”Hasan Hanefi’nin veya ortaya koyduğu metodolojisinin ve dolayısıyla da ”İslami solun” keyfi bir Kur’an yorumu, keyfi bir vahiy yorumu ortaya koymaya çalıştığı anlamına gelmiyor. Eğer böyle demiş olursak Hasan Hanefi’yi metodolojisini anlamamış oluruz.”
25-26 Ocak 2020’de İstanbul Balat’taki İnşa Kültürevi’nde yapılan 2. İslam ve Sol Çalıştayı’na 24 konuşmacı katıldı. Ayrıca yurt dışından ve cezaevlerinden yazılı tebliğler ve video mesajlar sunuldu. İki gün süren çalıştayda Tarhisel Tecrübeler, Çağdaş Tecrübeler, Karşılaşmalar ve Yüzleşmeler, Kişisel Tecrübeler, Kadın, İslam ve Sol başlıkları altında 6 oturum yapıldı. Tüm konuşmaları ”2. İslam ve Sol Çalıştayı Konuşma Metinleri ve Kayıtları” yazı dizisi ile sunuyoruz. Bugün İslam ÖZKAN‘ın konuşma metnini yayınlıyoruz.
Ben Mısır’da 1980’lerin başında gelişen ‘’Hasan Hanefi’’ ve ‘’İslami sol’’ kavramı üzerinde biraz odaklanacağım. Mısır’daki ‘’İslami sol’’ tecrübesini anlatmaya çalışacağım.
Neden İslami Sol ve neden Hasan Hanefi?
Bu çalıştayı düzenleyen arkadaşların kafasından neler geçiyor bilmiyorum ama şahsen ben şöyle düşünüyorum: Özellikle İslam dünyasında İslam ve Sol arasındaki etkileşim, diyalektik ilişki çok fazla bilinmiyor maalesef. Türkiye’deki hem İslami kesim bilmiyor, hem solda da çok fazla bilinmiyor. Özellikle bu masada oturan ve kendisini solcu olarak tanımlayan arkadaşları bundan istisna tutuyorum. Onlar gerçekten İslam dünyasına özel ilgi gösteren insanlar. Ama genel olarak sola baktığımızda maalesef Avrupa merkezli bir tavır görüyoruz. Yani bunu yadsımanın çok anlamı yok. Türkiye’deki Marksizmin, sosyalizmin, sol hareketin en önemli eksikliklerinden ve gediklerinden bir tanesidir diye düşünüyorum. Muhtemelen de İslami sol kavramı ya da Hasan Hanefi’nin seçilmiş olmasının sebeplerinden bir tanesi budur.
Mesela Türkiye’de, Hindistan’daki Maocu hareketin fraksiyonlarından, alt Hindistan’daki falanca fraksiyondan etkilenen bir sol var. Ama Sudan’da İslam Sosyalist Partiyi çok bilmiyor. Ya da Sudan’da Komünist Parti ilk kurulduğunda, aslında Marksizmin diyalektik materyalizmi ve ateizmi gerektirdiği için Komünist Partiyi feshedip onun yerine İslamcı Sosyalist Partiyi kuran bi grup olduğundan kaç kişinin haberi vardır? Yada Türkiye solunun bundan ne kadar haberi var? Bunun dışında Sudan’da İlerici İslam Partisini ‘’Hizbut Taqadamia İslam’’ adlı partiyi Türkiye’de duyan kaç kişi vardır? Salahuddin el-Curşi, Ihmide en-Neyfer gibi isimlerin kurmuş olduğu bir İlerici İslam Partisi var. Bu parti şu anda yok ama entelektüel aydınları hala gazetelerde yazıyor, çiziyor. Bir entelektüel kadro, parti olarak olmasa da hala devam ediyor. Dolayısı ile bu Avrupa merkezciliğini kırmak anlamında, belki bu çalıştayı düzenleyen arkadaşlarımızın da böyle bir niyeti vardır. Ama böyle bir niyetleri yoksa da benim böyle bir niyetim var.
Kişisel olarak da ben bir deneyeyim dedim ve Gazete Duvar’da bir yazı yazdım. ‘’Che ve Mao’nun gerilla üstadı: Abdülkerim el-Hattabi’’ başlıklı bir makale. Fas’ta devrimci bir Müslüman Gerilla lideri, gerçekten çok büyük deneyimler ortaya koymuş, İspanyol ordusuna devasa hezimetler tattırmış. Aynı şekilde İtalyanlara, Fransızlara da büyük hezimetler yaşatmış. Dünyanın en donanımlı hareketlerinden bir tanesi. Gerçekten kendisinden sonrakilere ışık tutacak bir hareket. Bu yazı üzerine Whatsapp üzerinden gelen mesajlar kısmen hakaret doluydu. Benim dediğimi, Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘’Kristof Kolomb Amerika’yı keşfettiğinde Küba açıklarında cami görmüştür’’ söylemiyle eşleştirirmişler. Sonunda da şu sonuca varmış: ‘’Senin o yazındaki şeylerin tamamı doğru olsa bile Abdülkerim el-Hattabi Che Guevara’nın üstadı olamaz.’’ diyor. Benim burada üstad kelimesi ile kastettiğim aslında doğrudan bir öğretiden bahsetmemiştim. Zaten eş zamanlı yaşamış insanlar değiller. Biraz İslam kültürüne vakıf olanlar bilir, üstadlık doğrudan, bire bire teması gerektirmez, uzaktan da bir takım şeyleri de öğretebilirsiniz insanlara, etkilersiniz. Ben makalemde bir takım etkileşimden bahsetmiştim ve kaynaklar da vermiştim. Ama böyle hakaret dolu bir tepkiyle karşılaştım. Hiçbir şekilde bir Müslüman, solcu bir gerilla liderine üstadlık yapamaz diye bir tepkiyle karşılaştım. Burada Faik Bulut hocamla ve diğer arkadaşlarla müzakere ettik, konuştuk. Mao’nun bu konuda Yaser Arafat’la görüştüğü ve Çin deneyimiyle ve Fas deneyimi arasındaki bir takım şeyler hakkında da konuştuk, müzakere ettik. Ama maalesef böyle bir gerçeklik var.
Ben Hasan Hanefi’nin gerçekten önemli bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Çünkü Hasan Hanefi her ne kadar ‘’İslami sol’’ kavramını ortaya atsa da, sosyalizme, sola olduğu kadar, İslama da derinlemesine vakıf olan, Kur’an’ı anlamaya çalışan birisiydi. Hem ayetler düzeyinde, hem grantolojik düzeyde, kelam, fıkıh, hadis düzeyinde derinlemesine bilgisi olan birisiydi. Tabi Hasan Hanefi’nin çıktığı ortam da önemli. ‘‘İslami sol’’ kavramını ortaya attığı dönemde, 1981 yılında ‘’İslami Sol’’ adlı bir dergi çıkarıyor. Bu dergide farklı isimlerle başka yazarlar da var. Ancak aslında hepsi Hasan Hanefi, yani dergide Hasan Hanefi’den başka yazar yok. Burada Hasan Hanefi bir mesaj vermeye çalışıyor. Beraber yola çıktığı çok insan sağa sapmaya başlıyor. Selefilerle, Müslüman Kardeşlerle beraber hareket ediyorlar. İslami Sol Dergisini bir sayıda olsa çıkartıp, sonra bırakmış olması, aslında bir manifesto, bir meydan okuma niteliğinde. Yani ‘’Biz varız, biz ölmedik hala ayaktayız ve İslami sol mücadelesini devam ettireceğiz.’’ anlamına geliyor.
Hasan Hanefi’nin görüşleri 1970-1980’lerde oluşmuş değil, 1950 lerden beri var. Bir dönem Müslüman Kardeşler’e üye oluyor, İhvan mensubu oluyor. Daha sonra Berlin’e gidiyor. Orada felsefe üzerine doktora yapıyor ve eğitimini derinleştiriyor. Özellikle Husserl fenomenolojisinden çok ciddi anlamda etkileniyor. Daha sonra İhvan’dan kopuyor ve İslami sol düşüncesi yavaş yavaş şekillenmeye başlıyor.
1970’li yılların sonu Arap dünyasında bir takım olayların çok yoğun olduğu bir süreç. Hasan Hanefi’nin de zihni şekillenmesinde bu sürecin çok etkili olduğunu düşünüyorum. 1978 yılında Camp David Antlaşması imzalanıyor İsrail ve Mısır arasında. Ve bu Araplar arasında çok büyük yarılmaya neden oluyor. Daha sonra 1979’da İran İslam Devrimi var. 1981 yılında Mısır devlet başkanı Enver Sedat’ın Halid el-İslâmbûlî tarafından öldürülüyor. 1982 yılında Filistin’de İslami hareket, solcu devrimci sol hareketlerden Filistin mücadelesini devralıyor. Böylelikle İslamcılar yavaş yavaş daha aktif hale gelmeye başlıyorlar. İran’ın, Filistin’deki özgürlük mücadelesi veren kurtuluş örgütlerini de finanse etmesi, silah ve lojistik destek vermesiyle bu süreç daha hızlı bir şekilde gelişiyor. Dolayısıyla Hasan Hanefi’nin ‘’İslami sol’’ kavramsallaştırmasının arkasında böyle bir bağlam yattığını da ifade etmek lazım.
Hasan Hanefi’nin kafaya taktığı, belli akslar, belli endişe kaynakları, belli odaklar var. Bunları çok önemsiyor ve Kur’an’a yaklaşırken de tamamen bu endişeyle yaklaştığını görüyoruz. ‘’Teoloji mi, antropoloji mi?’’ diye bir makalesi var, biraz Feuerbach‘tan da etkilenerek yazdığı. Aslında Allah’a atfedilen sıfatların, insanla ilişkili olduğunu söyler. Mesela ilim sıfatıyla ilgili olarak, insanlar çok mükemmel bir seviyeye ulaşmaya çalıştıkları için Allah’a ilim sıfatı atfediyorlar ve ilmin tecessüm ettiği, en mükemmel bir şekilde ortaya çıktığı bir varlık olarak, Tanrıya bu sıfatı atfediyorlar. Halbuki alim olan şey insandır. Allah da alimdir ama burada kastedilen aslında insandır. Bir de kelam ilmiyle ilgili bir tecdit/yenileme projesi var. Burada ‘teoloji mi antropoloji mi’ derken Hasan Hanefi şuna çok dikkat çekiyor: Ali Mendillioğlu da dedi az evvel, ‘’Dünya zalim bir dünya, Allah tarafından mı yaratılmış ya da yaratılmamış olmasının ne önemi var?’’ diye ifade etti. Hasan Hanefi’de de benzer bir söylem görüyoruz. O da ‘’Önemli olan sonuçtur, davranışlardır’’ diyor. Yani düşünceden ziyade davranışları ve sonuçlarını önemsiyor.
Dolayısıyla Kur’an’a atıfta bulunduğunda şunu söylüyor; ‘’Kur’an’ın dili Allah’tan insana’’ der. Halbuki kelam diline baktığımız zaman, aranızda kelam kitapları okuyan, kelamın az çok ne olduğunu bilenler, kelamın hangi konuları tartıştığını bilen arkadaşlar vardır. Kelam hep böyle Allah’ın sıfatlarıyla, teolojik tanımlarla, Allah’ın zatıyla ilgilenir. Eli, ayağı var mıdır, antropomorfik bir varlık mıdır, mekanı var mıdır, arşa oturmuş mudur, oturmamış mıdır, mecaz mıdır, değil midir?… gibi şeylerle ilgilenir. Hasan Hanefi bunu tam tersine çevirmeye çalışıyor. ‘’Teolojiyi antropoloji yapmalıyız’’ diyor. Tıpkı Kur’an gibi. Kur’an’da vahyin akışı Allah’tan insana ise, aynı şekilde kelam da veya bizim Kur’an üzerine odaklanmamız da Allah’tan insana olmalıdır. İnsandan Allah’a değil. Zaten Kur’an’ın temel esprilerinden bir tanesi de şudur: ‘’Bilinçler, idrakler onu kavrayamaz ama o bütün bilinçleri ve idrakleri kuşatır.’’
Yani insanoğlunun Tanrıyı kavramaya çalışmasının hiçbir anlamı yoktur.
Dolayısıyla yapılması gereken şey aslında şudur: Mısır üzerinde veya Arap dünyası üzerinde insanların vurdumduymazlığının kalkması gerekiyor. Mesela Filistin işgal altında, siyonistler, İsrail tarafından ele geçirilmiş, hergün katliamlar yaşanıyor, dünyada sınırları belli olmayan tek devlet, sürekli sistematik olarak insan hakları ihlal ediliyor ama Arap dünyası buna göz yumuyor. Bunun dışında otoriter Arap rejimleri var, insan haklarının ayaklar altında olduğu, hiçbir kurtuluş umudunun olmadığı. Böyle bir ortamda Hasan Hanefi hiçbir şekilde Allah’ın zatı veya sıfatlarının tartışılmaması gerektiği, bunların gündemimizin dışında olması gerektiğini söyler.
İkinci bir husus Allah Kur’an-ı Kerim’de sürekli eylem halinde olan bir varlıktır. Mesela bir ayet var; “Allah sürekli bir iş ve oluş içerisindedir. ‘’… kulle yevmin huve fi şe’nin.’’ (RAhman 29) Her an bir iş içerisindedir. Hasan Hanefi’ye göre Allah sabit bir durum değil; Allah bir tavır alıştır, eylemliliktir. Dolayısıyla Hasan Hanefi Allah’ı ‘’Filistin’i kurtarmak, otoriteye karşı isyan etmek, zalimleri devirmek’’ olarak kavramsallaştırır.
Bunun arka planını oluşturmak için de Husserl fenomenolojisinden yararlanıyor. Husserl fenomenolojisinin temel özelliği şu: Maddi nesneye yönelirken bizden üretilmiş felsefi ve bilimsel teorileri askıya almaktan bahseder Husserl. Yani bunlar bizim zihinlerimizi kirleten, nesneye berrak ve doğru bir şekilde yaklaşmamızı engelleyen şeylerdir. Bunlar tarihsel tortulardır, nesneler üzerinde pas oluşturmuştur ve bu pası silmemiz gerekir. Hasan hanefi de bunu aynen uygular. Dolayısıyla İslam felsefesinde 1400 yıl içerisinde sürekli olarak üretilen kelamın, İslam düşüncesinin askıya alınmasının gerektiğini söyler.
Hasan Hanefi’nin Müslümanlardan ve Selefilerden çok tepki alan sözleri vardır. Mesela der ki; ‘’Kur’an bir süpermarket gibidir. Girersiniz ve ihtiyacınız olan şeyi alırsınız.’’ Bu tabi çok yanlış anlaşılan bir şey. Türkiye’de de Hasan Hanefi’nin tecdit/yenileme üzerine yapılan bir doktora tezi var. Aynı şekilde o doktora tezini yapan da bunu çok fazla anlamamış. Hasan Hanefi Kur’an’ın keyfi anlaşılmasının önüne geçmek için, anlamla amaç arasında ciddi bir bağlantı kurulması gerektiğini söylüyor. Ve kesinlikle araştırmacının kendi ideolojisini Kur’an’a yansıtmaması gerektiğini, dolayısıyla keyfi bir yoruma girmemesi gerektiğini söylediği halde, Hasan Hanefi’nin bu yaklaşımının keyfi yoruma yol açtığı iddia ediliyor. İnsan niçin süpermarkete girer? Temel ihtiyaçlarımızı yani ekmek, peynir zeytin yoğurt gibi ihtiyaçlarımızı karşılamak için. Hasan Hanefi diyor ki; Kur’an bize bizim ihtiyaçlarımızın dışında da başka şeyler söylüyor olabilir. Ama bizim öncelikli olan ihtiyaçlarımızı, nasıl ki süpermarkete gittiğimizde öncelikli olarak temel ihtiyaçlarımızı alırız, Kur’an’a da aynı şekilde gideriz.
Şu an bizim temel ihtiyacımız ne? İslam dünyasındaki otoriterlik sorunu… ‘’Ve nuridu en nemunne alellezinestud’ıfu fil ardı..’’ (Kasas-5) Biz yeryüzünde ezilenleri önderler kılmak istiyoruz, ayeti bize rehberlik edebilir. Diğer bir ayet ‘’…key lâ yekûne dûleten beyne-l-aġniyâ-i minkum…’’ (Haşr-7) Malk, mülk sadece zenginler arasında dolaşan bir devlet haline gelmesin. Bu ayete neden odaklanıyoruz? Çünkü bizim şu andaki ihtiyacımız sosyal adalet, devasa bir eşitsizlik var. İslam dünyasındaki ekonomik eşitsizlik dünyanın hiçbir yerinde yok. Geçenlerde bakmıştım en zengin ve en yoksul arasındaki uçuruma ilk sırada Hindistan, sonra Türkiye ve İslam ülkeleri var. En fazla sosyal eşitsizliğin ve ekonomik eşitsizliğin olduğu ülkeler İslam ülkeleri. Dolayısıyla Haşr suresi 7. ayetinde geçen, servet ve zenginlik sizden sadece zenginler arasında dolaşan bir devlet haline gelmesin, sözü sosyal adaleti sağlamada çok önemli. Yani burada seçmeci yaklaşmak çok önemli ama bu Hasan Hanefi’nin veya ortaya koyduğu metodolojisinin ve dolayısıyla da ”İslami solun” keyfi bir Kur’an yorumu, keyfi bir vahiy yorumu ortaya koymaya çalıştığı anlamına gelmiyor. Eğer böyle demiş olursak Hasan Hanefi’yi metodolojisini anlamamış oluruz.
Hepinize çok selam ediyorum.
adilmedya.com