Kur’an’ın üzerinde en çok tartışılan ayetlerinden biri olan Nisa Suresi 34. Ayet Diyanet’in mealinde; “evlilik hukukuna baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün” deniliyor. Allah kadınlara şiddet uygulanmasını tavsiye etmiş olabilir mi?
İstanbul sözleşmesi, 81 maddelik bir insan hakları belgesidir. 2011 yılında İstanbul’da imzaya açıldığı için ona İstanbul sözleşmesi denilmiş, 2012’nin Mart ayında hükümet bunu kabul etmiş ve 2014 yılından itibaren de yürürlüğe konulmuştur. 46 ülke ve Avrupa Birliği bu sözleşmeyi kabul ederek imzalamıştır.
Şu anda dünyada 12 tane temel insan hakları belgesi var. İstanbul sözleşmesi de 13. olmaya aday temel bir insan hakları belgesidir. İnsan hakları belgelerinin ortak özelliği şudur; eski çağlarda milletler ve uluslar kutsal kitaplara göre yönetiliyordu çağımızda ise bu temel insan hakları belgelerine göre milletler, uluslar ve onların anayasaları, kanunları, medeni kanunları hukuk sistemleri yönetiliyor.
İstanbul sözleşmesini 46 ülkenin ve Avrupa Birliği’nin imzalaması şu manaya geliyor; “biz ülkemizde uygulayacağımız anayasamızda, kanunlarımızda ve hukuk sisteminizde İstanbul sözleşmesine aykırı herhangi bir şey yapmayacağız” demiş oluyorlar. Türkiye aynı zamanda diğer 12 temel insan hakları belgesini de imzalamıştır. Çocuk hakları sözleşmesi, kadına karşı ayrımcılık ve şiddete son verme sözleşmesi, köleliğe karşı bildirge, temel insan hakları evrensel bildirgesi, mülteci hakları, ırkçılığa karşı belgeler var bunların hepsine imza atmışız. Bunlar temel insan haklarıdır. Bu temel insan hakları metinlerinin kutsal kitaplarla ve özellikle Kur’an’la karşılaştırmasını yapan “Çağımızdaki 12 temel insan hakları belgesinin kutsal kitaplarla karşılaştırılması” isimli bir çalışma yaptım. Kur’an, bu temel insan hakları belgeleriyle aşağı yukarı aynı şeyleri söylemiştir. Biri 7. yüzyılda diğeri 21. yüzyılda oluşmuş ve yönelimleri aşağı yukarı aynıdır. İstanbul sözleşmesi de kadına karşı her tür şiddeti engellemeye yönelik hükümlerden oluşuyor. Toplam 81 maddenin asıl amacı kadına karşı şiddet ve ev içi şiddet, evin içinde kadınların çocukların dövülmesine yönelik, dışarıda kadınlara yönelik şiddet uygulanmasını engelleyici hükümlerden oluşuyor. Taraf ülkelere bunlarla ilgili kanunlar çıkarılmasını, mevcut kanunların bu sözleşmeye aykırı olmamasını ve bunlarla ilgili Sosyal Politikalar üretilmesi gerektiğini tavsiye ediyor. Türkiye’de bunun altına imza atmış hem de ilk imza atan ülkelerden ama son zamanlarda ki Batı karşıtı söylem ihtiyacı içerisinde, Ayasofya ile beraber sıra hilafette söylemleri ile birlikte “bu batılıların hazırladığı bir insan hakları sözleşmesidir, dinimize geleneklerimize aykırıdır, aileyi tahrif etmektedir, eşcinselliği özendirmektedir, erkeği evin reisi olmaktan çıkarmaktadır, kadına fazla hak vermektedir” diyerek, abartarak karşı söylem oluşturulmaktadır. Elbette bunların hiçbiri doğru değil, İstanbul sözleşmesine kadına hakkını iade eden ve onu şiddete karşı koruyan bir temel insan hakları belgesi olarak bakmak gerekir. Yani maksat kadınları korumak, kollamak ve onlara haklarını iade etmektir.
7.yüzyıl Arap coğrafyasına baktığımızda kadınların durumu çok kötüydü. Evlenirken rızası, fikri sorulmadığı gibi boşanma hakları da yoktu, şahitlik hakları yoktu, mirastan pay alamıyorlardı, cariye statüsüne tabi tutuyorlardı, kabile savaşlarında en çok zarar gören günümüzdeki savaşlarda olduğu gibi yine kadınlar oluyordu. Mesela İkinci Dünya Savaşı’nda en çok zor gören yine kadınlar ve çocuklardır. Nerede bir savaş olsa en çok zarar görenler kadınlar ve çocuklar olur. Amerikalılar demokrasi ve insan hakları getirmek için Irak’ı işgal ettiler ve binlerce kadın öldürüldü çocuklar perişan oldu. Şu anda Suriye’de de gerek göç yoluyla gerek iltica yoluyla gerekse işgalci kuvvetlerin ilk gözünü diktikleri şey kadınlar olduğundan savaşlarda en çok yok edilen, mağdur olan, kalıcı toplumsal hasar alanlar kadınlar oluyor. O zaman da kabile savaşları vardı, kabileler birbirine baskın düzenliyorlar birbirlerinin kadınlarını kaçırıyor, onları pazarlarda satıyor, öldürüyor veya köle cariye haline getiriyorlardı. Kadınlar alınır satılır, üzerinde tasarruf edilebilen eşya, mal muamelesi görüyorlardı ve çok kötü durumdaydılar. Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda kadınların bu durumlarını düzeltmeye yönelik ayetler geldiğini görüyoruz aynı zamanda bugün olduğu gibi kadınlar o devirde de dövülüyordu. Peygamber Medine’ye geldiğinde, bizatihi peygamberin arkadaşları eşlerini dövüyorlardı ve kadınlar şikayetçi oldular. Peygambere, “kocalarımız bizi dövüyor biz artık evimize gitmeyeceğiz” dediler yani protesto ettiler. Medine’de yeni yapılmakta olan mescit de Peygamberin yanında 2-3 gün kaldılar ve evlerine gitmediler. Bunun üzerine Peygamber kocalarını çağırıp onlara hitaben bir konuşma yaptı ve eşlerinizi niye dövüyorsunuz diye onlara tabiri caizse çıkıştı, fırça attı ve benim ümmetimin hayırlıları kadınları dövenler olamaz, kadınlarını dövenler benim ümmetimin hayırlıları olamaz diyerek onları bu işten vazgeçirmeye çalıştı. Bu ve benzeri olaylar üzerine Nisa Suresi 34. Ayetteki örnekte görüldüğü gibi birtakım ayetler gelmeye başladı. Nisa Suresinde onları da birleştirdiğimizde şiddetli geçimsizlik yaşayan ve orada nuşuz diye geçen, Diyanetin mealinde kocalarına başkaldıran kadınlar diye çevrilen, esasında nuşuz aynı zamanda erkek için de geçerlidir ve Kur’an’da erkek içinde kullanılmıştır. Nuşuz; bir şeyin tepe haline gelmesi, tepeleşme, tepe haline gelme demek yani kişinin dikleşmesi iki tarafın da birbirine böyle karşı dikleşmesi ve geri adım atmaması anlamında kullanılıyor. Bugün Türkçede buna şiddetli geçimsizlik diyoruz. Şu anki aile mahkemelerinde de boşanma davalarında şiddetli geçimsizlik boşanma nedeni sayılıyor. Birinci sıradaki boşanma nedeni; şiddetli geçimsizliktir yani tarafların birbirine tepeleşmesi, dikleşmesi, nuşuz yapması her gün kavga çıkması her gün çocukların önünde huzursuzluk çıkması neticesinde evde huzurun kalmaması ve mahkemeye giderek biz şiddetli geçimsizlik yaşıyoruz, hiçbir konuda anlaşamıyoruz denilmesi durumu nuşuz diye ifade ediliyor. Aslında nuşuz’un gerçek anlamı budur. Dolayısıyla bunu şöyle anlamak gerekir, şiddetli geçimsizlik yaşayan aileler için Kur’an Nisa 34. ve 35. Ayetlerde 5 aşamalı çözüm planı önermektedir. İlk olarak demektedir ki oturun konuşun sonra demektedir ki ev içinde biraz ayrı durun, odaları ayırın, evin içinde ayrılık yani birbirinizin üstüne fazla gitmeyin, biraz böyle ayrı durun sakinleşmek için diyor. Üçüncü aşamada evleri ayırın diyor o dövün diye çevrilen aslında evleri ayırın onlardan bir müddet ayrılın, onları bir müddet ayırın buna günümüz mahkemelerinde ön boşanma deniyor. Hakim çiftlere 3 ay, 2 ay, 5 ay duruma göre “bir müddet ayrı yaşayın 3-4 ay sonra tekrar gelin” diyor. Duruma bir daha bakıyor ona göre karar veriyor. Bu geçici ayrılıktır geçici ön boşanma yani bir müddet ayrı kalmaktır. Önce ev içinde ayrılık sonra evleri ayırmak. Dördüncü aşamada tanıdık hakemleri çağırın diyor iki tarafın da tanıdığı, saydığı kişileri çağırın durumu onlara anlatın bakalım onlar ne diyecek belki sizin göremediğinizi onlar görebilir diyerek evliliği kurtarmaya çalışma aşamaları oluyor. Bunu da yaptınız, baktınız bu da olmuyor onlardan da çözüm çıkmadı o zaman beşinci aşama da talak yani boşanmayı öneriyor. Dolayısıyla şiddetli geçimsizlik yaşayan ailelerin bu 5 aşamalı çözümü uygulamaları gerekiyor. Kur’an’da istenen budur üçüncü aşamada dövün diye çevrilen çeviri yanlıştır. Çünkü orada kullanılan kelime darabe kelimesidir darabe kelimesi de yaklaşık daha 9 yerde daha kullanılır ve hepsinde de ihtilaf çıkmıştır. Mesela Nur suresi 31. ayette başörtülerini yakalarına salsınlar derken darabe kelimesi kullanılır. Musa asasıyla denize vurdu mu yoksa denizi işaret mi etti orada da darabe kullanılır oda ihtilaf konusu veya fışkırmakta olan pınarları işaret mi etti yoksa yere bir tane vurdu oradan pınar mı fışkırdı, orada da darabe kelimesi kullanılır. Dolayısıyla bu darabe 17 ayrı anlama gelmektedir ve nerede kullanıyorsa orada 17 farklı anlamda itilaf zuhur etmiştir.
Şimdi dönelim konumuz ayete orada da darabe kullanılıyor dolayısıyla burada bir müddet ayrı kalmak anlamında kullanılıyor. Çünkü darabe kelimesinin Kur’an’daki kullanımına baktığınız zaman bulunduğunuz şehirden bir müddet sefere, yolculuğa çıktığınızda diye kullanıldığını görüyoruz ve bir yerden geçici bir süre ayrılmak anlamında Kuran’da bizatihi kullanılıyor ve sözlüklerde de bu anlamda kullanılıyor. Orada onu dövme diye çevirme bağlam bakımından yanlış, Kur’an’ın bütünün de kadınlara karşı onları kayıran, onlardan yana olan tavrına ters halbuki Kur’an daima kadınlardan yanadır ve kadınlar zaten dövülmektedir. Dövülmekte olan kadınlara bir de gelen ayette tekrar onları dövmeye devam edin gibi bir şey söyleniyor olabilir mi yani bu bir defa olacak şey değildir.
Bir diğer konu da bu ayetlerin kendisine geldiği peygamberin kadınları hiç dövdüğü görülmemiş 11 kadınla ilişkisi olmuş, onlara kızdığı da olmuş iki ay onlardan ayrı kaldığı da olmuş fakat onlara bir fiske vurduğu, en küçük bir şekilde şiddet uyguladığı hiç görülmemiş duyulmamış, etrafındaki sahabeler bu ayetler gelmeden önce kadınlarını dövüyormuş bu ayet gelince Kur’an bizden kadınları dövmemizi istemiyor, peygamber de bize fırça attı diyerek ondan vazgeçmeye çalışmışlar bu apaçık ortada yani bunu dövün diye çevirmek çok yanlıştır. Ne Kur’an’ın bütünlüğü içinde bunun yeri vardır ne peygamber herhangi bir kimseyi dövmüştür ne de sahabelerden herhangi birisi bu ayetten sonra Allah dövün diyor diye eşlerini dövmeye başlamıştır. Tam tersi Allah dövülmesinden rahatsız peygamber de rahatsız bunu yapmamamız lazım demişlerdir. Peygamberin yanında 3-4 gün mescitte kalan 75’e yakın kadın daha sonra evlerine dönmeye başlamış fakat yine de vazgeçmeyenler olmuştur. Dolayısıyla Kur’an’da kadını dövmek diye bir şey yoktur böyle bir emir de yoktur böyle bir tavsiyede yoktur böyle bir uygulama da yoktu. Hatta tam tersi Kur’an’ın indiği o günkü Arap toplumunda kadınları dövmek vardır. Kur’an buna engel olmaya çalışıyor, peygamber engel olmaya çalışıyor, kadınlarını dövmeyen bir toplum var etmeye çalışıyor ama bu Kur’an’da yok. Kuran’da kölelik yok ama hitap ettiği toplumda var. Kur’an’da kadınları dövmek yok ama hitap ettiği toplumda var. Kur’an’da cariyelik yok ama hitap ettiği toplumda var. Kur’an’da çok eşlilik yok ama hitap ettiği toplumda var. Kur’an’da bunlardan bahsediyor mu bahsediyor ama bunu dönüştürmek için değiştirmek için başka bir şekle sokmak için peki başarılı olmuş mu? Hayır yarım kalmış zaten benim görüşüme göre İslamiyet yarım kalmış bir dindir her şeyi yarım kalmıştır. Bütün reformları yarım kalmıştır devam ettirilememiştir.
Şimdi İstanbul sözleşmesi bu ruhla kadınlar dövülmesin şiddet uygulanmasın ev içinde veya evin dışında diye hazırlanmış bir metin, bunun neyine karşı çıkıyorsunuz? Kur’an’ın 7.yüzyılda yapmaya çalıştığı şeyleri bu da 21. yüzyılda yapmaya çalışıyor ve yönelim olarak bana göre aynıdır.
İstanbul Sözleşmesi ile beraber diğer 12 tane temel İnsan Hakları Sözleşmesi zaten Kur’an’da anlatılan hak, hukuk, adalet, insan hakları ve insanın haysiyeti, şerefi, onuru, eşitliği yöneliminin devamı niteliğinde olup bunları karşı karşıya getirmemek gerekir.
Sonuç olarak; İstanbul sözleşmesi, Kur’an’ın 7. yüzyılda başlatmış olduğu kadın reformlarının çağımızdaki devamı mahiyetindedir.