AKP ve MHP ittifakının ideolojik kökleri kurudu. Milliyetçilik, komünizm karşıtlığı üzerine kurulu MHP ideolojisi, anlamını yitirirken; AKP’nin İslamcı siyaseti de İsrail, Filistin ve İslam Birliği argümanlarının çözülmesiyle işlevsiz hale geldi. İktidarda kalan bu yapılar, ideolojik-politik çimentolarını kaybetmiş, sadece devlet aygıtı üzerinden ayakta durabilen yapılara dönüştü. Raf ömrü dolmuş siyasi hareketlerin iktidarından kurtulmak ilk önceliğimiz olmak durumunda.
Yaşar Aydın
AKP ve MHP ittifakının raf ömrü çoktan dolmuş bir yapı olduğunun çokça yazdık. Bu sadece ülke içinde rıza üretememesi, yönetme becerisini kaybetmesi üzerine yapılmış bir değerlendirme değil. Her şeyden önce bu durum AKP ve MHP’yi toplumsallaştıran hatta (emperyalistlerin desteğiyle olsa da) iktidara taşıyan ideolojik köklerinin kurumasıyla ilgili.
Varlıklarını İslam Birliği ve Turancılık üzerine inşa etmiş iki gelenek, bugün geldikleri pozisyon itibarıyla siyaseten destek ünitesine bağlı olarak yaşamlarını sürdürüyorlar. Toplumsal tabanlarını oluştururken kurdukları tüm argümanları ya yok olmuş ya da onlardan vazgeçmiş iki siyasal akım durumundalar. AKP ve MHP suyun üzerinde yüzen adacıklara dönüşmüş durumda. İktidardan düşmeleri halinde bir arada kalmaları imkânsız olan topluluklara olarak yaşamını sürdürüyorlar. İki parti için de şu söylenebilir: Partiyi ve üyelerini birbirlerine bağlayan ideolojik-politik çimento vasfını yitirdi, çözüldü.
MHP MİLLİYETÇİLİĞİ
Alparslan Türkeş tarafından kurulduğu günden bu yana MHP’yi var eden bir iki başlık var. Öncelikleri hiç kuşku yok ki komünizmle mücadelede oldu. 1960’ların sonlarında komando kamplarıyla başlayan süreç 1980 darbesine kadar sol ve yükselen ilerici muhalefete karşı konumlanmayla sürdü. Türkiye’nin iç savaşı andıracak görüntülere, katliamlara sahne almasında rol oynadı. Maraş, Çorum katliamlarının yanı sıra aydın cinayetlerinde rol oynadı. Partinin ve tabanın neredeyse tek motivasyonu yükselen ilerici muhalefeti bastırmak oldu.
MHP’nin varlığını anlamlandıran diğer bir başlık da Kıbrıs sorunu olmuştur. Lefkoşa doğumlu Türkeş’in partisinin her bildirisinde ana başlıklardan biriydi. Türkeş, daha MHP’yi kurmadan Meclis’te yaptığı her konuşmada bu sorunu gündeme getirmesiyle bilinir. Yine 1973/74 yıllarının milliyetçi damarın kabarmasında Kıbrıs önemli rol oynar.
1980 darbesi sonrasında MHP’nin ve milliyetçiliğin harcı PKK’ya karşı duruş olur. Nerdeyse tüm siyasetini bunun üzerine kurduklarını söylemek mümkün. Seçimlerde aldıkları oy bile bu durumu gösteriyor.
Nitekim 1999 Şubat’ında Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesinden iki ay sonra yapılan genel seçimlerde yüzde 18 oyla tarihinin en yüksek oranına çıkması tesadüf değil. Türkiye’nin bölünme paranoyası üzerinden siyasetini ve toplumsal desteğini büyüttü.

Tabi tüm bunları Turancılık şemsiyesinin altında yapmaya çalıştığını unutmamak lazım. Bugünlerde Güney Kıbrıs yönetimini adanın tek temsilcisi olarak kabul eden Türki Cumhuriyetleri bu hayalin en büyük destekçisiydi.
Hiç kuşku yok ki tarikat dışı İslamcılığın en önemli figürü Necmettin Erbakan olmuştur. Her ne kadar yolları ayrılsa da Erbakan’ın bayrağını Erdoğan’ın devraldığını söylemek yanlış olmayacaktır.
İSLAMCILIĞIN DEĞİŞİMİ
Erbakan’ın temelini attığı Milli Görüş siyasetini belirleyen birkaç önemli başlıktan biri İslam Birliğiyse diğeri de İsrail’le mücadele olmuştur. Erbakan, kendisi dışında tüm iktidarları İsrail’le işbirliği yapmakla suçlar. Erbakan’ın lideri olduğu MSP’nin 1980 darbesinin hemen öncesinde gerçekleşen 6 Eylül’de Konya’da gerçekleştirdiği Kudüs’ü Kurtarma Mitinginin ana sloganı, “Ya tam susturacağız ya kan kusturacağız” olması İslamcı gelenek açısından İsrail karşıtlığının ne anlama geldiği konusunda yeterli bir fikir verecektir. Yine daha sonra Erdoğan tarafından temsil edilen İslamcı geleneğin Kıbrıs meselesine bakışı da siyaseten konumlanışlarını göstermesi açısından önemli. Ecevit-Erbakan koalisyon döneminde gerçekleşen Kıbrıs Harekâtı uzun yıllar yapının en önemli argümanlarından biri oldu.

40 YIL EKMEĞİNİ YEDİLER
Hiçbir ayrıma gitmeden söylenebilir ki Türkiye’de sağ tam 40 yıldır Kürt sorunun ve onun yarattığı iklimin ekmeğini yedi. Milliyetçilikle birlikte güvenlikçi politikaların devreye sokulmasında hep bir gerekçe oldu. Seçim zamanların en önemli propagandası haline getirildi. Çözdük, çözeceğiz yalanıyla bazen umut vererek, bazen de başlarını ezeceğiz diyerek oy topladılar. 1980 darbesi ve ardından gelen sağ iktidarlar büyük oranda varlıklarını bu sorun etrafında kurdukları siyasete borçlu.
AKP ve MHP’nin 7 Haziran 2015 tarihinden bu yana devam eden ittifaklarının en önemli parçalarından birinin de bu olduğunu hafızada tutmakta fayda var.

50 YILIN ARDINDAN ANLATACAK NE KALDI?
Türkiye siyasetinde 50 yılı aşkın bir dönemdir var olan iki akım açısından yolun sonuna gelindi. Ya değişecekler ya da yok olacaklar. Ama değişme çabası bile hem kendi içlerinde hem ülke içinde kriz nedeni durumuna. Ayrıca değim o kadar da kolay değil çünkü tüm ana kolanları çürümüş vaziyetteler.
Onlar açısından durum değişim değil tam anlamıyla çökme:
İslam Birliği: Çoktan unutulan bir hayal. BOB Eş Başkanlığı rüyası Körfez ülkelerine emlak satmaya dönüştü. Suriye’de bir kovulmadığı kaldı. İran’a sırt çevirmezse o bile mümkün hale gelecek.
İsrail-Filistin: Dava sadece sözde kaldı. Yandaş basın İsrail ve ABD’ye bırakılacak Gazze’den geleceklere yer bakmaya başladı bile. İsrail ile ticaretin el altından devamı, yapılan çatışmasızlık antlaşması sürecin ne tarafa gittiğini gösteriyor.
Kıbrıs: Mavi Vatan falan derken Kıbrıs siyaseti de başka bir noktaya geldi. Hamasetin perdesi kalkınca ABD ve İsrail’in istediği bir çözüm ortaya çıktı. Türkiye’nin çok güvendiği Fidan’ın “aile” dediği ülkelerden gelen tavır tüm bunların üzerine dikelen tüy oldu.
Kürt sorunu: Öcalan’ın çağrısıyla birlikte başlayan süreç artık başta MHP olmak üzere konu sağ partilerin üzerinden oy devşireceği siyaset belirleyeceği noktanın çok uzağında. Meseleye yaklaşım, çözülme biçimi, Öcalan’la kurulan ilişki gerçekle kurmaca arsında gidip gelirken artık burada da bir dönemin kapandığının işareti oldu.
Yerli ve Milli: Bağımsız dış politika, Türkiye’nin çıkarları konusunda taviz vermeme, lider ülke gibi meselelerde kapandı gitti. Yerli ve milli kavramı Trump’ın ABD başkanı olmasıyla birlikte izlenen çizgiyle artık mizah konusu durumuna geldi.
BİTEN BİR SİYASET ÜLKEYİ YÖNETİRSE
Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu krizin ana nedenlerinden biri ülkeyi yönetenlerin hedefsiz, politikasız ve toplumsal destekten yoksun kalmaları. Bir dönem kapandı. Yaşanan kriz yerine neyin geleceğinin krizidir. İktidar sahipleri kendi içlerinden bir alternatif yaratmadan koltuklarını bırakmak istemiyorlar. Ama ne fikren siyasal bir değişime uygunlar ne bunu yapacakları kadroları var. Ülkeyi ateşe atma pahasına kendi iktidarlarını dayatmaya devam ediyorlar.
Ekonomi, dış, iç hatta kültür politikaları iflas etmiş, bu konularda yurttaştan asla destek alamayan bir yapı ele geçirdiği devlet aygıtı üzerinden kendini dayatıyor.
İçinde yaşadığımız krizin sadece ekonomik olmadığı bilinmelidir. Yaşanılan şey bir dönemin sonuna işaret ediyor. Köklü bir değişim olmadan Türkiye içine sürüklendiği durumdan çıkamaz hale geldi.
Bu yüzdendir ki ara formül, geçiş dönemi kavramların hayat bulma ihtimali yok. O evre çoktan aşıldı. Raf ömrü dolmuş siyasi hareketlerin iktidarından kurtulmak ilk öncelik olmak durumunda. Bu mücadele geleceğin ipuçlarını da verecektir.
∗∗∗
EMPERYALİZM NE İSTERSE…
Bir şeyi de akılda tutmakta fayda var. Türkiye’nin son 50-60 yılında sağcılığın her renginin emperyalist bloğa paralel siyaset izlemesi tesadüf değil. Komünizm karşıtlığı, Yeşil Kuşak, neo-liberal sistem, BOP hangi konu başlığı olursa olsun ABD ve emperyalist blok yönünü ne tarafa çevirse Türkiye’nin sağcıları orada hazır bulundu. Yerli ve Mili olanların Emperyalist politikalarını bu kadar yakında takip etmeleri, uyum içinde olmaları ve bu sayede de iktidarda kalmaları ne acayip bir tesadüf değil mi?