhepsel önyargılarını işletir.
- 9. Yakmalık Sunu
“Tanrı hakkında ‘Yakmalık olarak sunacağımız bir hayvanı getirinceye kadar hiçbir vicdân elçisine güvenmememiz konusunda Tanrı bizden söz aldı.’ diyenlere…”[46] âyetinde Yahûdîlerin Tanrı için bir hayvan kesip onu ateşte yakmasına vurgu yapılır. Bu tür bir kurban anlayışı Yahûdîlerin geleneğinde vardı.[47] Vicdân elçisi Muhammed’in vicdân hareketine katılmamak için bahane üreten Yahûdîler ondan kendi geleneklerinde var olan ateş sunusunu görmek istiyorlardı. Hâlbuki Muhammed’in onları taklit etmesi kendi yolundan sapmasıydı. Bunu bilen Yahûdîler de işi yokuşa sürmek için “Yakmalık kurban ritüeli yaparsan seni onaylarız.” diye tutturuyordu. Aslında oynamak istemeyen gelinin “Yerim dar.” demesinden farksız bir durum söz konusuydu. Ne Yahûdîlerin isteği gerçekleşti ne de Muhammed’in isteği. Onlar Müslüman olmadılar, vicdân elçi Muhammed de hayvan kesip ateşte yakmalık sunu gerçekleştirmedi. Bu âyetten hayvan kurbanı emri üretmek büyük bir sihirbazlık yeteneğidir.
2.10. Mülkiyet Hırsını Kesmek
“Musa kavmine “Tanrı siyasal ve ekonomik mülkiyet tutkusundan vazgeçmenizi emrediyor.” dedi.”[48] âyetinde geçen bakara eski Mısır’da Tanrı-Kral sembolü olan boğa, zenginliğin sembolü olan altın, kişinin tüm mal varlığı ve ailesidir. Boğanın kesilmesi Tanrı-kral düzenlerinin reddedilmesi, Oziris ve İsis kültürünün inanç dünyasından tamamen temizlemesi; zenginlik, güç ve mülkiyet tutkusunun içten sökülüp çıkarılması; mülkiyet ihtirasını ihtiyaçmış gibi göstermekten sakınmadır. Mamon,[49] mülkiyet tanrısı olarak özellikle Fenike’de egemendi. Musa’nın öküz/boğa kesme talebi Tanrı adına hayvan kurbanı isteği değil, onun temsil ettiği ideolojiyle bağı kesme, boğanın simgeleştirdiği düşünceyle ilgiyi koparma emridir. Bu âyetten kurbanın tarihsel bir emir olduğunu çıkarmaya çalışmak kumarda hile yapmak gibi içi içe girmiş sahtelikler üretmektir.
- 11. Mazeret Eylemleri
“Kâbe’yi hac mevsimi veya bu mevsimin dışında ziyaret ettiğinizde ziyaretinizi sadece vicdâni değerler için yapın. Eğer ziyaretiniz engellenirse Kâbe’ye kolayınıza gelen bir hediye gönderin. Hediyeniz Kâbe’ye ulaşana kadar da saçınızı traş ettirmeyin. Fakat hasta veya kafasında bir rahatsızlığı olan kişi oruç tutarak veya sadaka vererek yahut duygu ve düşüncelerini besleyip arındıracak bir ritüel ile bedel ödesin.”[50] âyeti hastalık, yaşlılık, yol güvensizliği gibi sebeplerle Kâbe’yi ziyaret edemeyenlerin toplumsal sorumluluktan kaçmasını engelleyici önerilerde bulunuyor. Kâbe’ye gidemeyenlerin imkânı oranında bir hediye göndermesi, yoksul hacıları doyuracak bir şeyler ulaştırılması veya bunlara imkânı olmayanların bir ritüel yapmaları istenmektedir. Haccın sembolleri toplumsal dinamikleri ayakta tuymayı amaçladığından hacca gidemeyenler bile topluma karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmek zorundadır. Hacca gidecek gücü olan kimseler gidemediği takdirde oruç tutarak açlarla eşitlenecek ve açlığa karşı mücadeleye girişecek veya yoksulların ihtiyacını giderecek ekonomik yardımlarda bulunacak yahut duygu ve düşüncelerini sulayıp besleyecek ritüellere başvuracaktır. Bu âyetten Tanrı hayvan kesme emri veriyor veya kurban bayramı istiyor diye bir sonuca ulaşmak âyeti bağlamından koparıp âyete takla attırmaktır.
- 12. Sahte Kutsallar
“Vicdân ve sağduyu sizden bahîra, sâibe, vasîle ve hâm istemiyor. Ancak nankörler kamu vicdânının böyle bir isteği varmış gibi davranarak Tanrı adına uydurmalarda bulunuyor. Kamu vicdânı, akıl ve sağduyu adına yalan uyduranların çoğu aklını da kullanmıyor.”[51] âyetinde cahliye dönemi Araplarının Tanrı adına kutsadıkları develerden bahsediliyor. Tanrı’ya veya tanrılara adanmış dişi deveye bahîra, dileklerin kabul edilmesi için serbest bırakılmış deveye sâibe, erkek ve dişi biçiminde ikiz doğan keçi yavrularından kesilen erkek yavruya vasîle, kutsal ilan edilip sırtına binilmeyen deveye hâm denirdi. Cahiliye Araplarının kutsal uydurmaları bu hayvanlar üzerinden eleştiriliyor. İslâmî dönemde de hayvan kesme geleneğini kutsayanlar bu âyet üzerinden eleştirilmelidir. Çünkü geleneksel uygulamaları dinden bir parça gibi göstererek veya Peygamber’in yerel ve tarihsel dönüşüm siyasetini kalıcı bir yöntem kabul ederek Kur’an’ı rivâyetlere ve İslâm’ı mezheplere teslim etmek gerçekleri tersyüz etmenin apaçık kanıtıdır.
Cahiliye döneminden kalma olan “hayvan kesmeyi kutsama” geleneğine tepki duyanlardan biri olan İbn-i Abbas ve bazı sahabeler, “Hayvan kesmek vazgeçilmez bir borç gibi algılanmaya başladı.” diye kurban kültürünü terk ettiler.[52] Fransız düşünür Lagrange’ın dediği gibi “Kurban ne Allah ile birleşme ne ona yemek sunma ne de onun öfkesini yatıştırma aracı”dır.[53]
Kurban; barış, adâlet, özgürlük, kardeşlik, dayanışma, direniş yönlerinden herkesin birbirine yakınlaşması; tüm itici ve ötekileştirici eylemlerden uzaklaşma, bütün faşist zihniyetleri terk edip komünal ve sosyal bir dünya inşa etme yaklaşımıdır. Yeryüzünün tüm ezilenlerini ezenlere karşı birleştirmek, zayıfları zalimlere karşı isyana davet etmek, sömürülenleri sömürenlere karşı bir araya getirmek, aç çoğunluğu tok azınlığa karşı direnişe geçirmek; putlaştırılan kişi, ideoloji, mezhep, din ve gruplara itaate zorlananları putları kırmaya çağırmak; her türlü kolektif mücadele yöntemi kurbandır. Gerisi kurban etrafında çıkarılan gürültüdür.
KAYNAKÇA
[1] Ahmet Tekin, Lügatli Tefsirî Meal, Kelam Yayınları, 8. Baskı, İstanbul, 2010.
[2] Ebu Hayyan el-Endülüsi, Kur’an Lügati, G-R-B Maddesi, Kur’an Lugati, Çeviri: Enes Selam, İşaret Yayınları, İstanbul, 2019.
[3] Ebû Hilâl el-Askerî, Farklar Sözlüğü, 3. Baskı, İşaret Yayınları, İstanbul, 2017.
[4] Hakkı Yılmaz, Kur’an’daki Önemli Sözcük ve Kavramlar, Nergiz Yayınları, İstanbul, 2017.
________________Tebyinü’l-Kur’ân, İşaret Yayınları, İstanbul, 2015
[5] İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte Hadis Ansiklopedisi (18 Cilt), pdf.
[6] Marie-Joseph Lagrange, Semitik Dinler Üzerine Çalışmalar, Paris, 1905.
[7] Mevlût Sarı, el-Mevârîd, İpek Yayınları, İstanbul, 1982.
[8] Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2018.
[9] Mukatil bin Süleyman, el-Eşbâh ve’n-Nezâir fi’l-Qur’âni’l-Kerîm (Kur’ân Terimleri Sözlüğü), Çeviren: M. Beşir Eryarsoy, İşaret Yayınları, İstanbul, 2004.
[10] Müstecâbî-zâde İsmet, Lafızlar Arasındaki Farklar, Hazırlayan: Ömer Zülfe, İşaret Yayınları, İstanbul, 2011.
[11] Râğıp el-İsfehânî, el-Müfredât, Çeviren: Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007.
[12] Recep İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur’an, İnşa Yayınları, İstanbul, 2016.
___________________İnşâu Tefsiru’l-Kur’ân Tefsir Dersleri, 1. Cilt, İnşa Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2019.
[13] Seyid Şerif Cürcânî, Ta’rîfât, Litera Yayıncılık, Tercüme: AbdülazizMecdi Torun, 2. Baskı, İstanbul, 2020.
[14] Yaşar Nuri Öztürk, İslam Nasıl Yozlaştırıldı, 18. Baskı, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul, 2012.
[1] Çoğulu “Garâbîyn”dir.
[2] Genelde kadın, koyun ve at için kullanılır, ancak doğumu yaklaşmış hamile deveye mudnin denir.
[3] Bakara, 35/Velâ tegrabâ hêżi-hi’ş-şecerate
[4] Bakara, 222/Velâ tegrabû-hunne hattâ yedhurn(e)
[5] Kamer, 1/İgterabeti’s-sâ’atu
[6] Nisâ, 8/Ulu’l-gurbâ
[7] Mutaffifîn, 28/‘Aynen yeşrabu bi-he’l-mugarrabûn(e)
[8] Araplar itibar, değer ve kıymete gurbe(tü) de derler. (Tövbe, 99)
[9] Bakara, 186/Fe-innî garîb(un)
[10] Kâf, 16/Nahnu egrabu ileyhi min habli’l-verîd(i)
[11] En’am, 152/Velâ tegrabû mâle’l-yetîmi
[12] Burada Türkçedeki “yanına yanaşmak” anlamı kullanılmıştır.
[13] Râğıp el-İsfehânî, el-Müfredât, G-R-B Maddesi, Çeviren: Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007.
[14] Dâne bi-galbi-hî denmez.
[15] D-n-v’den türemiş olan Tetedâ-nâ denmez.
[16] Bunlara birr denir.
[17] Ebû Hilâl el-Askerî, Farklar Sözlüğü, Qurban Maddesi, 3. Baskı, İşaret Yayınları, İstanbul, 2017.
[18] Ebu Hayyan el-Endülüsi, G-R-B Maddesi, Kur’an Lugati, Çeviri: Enes Selam, İşaret Yayınları, İstanbul, 2019.
[19] Kevser, 2/Fe-salli li-rabbi-ke ve’nhar
[20] İntihâr kelimesinin kökü de nahr’dır.
[21] Hakkı Yılmaz, Kur’an’daki Önemli Sözcük ve Kavramlar, Nahr, Nergiz Yayınları, İstanbul, 2017.
[22] Hakkı Yılmaz, Kur’an’daki Önemli Sözcük ve Kavramlar, Nahr, Nergiz Yayınları, İstanbul, 2017.
[23] Râğıp el-İsfehânî, el-Müfredât, N-H-R Maddesi, Çeviren: Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007.
[24] Ve ezzin fî’n-nâsi bi’l-hacci ye’tûke ricâlen ve ’alâ kulli zâmirin ye’tîne min kulli feccin ‘amîg(in)
[25] Hac, 27-28/Li-yeşhedû menâfi’a lehum ve yezkuru’s-mallâhi fî eyyâmin ma’lûmâtin ‘alâ mâ razega-hum min behîmeti’l-en’âm(i) fe-kulû min-hâ ve ed’imu’l-bâise’l-fagîr(a)
[26] Behîme, eti yenen dört ayaklı hayvandır. En’am, ne’am’ın çoğuludur; koyun, inek, manda ve deve gibi hayvanların sürüsüne denir. Ancak içinde deve bulunmayan bir sürü için kullanılmaz.
[27] Allah’ın dağı, Allah’ın suyu, Allah’ın yolu, Allah’ın havası denildiğinde kimseye ait olmayan, herkesin eşitçe yaralandığı dağ, hava, su ve yol anlaşılır. Bir şeyin Allah’a ait olmasının iki yönü vardır. Birincisi kimseye ait olmaması, ikincisi herkesin ortak kullanımında olmasıdır. Bu durumda da herkes kamu malından ihtiyacı kadar faydalanır.
[28] Zâlike ve men yu’azzim şe’âirallâhi fe-inne-hâ min tagva’l-gulûb(i)
[29] Hac, 32-33/Lekum fî-hâ menâfi’u ilâ ecelin musemmen sümme mehillu-hâ ile’l-beyti’l’atîg(i)
[30] Şe’âir: Şi’arlar.
[31] Tavaf, canlı öldürmeme, ihram giyme, telbiye sözleri, şeytan taşlama, namaz nusuku gibi.
[32] Arafat, Müzdelife, Mina, Kâbe gibi.
[33] Beyt: Ev, aile, anıt. Atîk: Çok eski zamana dayanan, hızlı hareket eden, saf/temiz/katıksız, eski, güzel genç kız, azatlı/hür/özgür, çabuk hareket eden/çevik; kaba, vahşî, yabanî; sırtın üst kısmı.
[34] Diyalektik: Karşıtlıklar üzerinden yürütülen akıl yürütme biçimi. Fikir yürütürken bütünsel bakış, ilişkiler, tarihsel koşullar, değişim süreçleri ve çelişkiler üzerinden fikir üretmektir. Düşünmeye başlarken düşünceyi “dünyanın aklımızdaki yansımaları ve farklı biçimler alması” diye kabul etmek diyalektik akıl yürütmede temel hareket noktasıdır. Çünkü düşünebiliyorsak çevremiz ve varlıklar üzerinde düşünebiliyoruz. Yani kişi ne kadar farklı çevre, ne kadar farklı iklim ve coğrafya, ne kadar farklı kültür, canlı ve insan tanırsa o kadar düşünebilir. Bu nedenle düşünce dünyanın aklımızdaki yansımalarıdır, dünyadan aklımıza düşenlerdir.
[35] Hac, 34/Ve li-kulli ummetin ce’al-nâ menseken li-yezkuru’s-mallâhi ‘alâ mâ razega-hum min behîmeti’l-en’âm(i)
[36] Mescid-i Nebevî
[37] Makâsıd: Maksatlar, amaçlar. Bir şeyin görünen yüzü değil görünmeyen amacı. Örneğin “Şort giymek iyidir.” cümlesinde gizlenen amaç (makâsıd) havaların sıcaklığında serinlemektir. Bu nedenle biri de “Atletle dolaşmak iyidir.” diyebilir. Her ikisinde de amaç serinlemektir. Okumalar yapılırken; karşılaştırmalar, ilişkiler ve çelişkiler araştırılırken “5N-1 K” (ne, nasıl, niçin, nerede, ne zaman, kim) çalışması da makâsıdı bulmaya yarayan bir yöntemdir.
[38] Ve’l-budne ce’al-nâ-hâ lekum min şe’âiri’l-lâhi lekum fî-hâ hayr(un) fe’z-kuru’s-mallâhi ‘aleyhâ savâf(fe) fe-izâ vecebet cunûbu-hâ fe-kulû min-hâ ve ed’imu’l-gâni’a ve’l-mu’ter(ra) kezâlike sehhar-nâ-hâ lekum le’alle-kum teşkurûn(e)
[39] Hac, 36-37/Len yenâla’l-lâhe luhûmu-hâ ve lâ-dimâu-hâ ve lâkin yenâlu-hu’t-tagvâ min-kum kezâlike sehhara-hâ lekum li-tukebbiru’l-lâhe ‘alâ mâ hedâ-kum ve beşşiri’l-muhsinîn(e)
[40] Saffât, 107-109/Ve fedey-nâ-hu bi-zibhin ‘azîm(in) ve terak-nâ ‘aleyhi fî’l-âḣirîn(e) selâmun ‘alâ ibrâhîm(e)
[41] Melo-drama(tik): İnsanı gözyaşlarına boğan ve duygusal hastalığa itecek güçte olan olay ve durumlar (ile ilgili)
[42] Mâide, 97.
[43] Mâide, 2/Yâ eyyuhe’l-lezîne âmenû lâ-tuhillû şe’âira’l-lâhi ve le’ş-şehra’l-harâme ve le’l-hedye ve le’l-galâide ve lâ âmmîne’l-beyte’l-harâme yebteğûne fazlen min rabbi-him ve rıdvân(en)
[44] Gılâde (ç. galâid)
[45] Mâide, 27/Vetlu ‘aleyhim nebeebney âdeme bi’l-haggi iz garrabâ gurbânen fe-tugubbile min ehadi-himâ ve lem yutegabbel mine’l-âhari gâle leagtulenne-ke gâle inne-mâ yetegabbelu’l-lâhu mine’l-muttegîn(e)
[46] Âl-i İmrân, 183/Ellezîne gâlû inna’l-lâhe ‘ahide iley-nâ ellâ nu’mine li-rasûlin hattâ ye’tiye-nâ bi-gurbânin te’kulu-hu’n-nâr(u)
[47] Tevrat, Tesniye, 15: 16; I. Krallar, 18: 38.
[48] Bakara, 67/Ve iz gâle mûsâ li-gavmi-hi inna’l-lâhe ye’muru-kum en tezbe-hû bagara(ten)
[49] Manat, money
[50] Bakara, 196.
[51] Mâide, 103/Mâ ce’ala’l-lâhu min bahîratin ve lâ-sâibetin ve lâ-vasîletin ve lâ-hâmin ve lâkinne’l-lezîne keferû yefterûne ‘ala’l-lâhi’l-kezibe ve ekseru-hum lâ-ya’gilûn(e)
[52] Yaşar Nuri Öztürk, İslam Nasıl Yozlaştırıldı, Kurban, 18. Baskı, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul, 2012.
[53] Marie-Joseph Lagrange, Semitik Dinler Üzerine Çalışmalar, Paris, 1905.