İnsan, farklı fizyolojik olaylar karşısında aynı tavrı gösterebiliyor. Bu aynı paydada birleşen cemaatler için de geçerli. Farklı fiziksel, çevresel etkilere aynı refleksi gösteriyorlar. İnsan korkudan, endişeden ve hatta aldığı fiziksel bir darbeden ötürü nasıl ki, bayılabiliyorsa, aynı şekilde, sevinçten, heyecandan ve narkozdan ötürü de bayılabiliyor.
Hayat hızla akıyor. Şubat dönemlerinden süzülüp gelen İslamcılar, 28 Şubat’ta aldıkları bayıltıcı darbenin etkisini üzerlerinden atmadan şimdi de AKP ile gerçekleşen sivilleşme sürecini sevinç, heyecan ve mutluluğun etkisiyle bayılarak geçiriyorlar. O kadar çok mutluluk ve sevinç damarlarında geziniyor ki, Kemalistlerin ipliği pazara döküldükçe ‘oh olsun’ türünden haberlere imza atıyorlar. Daha önce renkleri farklı olan İslamcı fraksiyonların birbirleriyle olan ilişkileri ‘Mevlana-Şems’i kıskandırırcasına ileriye doğru birbirine geçişkenlik gösteriyor. O kadar ileriye gidiliyor ki, liberal zevatın kalemşorları İslamcı basında, başörtülü ablalarımız da liberal gazetelerde yazıyorlar.
Sivil alanın genişlemesini siyasal alanın (devlet) daralması olarak algılıyorlar. İslamcılar işte burada sevinç sarhoşluğu içerisinde referanduma ‘evet’ derlerken atı alanın Üsküdar’ı geçtiğini yeni fark etmekteler.
Sivilleşmeyi sadece askeri üniformalıların ülkeyi yönetmemesi olarak algılayan zihin, iktidardaki AKP’yi de sivilleşmenin şartı olarak görüyor. Kazın ayağı hiç de öyle değil. Sivilleşmeyi ve özgürlük alanlarının açılmasını, kendine verilen bir yem olarak algılayamayan İslamcıların iyiden iyiye düşünmeleri gerek aslında. Eğer mesele sivilleşme ve özgürlük alanlarının açılması ise, orduyu şortla selamlayan, resen Genelkurmay Başkanını emekliye sevk eden Özal’ı neden desteklemediniz? Yoksa Semra Hanım başörtülü olmadığı için mi? Yazık. Oysa Semra hanım, hiçbir başörtülüye hakaret dahi etmemişti.
Yıllardır bu topraklarda parya muamelesi gören kitleler değişmiş midir? Ya da ezilen halk kitlelerinin, yoksul ve yoksun bırakılan gariplerin durumu mu değişti? Yok sayılan, horlanan Kürt kimliği mi tanındı? Başörtüsü yasağı kaldırıldı mı? Azınlık hakları geri mi verildi? Aleviler zorla Sünnileştirilmekten vaz mı geçildi? Asgari ücreti işçiler mi belirliyor? Yapılan hangi uygulama halkın lehine yapılmıştır? Allah aşkına?
Serbest piyasa, pazar ekonomisi, küreselleşme vb neo-liberal politikaların uygulanabilmesinin ortamını demokrasinin zorunlu zemini olarak algılayan İslamcılar, modern cahiliye olan kapitalizme Anadolu’da gereken direnişi gösteremediler. Hatta süreç içinde kapitalistleşerek olayları kanıksadılar. Bilgi ve birikimlerini bu sürece angaje ettiler ve sisteme eklemlendiler. Sürece eklenmeyi reddetmek, soyutlanmak olarak adlandırıldı. Oysa üçüncü bir yol vardı. Kemalistlere olan öfkenin gözlerini bürümesi nedeniyle adalet eksenli bir çıkışın yapılması gerektiğini fark edemez oldular. Hatta o kadar renkler karıştı, süreç o denli vahim bir manzara oluşturdu ki, sokakta NATO’yu protesto edenler, gazete köşelerinde sus pus oldular. Gazze gemisinde bulunanlar, Ortadoğu’ya karşı Anadolu’ya füze rampası kurulması karşısında ‘şartlar olgunlaşmadı’ diyerek tavır takın(a)madılar. Nihayetinde muhafazakârlaştılar. Sokakta devrimci, mahallede muhafazakâr tipler üretildi bu süreçte. Tıpkı Davos’ta aslan olanın Lizbon’da kedi olması gibi.
Liberalizmin özgürlük anlayışı, her grup ve cemaatin kendi adına ve kendi için örgütlenerek çıkar peşinde koşması yüzünden, kendi baskı gruplarını ve lobilerini kullanma, sistemi “işler halde sürekli yenilenen, devinim halindeki bir kandırma mekanizması” olarak görebilme becerisini Müslümanlar gösteremedi.
Vahyin ve evrensel insani değerlerin tercümanı, sesi olması gereken Müslümanlar, Kürtler için anadilde eğitimi, Aleviler için zorunlu din dersi işkencesini, nesillerimiz için çevre katliamlarını, aç bırakılanlar için asgari ücret zulmünü seslendiremediler. Hatta bu konuları gereksiz görüp hafife aldılar. Karnı aç olanların füze kalkanına verecekleri ne cevap olabilirdi ki, zaten?
Halkın öfkesine kılavuzluk etmesi ve gerekli siyasal hareketi oluşturması gereken İslamcılar, ne yazık ki, Kemalizme olan öfkelerinin kurbanı oldular. Kemalistlere olan öfkelerini, halkın ezilmişliğiyle birleştiren AKP muhafazakârlığı, darbecilerle hesaplaştığı, Kemalistleri tasfiye ettiği (tasfiye değil, sadece ambalaj değişikliği), hatta kendisinin mağduriyeti üzerinden bir sihirle iktidarını sağlamlaştırıp İslamcıları pasifize etmeyi başardı.
Kendi topraklarındaki kardeşlerine anadilde eğitim ve ilköğretimde başını örtme hakkını savunamayan, asgari ücrete, işsizliğe, işten çıkarmalara, borçlandırmalara, çevre katliamlarına suskun kalan yapılar, füze kalkanında ancak çakmaktaşı kadar ışık verebileceklerini görmez oldular. İktidarla olan yakınlaşmanın bedelini kitleleri harekete geçirememe olarak ödüyorlar. Tezkere döneminde oluşturdukları platformların esamesi okunmadığı gibi, referandumda oluşturdukları ittifakı, füze kalkanı konusunda dahi oluşturamadılar. Acı ama gerçek.
MGK gözetiminde siyasetten kurtulmuş olunabilir. Küresel gözetleyicileri yok sayamayan bir iktidarın İslamcılara verebileceği bir şey yoktur. Çünkü Müslüman, devrimci duruşunu konjonktürel değişimlere göre belirlemez, belirleyemez. Kendi içindeki dinamik özeleştiri ve istişare mekanizması sürekli olduğu sürece tabii. Siyasetini kendi gerçekliğine uygun olarak hayatın içinde, iktidarın merkezini ve mevcut siyasal otoriteyi ortadan kaldırma üzerine yapar.
Devrimci duruşlarını koruyamayan yapılar, devletin güdümünde (AKP ile Devlet birleşmiştir), dolayısıyla iktidarın boyunduruğunda hareket etmeyi tercih etmişlerdir. Söylemlerini öteleyen, geleneksel cemaatlerle yakınlaşan, hatta onlarla aynileşen, etnik ve bölgesel karşı tepkileri önemseyen, iktidara karşı görünmemek için işçileri, Alevileri ve Kürtleri es geçen oluşumlar, hiçbir zaman devletten ve AKP’ den ve onların ideolojisi olan Kemalizm ve muhafazakârlıktan ayrışıp bağımsızlaşamazlar. Yeni özgürlüklerden ve özgürlük alanlarını genişletmekten çok, ‘iyi koşullarda verilmiş haklarla’ yetinmekten başka bir şey yapmayacaklar.
İslamcılar bugün egemenlerin uzağında toplumu etkileme ve olayları yönlendirme sürecinin de ötesinde yer alıyorlar. Mevcut iktidar, kendi vatandaşını bombalayan Kemalistlerden farksızdır. AKP de kendi tabanını liberal bombayla kapitalistleştiriyor, tıpkı köy boşaltmalarda olduğu gibi muhafazakârlaştırarak söylemlerimizi ve bizleri koflaştırıyor, koruculuk sistemi oluşturur gibi kendi entelektüel tabanını inşa ederek çirkefleşiyor (http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=24996&y=AkifEmre). Hatta kendi kalemşorları ile İslamcılara hakaret yağdırıyor (http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=24979&y=Teodora_Doni).
Unutmamalıyız ki, bu iktidar eli kanlı bir terör örgütünün (NATO) üyeliğini sorgulamayı gereksiz görüp, yeni konseptte yerini övünerek almıştır. Afganistan’da ve daha birçok yerde cinayetler işlenmesine destek olan bu hükümete ‘özgürlük alanları açıyor’ diye destek olmak, Allah katında ve Müslüman halkların vicdanında mahkûm olmamızı engelleyemeyecektir.
Bu gerçekleri görmezden gelerek ikna edici mercilerde bulunanların, özellikle de İslamcıların özeleştiri yapmaları, kısırlaşan siyasetsizliği yeniden gözden geçirerek daha önce işaret edildiği üzere (http://www.islahhaber.com/lookmk.php?No=3164) neler yapılabileceğini tartışmaları gereklidir. Nereye gideceğini bilmeyenleri her yere gönderirler, ne yapacağını bilmeyenlere de her işi yaptırırlar.
Emperyalizm bu topraklarda hâlâ o bildiğimiz işgalci tavrını farklı bir vizyonla sürdürmektedir. Zengin ve hâkim olan dünya efendilerinin Türkiye üzerindeki emperyal sistemini idame ettirmekte zorlanan, çeşitli revizyonlara rağmen ıslah edilemeyen klasik Kemalist oligarşi, seyreltilmiş siyanürden farksız olan zehri halkımıza muhafazakâr bir kadeh içinde sunmaktadır. Bununla birlikte AKP, rejimin kendine dönük gönüllü sömürü argümanı olan ‘muasır medeniyet’ hedefine yönelmiştir. Bu düsturda oluşturulan siyaset alanı kapitalistlere hizmet eden bir uşaklıktan öteye geçemeyecektir. Konjonktürel ve jeo-politik önemine binaen ülke, Fikret Başkaya’nın da belirttiği üzere alt-emperyalist bir hale gelecektir. AKP bu süreçte içeride ve dışarıda daha bağımsız bir çizgiye (komşularla sıfır sorun-İsrail ile restleşme-İslamcı tiplerin varlığı) sahipmiş gibi algılanır olmuştur.
Oysa Türkiye’de iktidarların bağımlılık/hâkimiyet ilişkisi göz ardı edilmeden oluşturulmadığı bir gerçektir. Bunu bilmeleri gereken İslamcılar, sırf Ergenekon yapılanmasını bertaraf etmek için AKP’ye payanda oldular. Sermaye gruplarının hizmetinde olan, ezilenleri sus payı verircesine yaptığı sosyal yardımlarla uyuşturan iktidar karşısında sessiz kalan Müslümanlar, gelişmelerden nemalanmayı tercih ettiler. Hesaplarını yokluk içinde hak-batıl algısı bozulmuş halkı, erdemlerini yitirmiş kitleleri satın alma üzerine yapan AKP iktidarı, İslamcı camiayı ruhlarına sinmiş Kemalist korkuyla teslim alarak ve ‘özgürlük alanı açma’ hilesi ile kendine eklemlemeyi ucuz maliyetle başarmıştır. Referandumdaki hilelerini seçimde de kullanacağı belli olan iktidar, ‘yeni anayasa’ için gayret göstereceğini, dolayısıyla bunun için desteklenmesi gerektiğini söyleyecek. Bunu ‘aktif ve ibadi’ bir sorumluluk olarak algılayacak olan İslamcıların mide gurultuları şimdiden duyuluyor.
Emperyalizme mücadeleyi sadece küresel aktörler bağlamında değerlendiren dar ufuklu İslamcılar, AKP üzerinden emperyalizme destek olduklarını anlayamadılar. AKP’ye destek olurlarken, emperyalizme çanak tuttuklarını anlayamadılar. Oysa abdestli-başörtülü mazbut insanlar, emperyalizme uşaklık yapmak yerine ciddi bir itiraz geliştirmeli, seslerini yükseltmeliydiler. Şimdi ülkenin NATO füze kalkanına rampa olmasına karşı çıkmanın reel karşılığının olacağını sanmak saflık olacaktır. İslamcı Dışişleri Bakanı, İslamcı Başbakan, eşi başörtülü bir Cumhurbaşkanı hep birlikte bu zulme ortak oldular, tabii onlara destek olan ve iktidarı ayakta tutan diğerleri de. Hepsi işlenecek cinayetlerden sorumlu olacak ve vicdanlarda yargılanacaklardır. Bazıları da yardım ve yataklık etmekten.
Füze kalkanını olumlayan ve Türkiye’nin İslam dünyasını dolaylı tehdit gören NATO’nun ayrılmaz bir parçası olduğunu söyleyen Dışişleri Bakanı’na karşı tek bir açıklama dahi yapılmamıştır. AKP muhafazakârlığı, yeni konsept içinde Ortadoğu’da ABD’nin uç beyliğine soyunmuş olan Türkiye’nin İslamcı muhaliflerine havlu attırmıştır. İslamcılar, füze kalkanı projesi öncesinde sergiledikleri olumlu yaklaşımla ve AKP’ye verdikleri destekle kendilerine ‘alan’ açarlarken, İslam dünyasındaki işbirlikçilere muhalefet eden diğer kardeşlerinin alanlarını, hatta boğazlarını daraltacak politikaların uygulayıcısı olan iktidara sempati beslediler. Üstelik tepelerine balyoz gibi inmeye hazır bekleyen füzeleri Türkiye’de konuşlandırarak. İşte yerel anlamda balyozla mücadele edenler küresel balyozun taşıyıcısı olan AKP’ye destek olmuşlardır; hem de bilmeden. Eleştirilere kapalı kalarak hâlâ kendi düşüncelerini haklı görenler, açık yüreklilikle tartışmak yerine kapalı devre toplantıları tercih etmişlerdir. Yaşananlar ‘Politbüro’ yaklaşımının izdüşümüne benzer nitelikte. Üstelik yapılanlar, devrimci bir duruş olarak nitelendirilerek kutsallaştırmış.
Kur’an’ın davetine icabet etmeli, kendimizi yenilemeli, imanımıza ve davamıza sahip çıkmalı, kardeşliğimizi yeniden inşa etmeli, gusül ve abdest almalı, yürüyüşümüzü daha sosyal ve siyasal alanlara çekmeli, istişare mekanizmasını işletmeli, eleştirilere açık olmalıyız.
Son NATO zirvesi sonrası muhafazakâr, Kemalist, liberal ve dindar medya omuz omuza hükümete çanak tutmuştur. Farklı bir dünyanın var olduğunu anlatmak için mevcut sistemle aynileşen AKP iktidarının ve koalisyon ortaklarının ipliğini ‘radikal’ eleştirilerle pazara çıkarmalıyız. Tabii bir siyasal ufkumuz varsa ve hâlâ ‘devrime âşık’ olarak yaşıyorsak. Vesselam…