‘Her bir kurşun etime sıcak bir su damlası gibi giriyordu…’
Unutuldu, unutturuldu… Bugün kaç kişi biliyor ki, 3 bin Türk genci Filistin için savaştı, onlarcası da bu uğurda can verdi bir zamanlar. Kimisi Batı Şeria’da, kimisi Lübnan’da… Hepsi sosyalistti, hepsi Filistin özgürlük mücadelesine gönül vermişti. Deniz Gezmiş’ten tutun da Cengiz Çandar’a kadar saymakla bitmeyecek insan… Ama içlerinde bir tane bile ’Müslümanlık’ adına desteğe giden yoktu. Tersine Filistin dendi mi, uzak dururdu onlar, Filistin Kurtuluş Örgütü Marksist, solcu diye…
O 3 bin gençten biri de bugün Ortadoğu, Kürt meselesi ve İslami hareketler üzerine yazdığı 30 araştırma kitabıyla tanıdığımız Faik Bulut. Canını kurtarmış ama İsrail mezalimini iliğine kadar yaşamış. 21 Şubat 1973’te, geceyarısı Nahr el Bared kampında İsrail ordusu ateş yağdırmış üzerlerine. O da sıkmış ne kadar kurşunu varsa, isabet edip etmediğini bilmeden… Beş kurşun yemiş o çatışmada, sekiz arkadaşı yanı başında can verirken…
Unutuldu, unutturuldu… Bugün kaç kişi biliyor ki, 3 bin Türk genci Filistin için savaştı, onlarcası da bu uğurda can verdi bir zamanlar. Kimisi Batı Şeria’da, kimisi Lübnan’da… Hepsi sosyalistti, hepsi Filistin özgürlük mücadelesine gönül vermişti. Deniz Gezmiş’ten tutun da Cengiz Çandar’a kadar saymakla bitmeyecek insan… Ama içlerinde bir tane bile ’Müslümanlık’ adına desteğe giden yoktu. Tersine Filistin dendi mi, uzak dururdu onlar, Filistin Kurtuluş Örgütü Marksist, solcu diye…
O 3 bin gençten biri de bugün Ortadoğu, Kürt meselesi ve İslami hareketler üzerine yazdığı 30 araştırma kitabıyla tanıdığımız Faik Bulut. Canını kurtarmış ama İsrail mezalimini iliğine kadar yaşamış. 21 Şubat 1973’te, geceyarısı Nahr el Bared kampında İsrail ordusu ateş yağdırmış üzerlerine. O da sıkmış ne kadar kurşunu varsa, isabet edip etmediğini bilmeden… Beş kurşun yemiş o çatışmada, sekiz arkadaşı yanı başında can verirken…
“Her bir kurşun etime sıcak bir su damlası gibi girdi” diye anlatıyor o geceyi hatırlarken. Ama bu acı, diğer acıların yanında gerçekten bir su damlası gibi kalmış. Kurşunları çıkarmış İsrailli doktorlar, ama yaraların dikilmesine izin verilmemiş, ki iyice işkence yapabilsin diye sorgucular. Meşhur Filistin askısından tutun da dişleri çekilmiş köpeklere boğdurmaya, kaba dayaktan elektriğe kadar… O işkenceleri hatırladığında “Ama biri vardı ki, işte o dayanılmazdı. Buz gibi bir su, saatler boyu başınıza damla damla iniyor! Delirmemek işten değildi” diyor. Nasıl delirmemiş peki? Davaya olan inancı sayesinde… Bu öyle bir inanç ki, doktorların kurşunları çıkarıp açık bıraktıkları yaraları bir köpek gibi yalaya yalaya iyileştirmeye itecek kadar güçlü. İşte şimdi 60 yaşında ve Urfa’da yanımda bu anısını anlatabiliyorsa, hâlâ artık silahla değil ama kalemiyle kalpten Filistin davasına destek verebiliyorsa bu inanç sayesinde!
Faik Bulut ile konuşmak istememin tek sebebi Filistin konusundaki deneyimleri ve araştırmaları değildi. Krizin ilk gününden beri içimi yiyip bitiren, “Solcular neden meydanlarda yok? Neden Mavi Marmara’da bir elin parmaklarını geçmiyorlardı?” sorularıydı. Ama asıl merak ettiğim İsrail’de vuruşmuş, işkence görmüş, 7 yıl 2 ay hapis yatmış Faik Bulut neden o gemiye binmemişti?
Söze “Kim düzenlerse düzenlesin, Filistinliler’e yardımın her çeşidini destekliyorum” diye girdi Bulut. Çok düşünmüş eyleme katılıp katılmamak için, ideolojik sebeplerden değil asla: “İki sebepten dolayı katılamayacağıma karar verdim. Birincisi, geçmişteki tutukluluğumdan ötürü İsrail’e sokmazlardı, üstelik bir de koz vermiş olurdum ellerine, gemidekiler de zor durumda kalırdı. İkinci sebep ise benim açımdan çok önemli. İslami kesim, 70’li, 80’li yıllarda Filistin’e gidenler hakkında ’Bunlar teröristtir’ diye karalama kampanyaları bile yaptı. Sırf FKÖ Marksist, solcu diye bizi asla desteklemediler. Ne zaman ki Hamas ortaya çıktı, Filistin sorununu sahiplendiler. Ben bu riyakârlığı hazmedemezdim!” Zaten düzenleyiciler de onu çağırmamış! Ama biz onun anılarından ve araştırmalarından sonuna kadar yararlandık. İşte size kanıyla canıyla masaya yatırılmış Filistin trajedisi…
43 derece sıcakta 8 saat söyleşi!
Faik Bulut’tan randevu almak istedim, “Maalesef… Urfa’ya gidiyorum, yarın olmaz, hafta başı yapalım söyleyişiyi” dedi. Çok geç olurdu. “Peki ben de sizinle Urfa’ya gelsem” deyince, kırmadı. Cumartesi sabah aynı uçaktaydık. Ertesi gün BDP’li Viranşehir Belediyesi’nin düzenlediği “Yazarlar, şairler buluşuyor” konulu etkinliğe katılacaktı Bulut. Uçaktan iner inmez Viranşehir Belediyesi Sosyal İşler Danışmanı Şeyhmus Çakırtaş karşıladı bizi. Urfa’da bize iki dostu daha katıldı; Gül San ve Şeyhmus İdrisoğlu… Söyleşiye Urfa’nın geleneksel kahvaltısıyla başladık, akşam yemeğinde patlıcanlı kebap yerken hâlâ devam ediyorduk. Sağolsunlar, üç dostu da bize hem rehberlik, hem fotoğrafçılık yaptı. Bulut’u candan sevdiklerinden 43 derece sıcakta sabahtan akşama koşturdular. Tabii bir o kadar da Filistin sevgisinden!
Biz solcular Filistin için ölürken İslamcılar bize ‘terörist’ diyordu
22 yaşında Filistin direnişine katılmış. Beş kurşun yemiş Lübnan’daki Nahr el Bared Kampı İsrail ordusu tarafından basıldığında… Sekiz arkadaşı yanıbaşında can vermiş… O esir düşmüş. Aklınıza gelen her türlü işkenceyi görmüş. Yedi yıl hapis yatmış İsrail’de… İnancıyla sağ kalmış. Peki neden Mavi Marmara’ya binmemiş bugün 60 yaşında olan Faik Bulut? “Kim düzenlerse düzenlesin, Filistinlilere yardımın her çeşidini destekliyorum” diyor önce Bulut, ama İslami örgütlerle aynı gemiye binmeyi de ölen arkadaşlarına saygısızlık addediyor! Niye mi? “İslami kesim, 70’li, 80’li yıllarda Filistin’e gidenlere ’Bunlar teröristtir’ diyordu. Sırf FKÖ solcu diye… Ne zaman ki Hamas ortaya çıktı, Filistin sorununu sahiplendiler. Ben bu riyakârlığı hazmedemezdim!”
*Siz neden o gemide yoktunuz?
Bir kere şunu söylemek istiyorum; ben olayın kendisini, yani Gazze kuşatmasının yarılmasını ve Filistinlilere insani ve vicdani yardımın her çeşidini destekliyorum. Bu anlamda bu olaya genel hatlarıyla sıcak baktım. Hatta bir ara “Acaba katılsam mı?” diye düşündüm. Fakat iki nedenden katılmadım. Bir; zaten İsrail’e geçmişteki sabıkam nedeniyle almazlardı. Üstelik gemidekileri de zor durumda bırakırdım.
* Çağrı geldi mi peki size?
Geçmişte, gerek Hizbullah’a, gerekse Fethullah Gülen’e ilişkin yazdığım kitaplar nedeniyle İslami kesimin bir kısmı kara bir propaganda başlattı hakkımda… Sürekli düşmanca ve haksız iftiralar attılar üzerime. Hepsini dava ettim ve davaları da kazandım. Ama İslami kesimde hâlâ bir önyargı var benimle ilgili. Bu nedenle çağıracaklarına hiç ihtimal vermedim, zaten öyle de oldu.
“İslami kesim Filistin konusunda vicdani bir hesap vermeli”
*Peki o gemiye binmemenizdeki ikinci sebep neydi?
Asıl bu ikinci sebep benim açımdan çok önemli. 1970’li, 1980’li yıllarda Türkiye’den Filistin’e gerçekten insani, vicdani, sosyalist bir bakış açısıyla, dayanışma için, direniş için, hiçbir karşılık beklemeden canını vermeye hazır 3 bin kadar insan gitti. Biliyorsunuz, onların arasında Deniz Gezmiş ve arkadaşları da vardı… Filistinlilerin yanında savaşan bu insanların çoğu değilse bile önemli bir kısmı hayatını kaybetti, şehit oldu. Ama o dönemde İslami kesim asla ve asla Filistin meselesine sempati duymazdı ve desteklemezdi. Sebep de ne? FKÖ ‘Marksisttir, solcudur’ diye. Yani ideolojik tavırları nedeniyle… Hani tek tük insan vicdanen “Yardım edilsin. Onlar da din kardeşimizdir” demiş olabilir ama genelde İslami kesim öyle düşünmezdi. O dönemin İslami medyası zaman zaman “Bunlar teröristtir” diye haberler bile yapmıştı Filistin’e gidenler hakkında. Onlar o zaman devletin yanındaydı. Ve İsrail’in değilse bile Amerikan propagandasının, o komünizmi, solu bitirmeyi hedefleyen “yeşil kuşak” projesi nedeniyle etkisindeydiler. İslami kesim ciddi bir özeleştiri, bir vicdan muhasebesi yapmadı bugüne kadar. Sadece Abdurrahman Dilipak, iki ya da üç gün önce bir televizyonda, “Biz galiba FKÖ’ye destek verenlere haksızlık ettik” mahiyetinde bir laf söyledi, onun dışında başka bir şey yok. İslami kesim bu konuda hem kendine, hem de halka vicdani hesap vermeli.
*Peki şimdi de insanlık adına değil, Müslümanlık adına mı yapılmak istendi bu yardım sizce?
Ne zaman ki Hamas ortaya çıktı, yani siyasal İslam devreye girdi, ki bu “Siyasal İslam” denilen Hamas, aslında FKÖ’ye karşı İsrail’in ortaya çıkarttığı bir örgüttür.
*Nasıl?
Yani dinamik vardı, gövde vardı, zemin vardı bu başka, ama asıl onun yolunu açan Arafat’a alternatif olarak dincilere, siyasal İslamcılara, yani Müslüman Kardeşler geleneğine göz yuman İsrail’dir. İsrail, Hamas’a dışarıdan para gelmesine göz yumdu, çok fazla cami açılmasına bir şekilde yardım etti. Dini temelli sağlık kuruluşlarının, kültür ve eğitim kuruluşlarının açılmasına, yayılmasına dolaylı ya da dolaysız katkıda bulundu, ki bunu yalnızca ben söylemiyorum, İsrail’in istihbaratlarında da bunlar net olarak vardır. Fransız iki yazar bunları belgeleriyle de ortaya koymuştur… Mesela Körfez Savaşı nedeniyle Suudi Arabistan da FKÖ’yü dışladı, Hamas’a yöneltti maddi yardımlarını. Bu maddi yardımlar İsrail’in izni olmadan asla içeriye giremezdi. Demek ki İsrail bu paraların, dolarların akmasına göz yumdu.
Hamas’ı İsrail yarattı
*Aynı Amerika’nın Afganistan’da Usame bin Ladin’i, El Kaide’yi yarattığı gibi İsrail de Hamas’ı mı yarattı?
Evet, aynı! Onlar Sovyet tehdidine karşı El Kaide’yi yaratmışlardı. İsrail de Marksist Arafat’a karşı İslamcı Hamas’ı yarattı… Bir anlamda kaba bir benzetmeyle söylersek; Türkiye’nin Güneydoğu’sunda PKK’ye karşı Hizbullah nasıl ortaya çıkarıldıysa, devletin bazı güçleri tarafından buna nasıl göz yumulduysa hatta desteklendiyse, aynı durum Hamas için de söz konusudur… İşte bütün bu sebeplerden ötürü bugün yaşanan olayları asla hazmedemiyorum. İsrail’de de bizzat yaşadım. Hamas’ın bazı önderleri de hapisteydi… Biz grev yapardık, haklarımız için. Bu grevler de çoğunlukla açlık orucu olurdu. Hamascılar “Oruç Ramazan ayının dışında tutulmaz” diye grev kırıcılığı yaparlardı. İdare ile işbirliğinden kaçınmazlardı. Bu yüzden çok feci kavga çıktı bir keresinde. Bazı Hamasçılar gardiyanlarla bir olup, FKÖ liderlerinin, solcuların, ulusal kurtuluşçuların ellerini, ayaklarını kırdılar… Türkiye’deki İslami kesim işte bu Hamas ortaya çıktıktan sonra başladı Filistin meselesiyle ilgilenmeye. Yani aşağı yukarı 1989-90’lardan itibaren.
32 ülkeden adam çağırmışlar ama onlar bu işin süsüydü…
*İyi ama gemide pek çok ülkeden insan vardı…
Otuz iki ülkeden insan çağırdılar ama o çağrılan milletvekilleri falan biraz işin süsüydü. Dikkat edin, gerek gemi yola çıkarken, gerekse sonradan verilen demeçlerde bu açıkça görülüyordu. Atılan sloganlar da hep İslam’la, dinle ilgiliydi… Kuşkusuz bir toplumda dini güdülerin, motiflerin tabii ki etkisi var; ama dini ön plana çıkardığınız zaman bu olay genel insani yardımdan, insanlıktan çıkıyor, dar anlamda bir ideolojiye dönüşüyor. Filistinlileri mazlum olduğu için mi destekleyeceğiz, Müslüman oldukları için mi? Onlar insanlık adına değil, Müslümanlık adına gittiler oraya. Bunu İHH için söylemiyorum, genel bir İslami anlayış açısından söylüyorum. Tabii ki dünyanın her yerine, mesela Filipinli Müslümanlara gider yardım ederler. Bu onların hakkıdır, o ayrı bir şey… Malezya’daki Müslümanlara yardım ederler, eyvallah. Ama siz hiç bu insanların hor görülen, baskı altına alınan değişik dinden insanlara yardım ettiklerini gördünüz mü? Mesela Venezuela’da Chavez’le dayanışmalarını? Göremezsiniz. Ama solcu Chavez Filistin’le, İran’la dayanışma gösteriyor. Nikaragua, Filistin için İsrail’le ilişkilerini diplomatik olarak kesti. Ama İslamcıların Nikaragua devrimini desteklediğini gördünüz mü? Demek ki onların Müslümanlığı sadece kendilerine. Bu yüzden de binmedim o gemiye…
*Peki, Hamas’ı bugün nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hamas’ın geçmişini söyledim. Buna rağmen ben orada haksız olana bakarım. Haksız olan kimdir? İsrail’dir. Filistin topraklarını işgal etmiştir, bir halkı açlığa mahkum etmiştir. Dolayısıyla BM’nin yasalarına, aldığı kararlara göre de “İşgal edilen her ülkenin silahlı direniş hakkıdır.” Yani Hamas da direnmekte haklıdır, meşrudur. Zalim olan, haksız olan, işgalci olan İsrail’dir. Ama ben Hamas’ın Filistin’de iktidarı elde etmek için geçmiş dönemde İsrail ile nasıl işbirliği yaptığını unutmuyorum. İslamizasyon programına geçirmek için kadınlara ne tür baskılar yaptığını, türban taksınlar, çarşaf giysinler diye yüzlerine nasıl asit attığını, kapanmaları için nasıl parasal teşvik yaptığını da unutmuyorum. Bu yüzden de ciddi kavgalar oldu 1990’larda… Hamas’ın El Fetih ile Arafat’ın posterlerini nasıl ayaklar altına alıp çiğnediğini de unutmuyorum. Keza kendileriyle hiç kavgalı olmayan diğer Marksist örgüt üyelerini nasıl tutukladıklarını, hâlâ onlara nasıl bir baskı uyguladıklarını da unutmuyorum. Bunları da objektif, nesnel bakımdan belirtmekte yarar var. Dolayısıyla Hamas’ın bu İslamcı perspektifi ile Filistin kurtulmaz. Ama bütün bunlar niye oldu? Filistin’in esas yönetiminin çürümüşlüğü, yozlaşmışlığı, her türlü rüşvete ve yolsuzluğa bulaşmışlığı birinci sebeptir. Bunu da iki taraflı bir eleştiri olarak belirtmemde yarar var…
Askeri bir eğitim almadan İsrail’e kafa tutmak kaba bir romantizmdir.
* Eğer gemide olsaydınız İsrail’e tavrınız ne olurdu?
Herhalde yine direnirdim. Ama ben gemi yola hareket etmeden önce, İsrail’in açıklamalarını dinlediğim andan itibaren böyle olacağını tahmin ediyordum. Çünkü İsriail’i iyi tanıyorum. Ama gemidekiler de bence tahmin ediyorlardı.
1973’te sizin, o devrimcilik inancıyla gittiğiniz yere belki bu sefer onlar da iman gücüyle gittiler…
Evet, bir kısmı öyle demeç verdi zaten, “Şehit olmaya gidiyoruz” dedi. Ama burada bizimle onlar arasında şöyle bir fark var; eğer askercilik oynanacaksa biz askeri eğitim almıştık ve elimizde silah vardı. Ne yapacağımızı biliyorduk İsrail askeri birlikleriyle karşılaştığımızda… Buna göre de tedbir alıyorduk. Bunlarınki kaba bir romantizm! Yani siz askeri bir organizasyon değilseniz, İsrail’e askeri bakımdan meydan okumanız romantizmdir. Bu bir teknik ayrıntıdır, ama önemli bir ayrıntıdır; yani elinizdeki sopa ile askercilik oynayamazsınız….
*Ya da sandalyelerle falan?
Evet. Ne olacağı belliydi, çünkü birisinin elinde silah var, sizin elinizde de en iyi ihtimalle üç tane bıçak, dört tane sopa var. Bu biraz İstanbul’da çıkan olaylara benziyor. Polisin elinde olan silahlar bellidir, göstericilerin elinde olan malzeme bellidir, ya taştır, ya sopadır. Yani bu işin neticesi önceden belliydi. Burada şu mu planlandı, öngörüldü, onu bilemiyorum tabii. Biz her şeye rağmen kafamızı, gözümüzü yardıracağız, tutuklanacağız, ki tutuklanma hesaplarında vardı diye düşünüyorum, belki bu kadar sert yaralanmaları da tahmin ettiklerini düşünüyorum, ama ölümü düşünmüyorlardı. İşte, hükümet arkamızda nasıl olsa. Hükümeti İsrail ile çatışmaya mecbur bırakırız, sürükleriz ve böylece denge değişir diye düşünmüş olabilirler. Ama öyle olmadı maalesef…
Mine Şenocaklı / Vatan