Peygamber Medine’de bir “İslam devleti” kurdu mu? Bugünkü anlaşılan anlamı ile devlet dediğimiz şey Medine’de Peygamber tarafından gerçekleştirildi mi? İslam’ın ana kitabı olan Kur’an’da bu konuda neler söylenmektedir?
Devlet kelimesi Arapça bir kelime olduğundan dolayı Kur’an’da bir şekilde kullanılmış olması lazım. Baktığımızda Kur’an-ı Kerim’de iki yerde devlet kelimesi kullanılıyor. İkisi de olumsuz anlamda. Haşr suresi 7. ayette ‘’Mallar sizden zenginler arasında dönüp dolanan bir devlet haline gelmesinin’’ deniliyor. Burada görüldüğü gibi devlet kelimesi olumsuz anlamda kullanılmaktadır. Tahakküm, hegemonya manasında ele alınmaktadır. Yani mallar sizden zenginler arasında dönüp dolanan bir tahakküm aracı, bir hegemonya vesilesi olmasın. Devlet bir zenginler kulübüne dönüşmesin, zenginler arasında al gülüm ver gülüm devam eden hegemonya aracı haline gelmesin deniliyor. Böyle denilerek de devlet kelimesinin bir tahakküm ve hegemonya anlamı olduğu ifade edilmiş oluyor.
Yine bir başka yerde de devlet kuşunun insanların başlarına sırayla konması gibi bir anlamda yani başına devlet kuşu, talih kuşu kondu ifadelerinde geçtiği gibi rahatlık, bolluk anlamında kullanılıyor ve bunlar da Kur’an-ı Kerim’de çok övülen şeyler değildir.
“Devlet” kavramı modern dünyada ulus devlet anlamında kullanılıyor. Yani sınırları, toprakları ve nüfusu olan bir yerde, hegemonya ve egemenlik kurmuş bir ulus anlamında ele alınıyor. Demek ki modern anlamda devlet olması için üç şey lazım. Toprak, insan nüfusu ve egemenlik… Bir toprak parçası üzerinde bulunan insanlar üzerinde egemenlik kurduğunuz zaman orada modern anlamda bir devlet oluşmuş oluyor. Fakat devlet sadece bunlardan ibaret değil. Bir de iç yapısı bakımından para, silah ve yargılama tekeline sahip olması gerekiyor. Yani herhangi bir örgütlenmeye para toplama yetkisi verilecek. Kendisinden başka herkesten sürekli ve periyodik olarak vergi, para toplama yetkisine sahip olacak. İkincisi silah bulundurma yetkisine sahip olacak. Kendisinden başka hiç kimse bu şekilde silah bulundurma ve kullanma gücüne sahip olamayacak. Bir de insanları tutuklama, gözaltına alma, ifadeye çekme, sorgulama, cezalandırma ve cezaevine atma gibi bütünüyle yargılama süreçlerinin tüm yetkilerine tek başına sahip olduğu zaman orada bir devlet oluşmuş oluyor. Görülüyor ki gerek iç manaları, gerekse dışsal manaları ile birlikte devlet aynen Kur’an’da kullanıldığı şekli ile tahakküm ve hegemonya olmuş oluyor.
Hegemonia eski Yunancadan geçen bir kelime. Türkçede baştaki ‘’h’’ harfi atılarak egemenlik anlamında kullanılmaktadır. Türkçede egemenlik, eski Yunancada hegemonia olarak geçiyor. Yani egemenlik veya Arapçası hakimiyet, az önce saydığımız yetkileri tek başına ve mutlak anlamda kullanıyor. Genellikle halk bu yetkiyi devlete veriyor ve itaat ediyor, vergisiyle destekliyor, yargılamasını kabul ediyor. O zaman bu tahakkümü kendi kendine kabul etmiş oluyor.
Bu açıkladığımız anlamları ile birlikte acaba İslam’ın bir devlet talebi var mıdır? Yani Peygamber ortaya çıktığı Mekke’de ve sonra Medine’de bir devlet kurmuş mudur? Sınırları belli olan bir toprak parçasında, bir insan nüfusu üzerinde, hegemonya, tahakküm, egemenlik kullanmış mıdır? Medine ahalisinden para toplama, tek başına silah bulundurma ve kullanma yetkisi almış mıdır? Bir de, Medine ahalisini yargılama, tutuklama, gözaltına alma, suçlulara ceza verme yetkisini tek başına ve mutlak olarak almış mıdır? Bu sorunun açılımı bu oluyor.
Hayır, bunların hiç birisini yapmamıştır. Böyle bir talebi de olmamıştır. İnsanlara vergilerinizi, paralarınızı bize getirin dememiştir. Sadece biz silah bulunduracağız, bizden başka kimsede silah olmayacak dememiştir. Aranızdaki davaları ben yargılayacağım, benden başka kimse yargılama talebinde bulunmayacaktır dememiştir. Medine’de bulunan insanlar üzerinde tahakküm, hegemonya yetkisi içinde olduğunu söylememiş, Medine ahalisinden de böyle bir talepte bulunmamıştır.
O devirde Medine’de 10.000 kişi yaşamaktadır. Bunların 1.500 kadarı Peygamberin etrafında olan Müslümanlardır. 4.000 kadarı Hristiyan ve diğer çeşitli inançlara mensup, 4.500 kadarı da Yahudi nüfusudur. Peygamber Medine’ye gelince devlet kurmadıysa ne yaptı? Bir yönetim tesis etti, bir toplum kurdu, o toplumun sınırlarını belirledi, o toplumda yaşayan insanlarla aralarında bir sözleşme imzaladı doğru. Bütün bunlar bugün modern anlamda devlet dediğimiz şeyin kapsamına girmemektedir. Çünkü ortada bildiğimiz anlamda hegemonya, para, silah ve yargılama yetkisini kendisinde bulundurma yok.
Peki ne yapmıştır ve nasıl yapmıştır? Medine’ye geldiğinde 18 tane kabilenin ileri gelenleri ile Medine Sözleşmesi imzalanıyor. Bu sözleşmeye baktığımız zaman Peygambere bir hegemonya yetkisi verildiğini görmüyoruz. Bir defa sözleşmede İslam kelimesi, Kur’an kelimesi hiç geçmiyor. ‘’Muhammed ve arkadaşları, Muhammed ve onunla beraber hicret edenler, Muhammed ve onunla beraber cihad edenler’’ diye geçiyor. Yahudi ve Yahudi olmayan diğer kabilelerle, Medine’nin ileri gelen topluluklarıyla adalet, barış, savunma ve herkesin kendi dininde serbest olması üzerine anlaşma, sözleşme yaptıklarını görüyoruz. Sözleşmede en çok ‘’adalet’’ kelimesi geçiyor. Para toplanmasından, silah bulundurmasından bahsetmiyor. Peygambere tüm toplumu yargılama yetkisi verildiğinden bahsetmiyor. Ancak yardımlaşmadan, dayanışmadan bahsediyor ve Medine’yi beraber savunacağız diyor. Eğer bu topluluklar içinden birisi sorununu Peygambere çözmesi için götürürse, onun hakem olmasını talep ederse aralarında adaletle hüküm vereceği söyleniyor. Onlar müracaat ettiği takdirde ‘’Aramızda bir davamız var, bu davamızı sen çöz, bizi dinle ve aramızda hüküm ver’’ diye bir talepte bulunurlarsa adaletle hükmedeceği, karar vereceği, talep halinde hakem olacağı ifade ediliyor. Bu kendiliğinden tek yanlı, tüm topluma hegemonya kurma, tüm yargılamanın bir tek kişinin elinde veya bir grubun elinde olması anlamına gelmiyor.
Dolayısıyla Peygamberin Medine’de kurmuş olduğu toplum bugünkü anlamıyla bir ulus devlet değildir. Demokratik toplumdur, bugünkü tabirlerle söylüyorum. Oluşturmuş olduğu yönetim bir tahakküm ve hegemonya öngören, baskıcı otoriter ve totaliter bir devlet değildir, Demokratik Cumhuriyettir. Yukarıdan aşağı tek adamcı, merkezi yönetim değil; aşağıdan yukarıya yerel yönetim, her topluluğun kendi kendini yönetmesi ve fakat bunu bir arada yaşayarak yapması modeline uymaktadır. Bu yönetim şekline illa devlet tabirini kullanacaksak olsa olsa ‘’Adalet Devleti’’ diyebiliriz. İslam Devleti, Din Devleti, Şeriat Devleti, Ulus devlet, bir ırkı, kavmi esas alan devlet değil, Adalet Devleti… Topluluklar arasında adaleti sağlamaya yönelik eşitlikçi, özgürlükçü, paylaşımcı bir yönetim anlayışı. Buna siyasal literatürde Demokratik Cumhuriyet, benim yazmış olduğum kitapta geçtiği ismi ile Adalet Devleti, Ortak İyinin İktidarı diyebiliriz. Çünkü nihayetinde perspektif olarak devlet olumsuz bir kavramdır ve ondan ancak yüzde yetmiş kötülük, yüzde otuz iyilik sadır olabilir.
Sonuç itibariyle yeryüzünde tüm devletler ortadan kalkmalıdır. Ancak bu zor bir iş, nihai hedef ve bir ülküdür. Ancak o hedefe gidinceye kadar ortada var olan devletlerin, bir kişiye, bir ulusa, bir dine, bir mezhebe, etnik bir gruba, bir partiye, bir ideolojik gruba teslim edilmemesi ve onların hepsinin ortaklaşa oluşturdukları konsorsiyumlarla, federal anlayışlarla, sözleşmelerle idare edilmesi gerekir. Yani devlet ortadan kalkıncaya kadar tek bir gruba emanet edilemez. Tüm gruplar beraber olacak, hiçbirinin inisiyatifine bırakılmayacak, ortaklaşa olacak, beraber olacak. Aksi halde devlet yani para toplama, silah bulundurma, yargılama, hegemonya, tahakküm yetkisi bir kişiye, gruba, dine, mezhebe, etnik kökene, şahsa verildiği takdirde orada tasfiye, zulüm, baskı olur, insanlar mutsuz olur.
Devlet kurumunu bir kişiye veya gruba emanet etmemenin ve birlikte edip eylemenin arkasında yatan mantık esas itibariyle budur. Ama sonuç itibariyle “cennet” olmalıdır. Yani sınırsız, sınıfsız, devletsiz, sömürüsüz, savaşsız bir dünya olmalıdır. Bütün kutsal kitaplarda dini ülkü olarak bize bu gösterilmiştir ve buna inanmamız, bunun için çaba sarf etmemiz istenmiştir.