Filistin Ulusal Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas ile İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, ABD Başkanı Obama’nın çağrısı üzerine 2 Eylül günü artık sayısı bile hatırlanmayan barış görüşmelerinden birine daha başladılar ve bir gün sonra da iki hafta sonra yeniden buluşmak üzere ayrıldılar.
Öncesinde Obama, Mısır Devlet Başkanı Mübarek ve Ürdün Kralı Abdullah’la da görüştü… Bu tür gayesiz ve sonuçsuz toplantıların tümünde oldu gibi, bu sefer de liderler “bu, barış için son fırsat” türünden kimseyi inandırmayan sıkıcı laflar ettiler.
Durup dururken neden Filistin ve İsrail arasında böyle bir görüşme başlatıldığı hiç anlaşılmadı.
Çünkü gerçekte bir “barış görüşmesi”, ancak savaşın belli bir olgunluk aşamasında gerçekleştiğinde ciddiye alınabilir. En azından taraflar arasında artık sorunların silah dışı araçlarla çözülebileceği umudunun doğmuş olması, çatışmaların belli bir doygunluk noktasına gelmiş olması gerekirdi. Konuşularak halledilebilecek sorunlar ortaya konmuş ve iki tarafta da konuşma isteğinin belirginlik kazanması gerekirdi.
Ortada böyle bir durum yoktur. İsrail, daha önceki “barış görüşmeleri” oyunlarını, daima kendi durumunu güçlendirmek, zaman kazanmak, Arap ve İslam ülkelerine meşru bir devlet olduğunu kabul ettirmek için kullanmıştır. Ve bütün önceki görüşmelerden, barış adına hiçbir sonuç elde edilemezken, İsrail’in işgal ettiği topraklar üzerindeki hâkimiyetini güçlendiren, meşrulaştıran sonuçlar çıkmıştır.
Bu son görüşmede de, Filistin Ulusal Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, Yahudi yerleşimlerinin durdurulmasına dair hiçbir taahhüt alamadan masaya oturmuş, “daha sonra yeniden görüşürüz” denilerek masadan uğurlanmıştır. Netanyahu ise, “İsrail diğer halkın bu toprakları bizimle paylaşmasını kabul ediyor” biçiminde, nereye çekilirse oraya gidecek laflar etmiştir. İsrail’in Filistin toprakları üzerinde inşa ettiği ve her gün genişlettiği yerleşim merkezleri düşünüldüğünde, bu sözlerin, şu anda Filistin toprağı olarak bilinen her karış toprağın paylaşılması, yani hiç hakkı yokken İsrail tarafından en azından bir bölümüne el konulması anlamına geldiğini anlamak için müneccim olmaya gerek yok. Abbas işgal altındaki topraklarda Yahudi yerleşimlerinin durdurulması şartını konuşmaya bile yanaşmayan Netanyahu’ya “Yerleşimlerin durdurulması dâhil bütün taahhütleri yerine getirmeye davet ediyoruz” diye boşuna seslenip durmuştur.
Netanyahu, açılış konuşmasında, “Sizden İsrail’i Yahudi halkının ulus devleti olarak tanımanızı istiyoruz” demişti. Bu, çok uluslu demokratik bir devlet talebi önünde İsrail’in tavrının açık bir ifadesiydi ve masaya oturmak için yıllardır hiçbir gelişme sağlanmadığının en açık göstergesiydi. Filistin yönetimi ve bölgedeki güçlü Arap devletleri, “eşit haklara sahip vatandaş olarak, çok uluslu demokratik devlet altında barış” formülüne yakın durdukça, İsrail buna karşı da duvarlarını örüyor. Barış’ın önünü açacak her türlü tavizin önünü kesiyor. Bir başka deyişle, taviz falan istemiyor. Batı Şeria ve Gazze’nin tam ilhakı, Filistinlilerden arındırılması ve gittikçe genişleyen bir İsrail’den başka her türlü hayal, özlem, plan, proje Siyonist yönetim için zaman harcamaya değmez boş işler olarak görünüyor.
Bu arada Hamas, Yahudi yerleşimcilere karşı saldırılarını sürdürerek, “Siyonist düşmana artık saldırı olmayacağı sözü veren” Abbas’a mesajını yolladı.
Hamas sözcüleri, farklı kanallardan dünyaya ve Filistin’in temsil yeteneğini yitirmiş yönetimine karşı, “Direniş eylemleri devam edecek, işgalci İsrail ve Fetih bunu durduramayacak. Abbas ne Filistinliler adına konuşma hakkına sahip ne de onları temsil ediyor. Bu nedenle çıkacak sonuç Filistin halkını bağlamayacak” diye sesleniyorlar. Filistin’in Hamas mensubu Başbakanı İsmail Heniyye, Siyonist işgal rejimiyle Abbas yönetimi arasında başlayan müzakerelerin başarısız olmaya mahkûm olduğunu, görüşmelerin Filistin davası aleyhine ve Siyonist projeleri desteklemek için kotarıldığını söyleyerek açıkça Abbas’ı suçladı.
Filistin halkı gözünde, “düşmanın bir dediğini iki etmeyen ve onu memnun etmek için elinden geleni yapmaktan kaçınmayan Abbas ve görüşmeci takımı” olarak bütün değerini yitirmiş bulunan yönetimin, Hamas’a rağmen ve halkın taleplerini sürekli göz ardı ederek yürüttüğü diplomasinin, herhangi bir “barışçı sonuç” getirmesi asla mümkün görünmüyor.
Buna rağmen bu komedinin sahnelenmesini Obama’nın Irak’tan çekilirken Ortadoğu’da hâlâ çok etkin bir lider olduğu imajını vermek istemesi olarak değerlendirenler haklı görünüyorlar.
Evrensel