İçlerinde inşaatta ücretini alamadığı için bu işe başlayan da var, göçmen işçiler de… Sigorta istiyorlar, bir de zabıta baskısının son bulmasını…
İşleri hiç kolay değil. Kar kış dinlemeden sabahın sekizinde yola düşüyor, gece 12’ye kadar sokaklarda, ayakta çalışıyorlar. Çöpten topladıkları geri dönüşüme uygun malzemeleri satarak hem kaldıkları deponun kirasını ödemeye, hem de memleketlerindeki ailelerine para göndermeye çalışıyorlar.
Bunu yaparken başta zabıta tehdidi olmak üzere pek çok zorlukla, engellemeyle, hak gaspıyla yüz yüzeler. Meslek hastalıkları ve maruz kaldıkları ayrımcılık ise cabası…
Onlar atık kâğıt toplama işçileri… Çoğu maddi olanaksızlıklardan ötürü bu işe girmiş. Genç olanlar okulunu bırakıp kendini sokaklara vurmuş. Aralarında inşaatlarda çalışırken ücretleri ödenmediği için bu işi yapmaya başlayanlar da var, ülkelerindeki savaştan kaçarak buraya sığınan göçmen işçiler de…
Çekçeklere el konuyor
Konuştuğumuz işçiler, İstanbul Kadıköy’de bulunan bir kâğıt toplama deposunda 100 kişi kalıyor. Odaları örtülerle bölmüşler, ranzalarda yatıyorlar.
İsmet Özal, 26 yaşında. Urfa’nın Siverek ilçesine bağlı bir köyde doğup büyümüş. Ortaokulu bitirdikten sonra maddi olanaksızlıklardan ötürü İstanbul’da kâğıt toplama işinde çalışan bir akrabasının yanına gelmiş ve bu işe başvurmuş. “Memlekette para yoktu, hayvancılıktan artık para kazanamıyorduk” diyor.
Özal, en büyük sıkıntılarının zabıta baskısı olduğunu söylüyor; “Zabıta çekçeklerimize el koyuyor, çekçeklerin fiyatı 100 lira. Depo sahibi yenisini alıyor, ama ona da el koyuyorlar. Sonra da depo sahibine geri satıyorlar.”
Talepleri ise net; belediyelerin işlerine karışmaması ve sigortalı olmak.
‘Biliyorum, en alttayım’
Adem Yavuz 40 yaşında, 2009’dan beri bu işi yapıyor. Aslında inşaat işçisi. Neden inşaatta çalışmayı bıraktığını ise şu sözlerle anlatıyor: “İnşaat sektöründe müteahhitler paramızı ya vermiyor ya da taksitle veriyor. Çok şükür, bu işin parasını hemen alabiliyoruz. Ailem hâlâ inşaatta çalıştığımı sanıyor. Biliyorum, ben şu an Türkiye’de en alttaki işi yapıyorum. Sağlıklı bir iş değil, birçok insan yanımızdan geçerken ağzını kapatıyor. Sigortamız yok, gece yarısına kadar hiç durmadan ayaktayız. Gece yıkanıp soğuk yatağa yatıyoruz; ciğerimiz, böbreğimiz gidiyor.”
Yavuz Diyarbakırlı, orada para kazanma olanağı bulamadığını söylüyor. “Diyarbakır gibi 2 milyon nüfuslu şehirde 20-30 fabrika var” diyor, “O fabrikalarda maaş alabilmek için en az 2 ay ücretsiz çalışmak zorundasın. Maaşı alıp kaçanlar olmasın diye böyle yapıyorlarmış. Peki, ben o zamana kadar nasıl evi geçindireceğim? Bu yüzden buradayım.”
Göçmenler de bu işte
Adem Yavuz, son bir yılda göçmenlerin de bu işe girmesiyle gelirlerinin düştüğünü belirtiyor; “Afganı, Suriyelisi, Türkmeni, ne yapsınlar, mecburen girdiler bu işe. Geçen yıl günlük 70-80 lira kazanabiliyordum, şimdi günlük 50 lira kazanıyorum. Günlük masrafım 20 lira, geriye kalan 30 lirayı aileme mi göndereyim, kiramı mı ödeyeyim?” diye soruyor.
***
‘Senin gibi birinden…’
İşçilerin canını en çok yakan sorunlardan biri toplumun kendilerine bakış açısı. İşçiler işyerleri olan sokaklarda hırsız muamelesi gördüklerini söylüyor. Adem Fırat, başından geçen bir olayı şu sözlerle anlatıyor: “Bağdat Caddesi’ndeydim. Taksiden inen bir teyze telefonunu düşürdü. Arkasından koştum, telefonu verdim. Bana ‘Senin gibi birinden hiç beklemezdim’ dedi.” İşçiler bu trajikomik olaya hep birlikte gülüyorlar. Haram yemediklerini, buldukları birçok telefonu rehberden aradıkları kişilere ulaşarak sahiplerine teslim ettiklerini, kendini bilmez birkaç kişi yüzünden kurunun yanında yaşın da yandığını söylüyorlar.
***
‘Çocuğum yürümeye başlamış’
Konuştuğumuz işçilerin hepsi gurbetçi. İstanbul’u sevmiyorlar. “Memlekette iş olsa evimizde, ailemizle birlikte olurduk, mecburen buradayız” diyorlar. Çocukluklarını yaşamadıklarını, şimdi de çocuklarının yanında olamadıklarını söylüyorlar.
Recep 22 yaşında bu işe başlamış, şimdi 42 yaşında. Şöyle diyor: “Memlekete gittiğimde bir baktım, emekleyen çocuğum yürümeye başlamış. Zabıta bize iş yaptırmıyor. Söylesinler o zaman, ne yapalım, bu çocukları nasıl doyuralım? Hırsızlık mı yapalım?”