1 Mayıs vesilesi ile işçi hakları, İslam’da emeğin yeri 1 Mayıs’la ortaya çıkan emek, iş ve işçi kavramının dindeki yeri ve bağlantısı üzerinde durmak istiyorum. Genellikle dini çevreler 1 Mayıs’a ilgisiz kalırlar. Cumhuriyet tarihi boyunca dini çevrelerin, işçilerin ve emekçilerin yanında yer aldığı bir olay neredeyse olmamıştır. Dini çevrelerin dinden kaynaklı bir duyarlılıkla; “İslam’da emek çok yüce bir değerdir, İslam’da işçi hakları çok değerli bir yere sahiptir bu konuda ayetler hadisler vardır” diyerek 1 Mayıs’ı kutladıkları 1 Mayıs’a ilgi gösterdikleri neredeyse görülmemiştir.
2012 yılı 1 Mayıs’ında Fatih Camisinde ölen işçiler için kılınan gıyabi cenaze namazı ve sonrasında Taksim Meydanına kadar yürüyenler istisna olarak tarihteki yerini almıştır. O tarihe kadar camiden çıkıp 1 Mayıs alanına kutlama amacıyla gidenlerin olduğu görülmemişti çünkü dini çevreler 1 Mayıs’ı solcuların kutladığı bayram olarak biliyorlar, solcuların da ateist olduğunu düşünüyorlar. Bir anlamda 1 Mayıs bu gerekçelerle neredeyse İslam düşmanlarının kutladığı bir bayram olarak görülüyor.
2012’deki bu tarihi olayla beraber Camilerden de çıkılıp, işçiler için gıyabi cenaze namazları ve duaları edilip birtakım dini sloganlarla, ‘’Mülk Allah’ındır’’, ‘’Allah ekmek özgürlük’’ diyerek 1 Mayıs alanlarına gelinebileceği görülmüştür.
Antikapitalist Müslümanlar ‘’İşçiye emekçiye selam, yaşasın devrimci İslam’’, ‘’Mülk Allah’ın, emek işçinin, kahrolsun küresel kapitalizm’’ diyerek hem Türkiye dindarlığına hem Türkiye solculuğuna hem de dünyaya mesaj vermişlerdir.
Şimdi bu çerçevede şunu ifade etmek istiyorum; Kur’an-ı Kerim’de Necm Suresi 39. ayette denir ki; “insan için emeğinden başka hakkı yoktur.” Burada Kur’an bu ayeti ile emeği yegâne değer olarak vaaz ediyor. İnsan için emeğinden başkası yoktur ‘’Ve-en leyse lil-insâni illâ mâ se’â’’ Arapça orijinali de tam budur, ‘’leyse lil-insâni’’ demek, insanın sahip olduğu hiçbir şey yoktur demektir. Müslüman olsa da olmasa da kendisine insan diyen birinin bir şeye emek vermek, çaba sarf etmek, alın teri dökmek dışında sahip olma, kendine ait kılma hakkına sahip olduğu hiçbir şey yoktur.
Demek ki, bir şeye sahip olduğunuzu iddia ediyorsanız ona ne kadar emek harcadığınızı kanıtlamak zorundasınız. Eğer emeksiz, herhangi bir emek harcamadan o şeye sahip olursanız, hırsız durumuna düşersiniz çalıntı söz konusu olur. Bir şeyin çalıntı olmaması için de ona emek sarf edildiğinin kanıtlanması gerekir. İşte Kur’an’ın Necm suresinin 39. ayeti bunu anlatıyor. İslam’da yegâne değer emektir, emek olmadan hiçbir şey caiz değildir. Bir şeye sahip olmak istiyorsanız ona ne kadar emek sarf ettiğinizi kanıtlamak zorundasınız.
İslam Peygamberi birisi ile tokalaşıyor, tokalaştığı kişinin ellerinin nasırlı olduğunu görünce ‘’sen ne iş yapıyorsun?’’ diyor. O da diyor ki; ‘’Ben tarlalarda çalışıyorum, rızkımı böyle çıkarıyorum. Tarlalarda çok kazma, kürek tuttuğum için ellerim bu şekilde nasırlandı.’’ Peygamber önce o eli öpüyor sonra havaya kaldırarak etrafındaki arkadaşlarına yani sahabeye; ‘’Cehennem ateşinin yakmaktan haya edeceği bir el görmek isteyen bu ele baksın’’ diyor. Burada insanlara bir mesaj veriliyor. Çalışan emek veren işçinin emekçinin alın teri dökenlerin kazandıkları en kutsal kazançtır. En kutsal kazanç emek sarf ederek, alın teri dökerek elde edilen kazançtır ve insana bundan başka bir karşılık söz konusu değildir.
Öyle ki, İslam inancına göre yerlerin ve göklerin yaratılışı da bir emek mahsulüdür. Çünkü yerlerin ve göklerin yaratılışı birdenbire olmamıştır. Uzun süre devam etmiştir ve her şey üstü üstüne birike birike meydana gelmiştir. İnsanın yaratılışı anne karnında bekleyişi, çocukluğu, bebekliği, büyümesi, yetişkinliğe ermesi bile uzun yıllar süren bir emeğin mahsulüdür. Eğer bir şeye emek vermezseniz o bedavacılık olur.
Yine Kur’an-ı Kerim’de buna benzeyen başka bir ayette denmektedir ki; ‘’Yoksulların zenginlerin malı üzerinde hakkı vardır.’’ (Meâric; 24/25). Burada da hak kavramı kullanıyor. Acaba nasıl oluyor da hakkı oluyor? Şu anki anlayışa göre zenginler çalışmış çabalamış emek sarf etmiş, para kazanmış, mal biriktirmiş ama yoksul yatmış çalışmamış emek sarf etmemiş onun için yoksul kalmış deniliyor. Böylesi bir yoksulun nasıl oluyor da emeğiyle kazanmış helalinden zengin olmuş bir zenginin malı üzerinde hakkı oluyor. Bu hak nereden geliyor, ne hakkı?
Önceki ayette hakkın emekle olduğu söyleniyordu insan için emeğinden başka hak yoktur denmekteydi. Demek ki hak talebinde bulunmanız için o hakkı alabilmek için o hakkın size ait olduğunu hatta o hakkın bedelinin, değerinin size ait olduğunu göstermeniz gerekiyor. Bunun için de ne kadar emek sarf ettiğinizi kanıtlamanız gerekiyor. Acaba oraya o kadar emek sarf ettiniz mi, etmediniz mi? Aynı şekilde şu anki anlayışa göre; yoksul fakir kaldığına göre demek ki bir şeye emek sarf etmemiş çalışmamış ve yoksul kalmış diğer taraftan zenginin o kadar malı olduğuna göre demek ki çok çalışmış emek sarf etmiş helalinden zengin olmuş deniliyor. Bunların hepsi yanlış.
Zenginler emek sarf ettiği için zengin olmuyorlar, yoksullar emek sarf etmediği çalışmadığı için yoksul kalmış olmuyorlar. Belki de tam tersi. Olayı bir de tersinden düşünmek lazım. Zenginler çalışmadığı için zengin oluyor yoksullar çok çalıştığı fakat emeğinin karşılığı kendilerine dönmediği için yoksul kalıyor olamaz mı? Çünkü bugün dünyanın her yerinde fabrikalarda çalışan yoksul işçiler, emekçiler, emeği ile geçinenler acaba tam olarak çalıştıklarının karşılığını alabiliyorlar mı?
Bir fabrikada kim kime para veriyor. Mesela bazı patronlar ve biraz da küstah zenginler derler ki; ‘’Sizin karnınızı ben doyuruyorum, kursağınızdaki ekmek de benim payım var. Onu size ben veriyorum’’ gibi sözler söylerler. Acaba gerçekten böyle mi? Kim kime para veriyor? İşçiler mi patronları doyuruyor, patronlar mı işçileri doyuruyor? İşçiler kazandıklarıyla patronları mı zengin ediyor yoksa zenginler işçilerden aldıklarıyla onlardan artan değerleri kendi sermayelerine katarak mı zengin oluyorlar? Yani zenginliğin kökünde ne var?
Büyük filozoflar demiştir ki; “Hiçbir zenginlik suç işlemeden oluşamaz.” Eğer birisi zengin oluyorsa bu helalinden olamaz çünkü para biriktirmenin, ihtiyaçtan fazlasına sahip olmanın meşru bir tarafı olamaz kesin meşru olmayan bir yerden geliyordur.
Benim şu ana kadar görebildiğim kadarıyla hiç kimsenin faiz geliri olmadan, yanındakini sömürmeden, kamu imtiyazı yaratmadan ve bunu kullanmadan, bilgi tekeli oluşturmadan zengin olması mümkün değil zenginlik bunlardan geliyordur. Ya parayı para karşılığı satarak elindeki sermayeyi başkasına kullandırıp ondan faiz alarak zengin oluyordur yada yanında çalışanları, işçileri sömürüyordur onların haklarını kendine geçiriyordur veya bir kamu imtiyazı kullanıyordur. Devlete, belediyeye hortumları bağlamıştır oralardan ihaleler yoluyla haksız kazançlar elde ediyordur veya çok para eden bir şey üzerinde bilgi tekeli oluşturmuş onu kimseye vermiyordur ve oradan kendisine gelir akıyordur. Bunun dışında bir insanın zengin olması emeği ile çalışarak ihtiyaçtan fazla mal biriktirmesi, yedi sülalesini geçindirecek servet biriktirmesi, önündeki beş yüz yılını garantiye alacak bir mal ve servete kavuşması bunu da gündelik emek sarf ederek oluşturması mümkün değildir.
Dolayısıyla insanların emeği ile çalışması dünyanın en namuslu, en dürüst, en insanca olayıdır. Kişiler emeği ile çalışırlar ama zengin olmayabilirler. Zaten en büyük zenginlik dürüstlüktür namusuyla alın teri ile çalışmaktır. İslam’da da bunun böyle olduğu aktardığım iki ayette verilmiştir.
Bu çerçevede 1 Mayıs Emek ve Dayanışma günü, İşçi Bayramı, Emek Bayramı tüm İslam dünyasında coşku ile kutlanmalı bütün Müslümanlar 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nde emeğin değerini bir kez daha hatırlamalıdır.
Bugünün en çok dünyanın ezan okunan Müslüman ülkelerinde kutlanması gerekir. Hal böyle iken durumun tersi olduğunu görüyoruz. Kur’an’da en yüce değer emek ama Kur’an’a inandığını söyleyen Müslümanlar Emek Bayramı’na bigâne.
Emeğin alın terinin dayanışma ve yardımlaşmanın günü olan 1 Mayıs kutlu olsun.