5.Yaşam ve Özgürlük Eşitliği
“Şundan emin olun ki Kur’an, en doğru yolda nasıl yürüneceğini göstermekte, toplumda güven oluşturan salihât[1] sahiplerinin kesinlikle harika sonuçlara neden olacağını müjdelemekte; yaptıklarının yanlarına kâr kalacağını düşünenlerin yürek yakıcı bir sonla buluşacağını bildirmektedir. Ancak aceleci davrananlar hayrı çağırıyoruz diyerek şerri davet ederler. Gece ile gündüz sevgi, acıma, adâlet, sağduyu ve aklın varlığına işaret eden iki delildir. Gecenin silinmesinin ardından gündüzün aydınlığa ulaşması sayesinde evren, doğa ve toplumun size sunduğu nimetlere kavuşursunuz.[2] Ayrıca yılları hesaplar ve sayısal veriler ortaya koyarsınız. Bu tür ayrıntılara girmemizin nedeni farkına varmadıklarınızı fark ettirmektir.”[3] âyetlerinde gece ile gündüz birbirlerine karşı fazl sahibi işaretler olarak gösteriliyor. Böylece her varlığın kendi gerçekliğini yaşayarak vicdân, sağduyu ve akla işaret ve kanıtlar yolladığı belirtilir. Şu halde doğası değiştirilen veya kendisi dışında başka bir şey olmaya zorlanan varlık doğada hayır değil şer nedeni olacaktır. Bu da gıda anarşisi, insan terörü ve toplum kaosuna neden olacaktır. Dünyadaki tüm karmaşa ve çatışma bölgelerine bakılırsa doğal olanı isteyenler ile doğal olana ideolojik dayatması nedeniyle karşı çıkanlar arasındaki vuruşma olduğu görülür. Bu nedenle eğitim, sağlık, sanayi, tarım, imar gibi alanlarda doğal olan neyse onun çizgisinde gidilmelidir. Sonucun ne olacağını görmek için müneccim[4] olmaya gerek yoktur. Kadın ve erkeğin doğası da kölelik, esirlik, ezilmek değildir; tüm insanlar mutluluk, paylaşım, dayanışma, iyilik, güzellik, barış ve özgürlük kodlarıyla donanmıştır. Bu kodlara ihânet eden kişi, kurum, ideoloji, din ve sistemlerden insan olarak kurtulma çareleri aramak âyetlerin gösterdiği gibi insanlığın ana mücadelesidir.
6. Kız ve Erkek Evlat Eşitliği
“Toplumda güvenilir biri olmasına rağmen herhangi bir mazereti olmaksızın yerinden kımıldamayanlar ile toplum için malları ve canlarıyla çaba ortaya koyanlar[5] hiç eşit olur mu?[6] Vicdân, akıl ve sağduyu kimin kimden hangi yönlerden üstün olduğunu bilir.[7] İnsanlara güven veren herkesin toplumda güzelliklere ulaşacağı kesinken toplum için çaba sarf edenlerin sadece iyi olarak kalanlardan fazlalıklarının olacağı da kesindir. Toplum için seferber olanlar toplumun yüreğinde çok büyük bir ödüle kavuşacaktır.”[8] âyetinde fazl kelimesi iki eşit arasındaki mesâî ve gayret fazlalığı anlamında kullanılmıştır. Burada yürüyenin oturandan, koşanın yürüyenden fazlalık sahibi olduğu belirtilerek bunlar arasında eşit muamele yapılamayacağı dillendirilir. Yani çalışanla çalışmayana eşit imkân sunulmaz. Sunulursa zulüm olur. Ancak toplumun tüm bireyleri toplum için çalışır haldeyken ve herkes kendi yeteneklerini ortaya koyarak üretim sağlarken oluşacak ekonomik dengesizlikleri gidermek için eşitlenme yoluna gitmek eşitlikçi toplumun meselesidir.
Toplumun oluşmasında kadın ve erkek eşit görev ve sorumluluk sahibidir. Tarım, sanayi ve bilgi toplumunda kadın ve erkek eşit iş üretmekte, ancak eşitsiz nimete ulaşmaktadır. Kadının maaşı, mirası, mülkiyeti erkekten geri kalmayı sürdürmektedir. Olması gereken durum ne kadın ne de erkek miras, mülkiyet ve maaş konularında mağdur edilmelidir. Eşit koşullarda çalışan erkeğe kadından az maaş ve varlık verilemeyeceği gibi kadına da erkekten az imkân sunulamaz.
Kimi âilelerin oğullarının haklarını kızlarına akıtması ne kadar zulümse, kimilerinin de kızlarının haklarını oğullarına akıtması o kadar hak yemedir. Maaş, miras ve mülkiyet konusunda mağdur edilen tarafın hakkını almak için mücadeleye girişmesi hukûkun gereği olduğu kadar Kurân’ın da ilkesi ve Muhammedî devrimciliğin gereğidir.
7. Adâlet, Kıst ve Fazl
“Toplum için iş yapan ve değer üretenler sözlerini estetik[9] kalıba döksünler. Çünkü estetik olmayan öfke, kin, nefret ve sinirlilik gösteren sözler aranızı açar. Bu olumsuz üslup hepinizin apaçık düşmanıdır.[10] Sizi eğiten, besleyip büyüten ve donanım kazanmanızı sağlayan toplum neye layık olduğunuzu da iyi bilir. Toplumdan size acıma ve sevgi de gelir, can yakıcı durumlar da gelir. Sen toplumun bekçisi değilsin, kimsenin vekili de değilsin. Kimseye bir şeyler dayatamazsın ve kimse adına konuşamazsın.[11] Vicdân, akıl ve sağduyu elçilerinin her biri kendilerini besleyen, büyüten ve donatan toplumlarından ötekine göre daha üstün olan nitelikler kazanmışlardır.[12] Örneğin Davut’un hikmetli sözler içeren sayfalarını hatırlayın.”[13] âyetlerinde peygamberlerin arasında birbirinden üstün yönlerin olduğu fazzal-nâ kelimesiyle anlatılır. Bu ayetlerden anlaşılıyor ki eşitlik herkesin tıpa tıp aynı olması değildir; herkesin kendi yetenek ve niteliklerini özgürce ve hiç kimseye torpil yapmadan ortaya çıkarma fırsatıdır. Balık, maymun, kuş ve deveyi eşit biçimde uçma, yüzme, yük taşıma ve zıplama sınavına tabi tutmak her varlığın kendi gerçekliğini görmezden gelmektir. Adâlet (eşitlik), hiç kimseyi dışlamadan herkese imkân sunmak iken kıst herkese kendi yeteneğine uygun iş ve ortamı hazırlamak; fazl ise herkesin bir başkasına göre farklı ve üstün bir tarafının olduğunu bilmektir. Deveyle neden aynı oranda yük taşımıyorsun diyerek bir balığı diskalifiye etmek, maymunu neden kuş gibi uzaklara gidemiyorsun diyerek sınıfta bırakmak ancak eğitim, eşitlik, adalet ve fazl’dan anlamayanların yolu olur. Yeryüzündeki tüm tek tipçi eğitim sistemleri vicdân, sağduyu, aklın gerçekleri görmezden gelen körlerin metodolojisidir. Gerçeği reddedenleri ve dahası söylenen doğrulara kulak tıkayanları Kur’an kâfir, zalim, fâsık olarak nitelemektedir.
İslâm ülkelerinde kadın eğitiminin bir soruna dönüşmesi, kadınlara ev hanımlığı ve anneliğin yakıştırılması, reglin hastalık ve zayıflık olarak sunulması, eğitimli kadının kocasına itaat etmeyen bir âsî kişilik sayılması, bilgili kadının şeytanlaşacağı anlayışı, başörtüsünün Müslüman kadına özel kıyafet diye dikte edilmesi, toplumda var olmak isteyen kadınlar arasında rekâbetin artırılması gibi durumlar kadını köle görmenin devamından öte bir şey değildir.
8. Kıskançlık Hastalığının Panzehiri
“Kiminizin kiminizden üstün olan yönlerine bakıp da kendinizdeki fazlalığı görmeyip başkasında gördüğünüz fazlalıkları istemeyin.”[14] âyeti “Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür.” psikolojisine işaret etmektedir. Herkes başkasına bakınca kendindeki yetenek, nitelik ve özelliği görmez olur. Kapitalist dünyada reklam furyaları sürekli ideal bir tip oluşturup onunla insanları uyuşturduğundan, insanlar ve bilhassa kadınlar idealize edilen tipe benzemek için kendi gerçekliğiyle çatışmaya girmektedir. Kur’an, kapitalist dünyanın kâr ve sömürü getiren cilalı reklam dünyasına psikolojik donanımla karşı koymaktadır. Şarkıcı Tarkan’ın “Başkası olma, kendin ol.” nakaratı ilgili âyetin mesajıyla örtüşür. Çünkü kendimizde olan güzellikleri ancak iç dünyamıza yöneldiğimizde ve yeteneklerimize uygun iş yaptığımızda fark edebiliriz. Bu nedenle başkasında olana göz dikme ve başkasındakine düşmanlık yapma demek olan kıskançlık hastalığı kendi gerçeklerimizle barışmakla ortadan kalkar.
9. Kur’ân’ın Toplumsal Etkileri
“Ey insan ailesi! Toplumun vicdân, akıl ve sağduyusundan size bir öğüt,[15] psikolojik rahatsızlıklarınıza bir ilaç,[16] evrensel insanlık değerlerine güven duyanlara yol haritası,[17] sevgi ve acıma[18] gelmiştir. Onlara ‘Huzuru, toplum sayesinde kazandığınız kimi üstün niteliklerinizin[19] yanında sevgi ve acımada da arayın. Böylesi bir huzur tüm birikimlerden daha hayırlıdır.’[20] de.”[21] âyetlerinde Kur’an öğüt, şifa, rehber ve rahmet olarak nitelenmektedir. Köleci, eşitsiz, bağnaz, kabileci, kadın düşmanı, savaşçı, kız çocuğunu gömen ve fuhuşçu bir topluma Kur’an’ın yol göstermesi, başkalarına acımayı öğretmesi, çare arayanlara umut olması ve düşünmeye yönlendirmesi onun bir devrim manifestosu olduğunu bir kez daha ispatlar.
Kur’ân, çağının koşullarında kadın-erkek eşitsizliğine, hür-köle çelişkisine dikkat çekip özgür ve eşit bir dünya kurma haritası çizmişken saltanatçı dinciliğin Muhammedî barış hareketini yolunmuş tavuğa çevirmesi, tarihin ibretlik olaylarından biridir.
Kur’an’ın Arap-Sâmi gelenekten getirdiği gelenek, hukuk ve ritüellerden bahsetmesi onun tarihsel yönünü gösterir. Ancak ortaya koyduğu evrensel ilkeler, direniş teolojisi,[22] peygamber tipolojileri ve sürekli devrimi tetiklemesi ile evrensel bir rehber olduğunu, bu karakteriyle de devam edeceğini gösterir.
10. İdeolojik Batakhâneler
“Tanrı’nın herbirinize birbirinizden farklı ve üstün olarak verdiği özellikleriniz[23] ile sevgi ve acıması olmasaydı çok azınız dışında herkes öfke, nefret, kin ve düşmanlık ateşine kapılırdı.”[24] âyetinde sevgi ve acıma yanında farklı niteliklere sahip olma toplumsal barışın sebebi gösterilmektedir. Herkesi aynı iş ve konuma tâlip hale getirmek sosyal patlamaların ana nedenidir. Herkesi memur yapmaya kalkmak, herkese aynı eğitim müfredatını uygulamak, herkesi aynı tip okullarda okutmak, herkesi aynı giydirmek, herkesi aynı ideolojiye bağımlı kılmak; hiç kimseye özünü gür bir sesle çıkarmasına izin vermemek, farklı ses, sembol, dil ve düşünceyi düşman ilan etmek çoğulcu, renkli ve kucaklayıcı dünyaya ihanet etmektir; gökkuşağına sövmektir; tüm renklere düşman olup mordan başka bir renge tahammül edememektir. Bu anlayışa literatürde faşizm, dogmatizm, despotizm, diktatörlük, abdestli dikta, Süfyanizm, Muaviyeizm, Sünni hilafet ideolojisi, Şii imamet mitolojisi ve Hitlerizm diyoruz.
Yeryüzünün ister Muhammedî barışçıları isterse ateist, komünist ve sosyalist barışçıları yahut İsevî ve Musevi barışçıları olsun herkes fazl’ı engelleyen tüm siyasal, askerî, ekonomik ve hukuksal aktörlere yahut bu tiplerin kontrolündeki sistemlere karşı mücadele etmek zorundadır. Bu konudaki her çabaya cihat denir. Cihat sırasında saldırıya uğrayan her barışçının kıtale kıtal[25] ile karşı koyması ise Muhammedî, İsevî, Musevî, vicdânî ve devrimci bir zorunluluktur. Çünkü Kur’an’ın tanıttığı vicdân elçileri olan peygamberler sistem egemenlerine, mülkiyet kodamanlarına, sermâye şımarıklarına, askerî güç tekellerine ve ekonomi baronlarına karşı dik duran ve gerektiğinde fiilen çatışan kimselerdir.
Müslüman, hegemonik[26]zulüm düzenlerinin beynine saldıran kimseye denir. Tıpkı bir sinek olarak görülen İbrahim’in Nemrut’un beynine yani ideolojisi ve devlet düzenine saldırması gibi. Kadını câriye yapıp erkeği köleleştiren mezhepçi fıkhı İslâm hukûku gibi pazarlayanların ipliğini pazara çıkarmak günümüzün en önemli eylemlerinden ve Muhammedî devrimciliğinden biridir.
Kadından erkeğin yapabileceklerini, erkekten kadının ortaya koyabileceklerini beklemek eşitlik değil, zırvalamadır; deveden deniz dibinde saatlerce yüzmesini, balıktan 50 kg. yük taşımasını beklemek gibi bir salaklıktır. Eşitlik, her varlığın kendi varlık niteliğine göre iş yapmasına ve varoluşunu ortaya koymasına fırsat tanımadır. Mesela at ve aslanı aç bırakmamak, her ikisine de yiyecek vermek eşitliktir. Ata ot, aslana et yedirmek kısttır; aslan ve ata ot yedirmeye kalkmak zulüm, at ve aslana et yedirmeye çalışmak aptallıktır. Kim hangi yetenek ve donanıma sahipse ona uygun gelişim çizgisi belirlemek ve imkân sunmak eşitliktir. Eşitlenmek, kendi varlığını reddedip başkasına benzemeye çalışmak değildir. Eşitlik, teklik ve tek tiplik değildir; her tipin kendi niteliğiyle var olmasına hiçbir engel çıkarmamaktır. Örneğin herkese eğitim imkânı vermek eşitlik, ancak herkesi niteliğine göre eğitmek kıst, herkesin bir başkasından üstün bir yanının olması ise fazl’dır.
11. Kadına Şiddet Ayeti mi?
Darabe fiili, Arapçada Türkçedeki etmek, eylemek yardımcı fiilleri gibi pek çok kelimeyle birlikte kullanılır. Örneğin darabe mesel, “Masal anlattı, misal verdi, sembol oluşturdu.”; darabe heyme, “Çadır kurdu.”; darb, baskı yapma, dayatma, zorlama anlamlarına gelir. Bir yerden kısa süreliğine ayrılmaya[27] da darabe denir.[28]
Kur’an’da “Yüzüne tokat vurdu.” denirken sakket,[29] Musa ona “Yumruk attı.”[30] denirken vekeze; sopa, sopalama denirken ehuşşu,[31] boğazını kesmek denirken kata’a,[32] kişileştirilerek konuşturulan yeteneklerin sırt ve yüzlere vurması[33] anlatılırken yedribûne denilmesi darabe üzerinde geleneksel bir dayatma yapıldığını gösterir.[34] Çünkü vedribû-hunne[35] cümlesindeki darabe fiili Arapların kadın dövme kaprisleri yüzünden anlam çeşitliliğinden uzaklaştırılarak anlam donmasına uğratılmıştır.
Gece gündüz karısını döven bir toplumda her gün dayak şikâyetiyle vicdân elçisi Muhammed’e gelen onlarca kadın varken âyetin anlamını “Kadınları dövün.” diye anlamlandırmak tam bir maskaralıktır. Arap toplumunda ciddi boyuta ulaşmış kadına şiddet ortamında Kur’an en uygun çözümlerden birini sunuyor: Geçici olarak evlerinizi ayırın.
Kur’an ve Elçi Muhammed’in hem evrensel mesajı hem de tarihsel davranışı birbiriyle uyuşur. Örneğin salât, zekât, karz-ı hasen ve infakta âyetle Elçi Muhammed tam bir uyum içindedir. Ancak uydurma olduğu yüzde yüz sabit olan kaynaklarda dahi hiçbir eşini dövmediği belli olan biri nasıl olur da şiddet gören kadınların dramları ortadayken dayağa devam mesajı veren bir zulüm ve işkence onayı ortaya koyar? Eşleriyle arası açılan Elçi Muhammed’in eşlerinden iki ay uzak durduğu bilinir. Bu durumda bile eşleri evlerindeyken o evlere gitmemiştir.
Darabe, talak gibi kesin bir ayrılık değildir, geçici süreliğine ikametgâhını terk etmedir. Anlaşmaya varıldıktan sonra da yeniden birlikte hayat sürmedir. Ayrıca Araplar dişi develerin çiftleşmesini anlatırken darabe fiilini kullanır.[36]Bu nedenle darabe, cinsel ilişki kurma anlamına[37]da geldiğinden “Kadınlarınızı darb edin.” âyeti “Kadınlarınızla barışmak için cinsel ilişkiye girin.” anlamına gelir.
Konuşmuş, bir süreliğine yataklarını ayırmış bir çiftin yakınlık kurmak için en sonunda cinsel birleşmeyi deneyerek aralarındaki soğukluğu gidermeye çalışması doğal ve normaldir. Yani arası açılan çiftlerin birbiriyle konuşması, yataklarını ayırması, cinsel birliktelik kurması, mekânlarını ayırması, hakemlerin kararını dinlemesi ve en sonunda mahkemeye gitmesi süreçleri tüm çağlarda geçerliliği olacak olan bir Kur’an nomosudur.
_________________________________________
[1] Namık Kaya, Kızıl İslam, Hasenat ve Salihat, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2016.
[2] Li-tebteğû fazlen min rabbi-kum
[3] İsrâ, 9-12.
[4] Müneccim: Yıldız falına bakarak gelecekten haber verdiğini iddiâ eden.
[5] Fi sebîli’l-lâhi bi-emvâli-him ve enfusi-him
[6] Lâ yestevî
[7] Fazzala’l-lâhu
[8] Nisa, 95.
[9] Ahsen
[10] İnne’şeydâne kâne li’l-insâni aduvv(en) mubîn(en)
[11] Ve mâ ersel-nâ-ke ‘aleyhim vekîl(en)
[12] Ve legad fazzal-nâ ba’z(an)-nebiyyine ’alâ ba’z(in)
[13] İsrâ, 53-55.
[14] Nisâ, 32.
[15] Mev’izetun min rabbi-kum
[16] Şifâun li-mâ fi’s-sudûr(i)
[17] Huden
[18] Rahmeten
[19] Bi fazli’l-lâh(i)
[20] Huve hayrun mimmâ yecme’ûn
[21] Yunus, 57-58.
[22] Teoloji: Teo bilimi, Tanrıbilim; Tanrı’nın varlığı, eylemleri ve nitelikleri üzerinde düşünce ortaya koyan bilim dalı, ilahiyat, kelâm. Direniş teolojisi, Tanrı mesajlarının devrim ve direniş alt yapısına bağlı adil, özgür ve eşit bir üst yapısı kurma amacı taşıdığı fikridir.
[23] Velev lâ fazlu’l-lâhi aleykum
[24] Nisa, 83/Velev lâ-fazlu’lâhi ‘aley-kum ve rahmetu-hu le’t-teba’tumu’ş-şeytâne illâ galîl(en)
[25] Kıtal: Öldürme, öldürülme (Kâtil: Öldüren, Maktül: Öldürülen, Katl: Öldürme)
[26] Hegemonya: Politik üstünlük sebebiyle kurulan baskı.
[27] Taha,77/Fadrib lehum tarîgan fi’l-bahri
[28] Nisa,101/Ve izâ darab-tum fi’l-arzi
[29] Zariyat, 29/Fe-sakket veche-hê
[30] Kasa, 15/Fe-vekeze-hû Mûsâ fe-gazâ ‘aleyhi
[31] Taha, 18/Ehuşşu bi-hê
[32] Hâkka, 46/Le-katağnâ min-hu
[33] Enfal, 50/Ve’l-melâiketu yedribûne
[34] Bkz. Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, Nisa Suresi, 60 Nolu Ayet, Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2014.
[35] Nisâ, 34/Kadınları darp edin.
[36] Darabe’l-fahlü’n-nâgate
[37] Rağıp el-İsfehani, el-Müfredât, D-R-B Maddesi, Çeviren ve Notlandıran: Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007.