“Bir süredir PKK’nın tasfiyesi dillerden ve medya sayfalarından düşmüyor. Bu haberlerin bir bölümünü bizler üretiyoruz. Bakanların ziyaretlerinden, Başbakan’ın konuşmalarından, bürokratların özel sohbetlerinden yola çıkarak, bir bölümü doğru, diğer bölümü kendi hayal ürünümüz olan bir senaryo yazıyoruz ve bunun gerçek verilere dayanmayan bir senaryo olduğunu bilmemize rağmen, kendimiz de inanır oluyoruz. Bir süre sonra, daha da ötesine geçiyoruz ve kendi senaryolarımıza dayanarak yorumlar yapmaya başlıyoruz. İşin asıl ciddi ve dramatik yanı, PKK’nın bu şekilde tasfiye edileceğine siyasetçilerimiz, polisimiz, hatta askerimizin dahi inanıyor olmaları…”
Böyle başlıyor itiraflarına Mehmet Ali Birand ve yıllardır denenen askeri yöntemlerle, dışardan destek beklentileriyle, ‘tampon bölge’ vb. projelerle sorunun halledilemeyeceğine dair tespitlerle sürdürüyor.
Yıllardır bildiğimiz, söylediğimiz şeyler bunlar…
Ama “içerden” söylenince, yani “itiraf” edilince önemli oluyor elbette.
Bu yüzdendir ki, Birand’ın sözleri tarihi sayılabilecek bir ‘ilk’ niteliğindedir.
Yine de eklememiz gereken boyutlar var elbette.
Bu, Türk medyasında kendiliğinden gelişen bir “gazeteci(lik) alışkanlığı” olmasa gerek.
Yani, “ya alışmışız bir kere, ne yapalım işte” türünden bir “tembellik” ya da “masumiyet” ölçüleriyle asla bağdaşmayacak bir ‘tarz’ var ortada.
Bilinçli olarak devreye sokularak kurumsallaştırılmış ve gazetecilikten çok devletin güvenlik politikasının önemli bir unsuru olarak işlevlendirilmiş medya gerçekliği, karşımızdaki.
O çok ünlü isimlendirmeyle söylersek, psikolojik harbe iliştirilmiş (embedded) medya …
“Ana akım” Türk medyasının Kürt sorunu karşısındaki pozisyonu bu işte.
Yani Birand’ın söylediği, “biz söylüyoruz, siyasetçiler, askerler inanıyor” döngüsü, mekanizmanın işleyişini yeterince temellendirmiyor. (Ama buna rağmen, gazetecilik mesleğinin spesifik ölçüleri açısından bile olsa, çok anlamlı bir çıkış tabii ki.)
Yine, “hayal ürünü bir senaryo yazıyoruz ve kendimiz de inanır oluyoruz” şeklindeki itirafı da boyutlandırmak gerek.
“Gerçek verilere dayanmayan bir senaryo” yazıp ona inanmak ya da siyasetçileri ve askerleri inandırmakla kalsa iş…
Yalan bu, gazete kağıtlarında, tv ekranlarında durduğu gibi durmuyor meret!
Medya aracılığıyla toplumsallaş(tırıl)ıyor…
İşte, yıllar boyunca, Kürt sorununun çözüm olanaklarını etkisiz kılmakta çeşitli biçim ve dolayımlarla kullanılan “Türk sorunu” sözünü ettiğimiz ‘yalanın toplumsallaşması’ üzerinden inşa edildi.
Türk halkı önemli ölçüde bu yalanlara inandırıldı, kandırıldı, istismar edildi…
Bu ise medyanın kendi yalanlarına inanmasından çok daha ağır sonuçlara yol açtı hiç kuşkusuz.
Ama tesadüfi değil, bile isteye yapılan, hedeflenen asıl sonuçtu bu…
Evet, Birand’ın itiraflarında bunlar yok ama yine de çok önemli; güdümlü medyanın kendisine bir biçimde ayna tutması ve kendisini sorgulamaya başlaması açısından bir işaret fişeği olmasını umalım.
Arkasını getirmesini bekleyelim.
Yarın Diyarbakır’da başlayacak olan KCK davası bir sınav mesela…
Birand’ın yöneticisi olduğu medya grubu da dahil, KCK davasının pişirilmesinde “kendilerinin de inandıkları (!)” az senaryo yazmadılar.
Demokratik zeminde siyaset yapan Kürt siyasetçileri, seçilmiş temsilcileri iki yıla yakın bir zamandır mapusta tutan bu karanlık-çözümsüzlük oyununda az rol almadı medya.
Bırakın silahı, bir çakıya bile ihtiyaç duymadan siyaset yapanlar, yüzbinlerce Kürdün oyuyla yerel yönetimlerin başına gelmiş temsilciler, bir anda “memleketi ortadan bölmeye yeminli bölücü canavarlar” olarak lanse edildi.
“BDP’yi PKK’den kurtarıyoruz” üçkağıtçılığı bile manşetlere çekilebildi…
Sonuç?
Ortada işte.
Her şeye karşın, Kürt siyasetinin bir şey kaybettiği yok.
Birand’ın itirafında da gördüğümüz gibi kaybeden, dikiş tutturamayan çözümsüzlük siyasetidir.
Ama bu iflasta ısrar tutumunun halkların geleceğinden çaldığı da açıktır.
Yeterdir!
Senaryolar karın doyurmuyor.
Hayatın realitelerinden beslenilmelidir.
Kayıtsız koşulsuz siyaset alanı açılmadan silahın patlamasının önüne geçilemeyeceği açıktır.
Evet, KCK davası bir sınavdır.
Devlet bir dönem epeyce kirli işini PKK itirafçılarına yaptırdı.
Bizim, embedded medyanın itirafçılarına yaptırabileceğimiz hiçbir kirli işimiz yok çok şükür ki!
Beklentimiz, hiç değilse bu dava açısından, kurgula(n)dıkları senaryoların kör kuyularını terk edip, itiraf etmeye başladıkları realitelerden bakmalarıdır hayata.
Barış için…
Çözüm için…
Varsın bu kadar beklenticiliğimiz de olsun artık!
Çok mu?!
Evrensel