İhsan Çaralan
Bugün 15-16 Haziran’ın, işçi sınıfımızın büyük ve görkemli eyleminin 55’inci yıl dönümü!
Ülkemiz işçi sınıfı ve emekten yana çevreleri yarım yüzyılı aşkın bir zamandan beri her yıl 15-16 Haziran günlerinde, elbette sadece 15-16 Haziranlarda değil işçi sınıfı mücadelesinde karşılaşılan her zorlukta, bir mücadeleden yeni dersler çıkarmak gerektiğinde 15-16 Haziran’dan feyzalmak ihtiyacı duydular.
Elbette 15-16 Haziran eylemi; kendisinin görkemli bir eylem olmanın ötesinde 1963 yılında Kavel işçilerinin daha grev yasası çıkmadan yaptıkları 39 gün süren grevlerinden başlayan ve sonraki 7 yıl boyunca yasal grevlerden mitinglere, protestolardan iş yavaşlatmalardan fabrika işgallerine varan işçi sınıfımızın tarih sahnesine çıkıp rüştünü ispat ettiği yılların üstünde yükselen bir eylemdir.
15-16 Haziran eylemi, iktidarın işçi sınıfının fiilen kazanılmış sendikal haklarını yok sayan ve iş kolu barajını yüzde 33 olarak belirleyerek pratikte DİSK’e bağlı sendikaları yetkisiz hale getirmeyi amaçlayan yasanın iptal edilmesiydi!
İşçiler, sendikalara yönelik yüzde 33 yetki barajına karşı yürümüştü!
Evet, 1963 yılında çıkarılan 274-275 sayılı Sendikalar Yasası ile Grev ve TİS Yasası işçilerin elini kolunu bağlayan yasalardı. Ama sendikalaşmayı ve TİS’i “Yasalar ne diyor” diye bakarak kendilerini o yasalar çerçevesinde hapsetmemişlerdi. Tersine yasalara sadece sendikacılar bakıyor ve kendilerini de aşan eylemler karşısında “Bunlar yasalara aykırı” diyerek, mücadeleyi geri çekmeye çalışıyorlardı. Ama işçiler TİS’i ve grevi kazanılmış hakları olarak görüp, yasalar ne diyor kaygısı gütmeden kullanmışlardı. Özellikle de DİSK’in kurulmasıyla işçiler kendilerini yasayla sınırlamadan “TİS ve grev bizim hakkımızdır. Yasayla da sınırlanamaz” diyen bir anlayışla, yemek boykotundan fabrikaların işgaline akıllarının erdiği her mücadele biçimini kullanarak mücadelelerinin yasalarla sınırlanmasını boşa çıkarmışlardı!
Mevcut yasaların işçileri durduramayacağını gören dönemin AP iktidarı işçi sınıfının kazanılmış sendikal haklarını yok sayıp iş kolu barajını yüzde 33 olarak belirleyerek pratikte DİSK’e bağlı sendikaları yetkisiz hale getirmeyi amaçlıyordu.
Çünkü baraj yüzde 33’e çıkarılınca Maden-İş dışındaki DİSK’e bağlı sendikalar yetkisiz hale geliyordu!
İşte DİSK ve bağlı sendikalar ve elbette üye işçiler, bu işçi düşmanı yasal düzenlemeyi iptal ettirmek için harekete geçtiler.
15-16 Haziran günleri İstanbul ve Kocaeli’nin sokakları, caddeleri, yolları, meydanları işçilerle dolup taştı!
Kadıköy Kurbağalıdere’de işçilerin yolu kesildi güvenlik güçleri işçilere ateş açtı 3 işçi hayatını kaybetti.
15–16 Haziran yıllarındaki sorunlar bugün de büyük sorun olmaya devam ediyor
55 yıl önce sermaye ve iktidarı nasıl ki; işçilerin özgürce sendikalaşmalarını önlemek için barajlar koymuş, TİS’leri kapalı kapılar arkasında bağıtlanmasını sağlayan antidemokratik bir süreç olarak düzenlemiş, grev hakkını sadece TİS’de anlamazlığın sonucu bir hakka indirgemiş, iş güvencesini pamuk ipliğine bağlı hale getirmişse bugün de sendikalar yetki barajıyla engellenmeye grev hakkı yasaklarla sınırlanmaya çalışılırken iş güvencesi de patronun iki dudağı arasına emanet edilmiştir.
Nitekim Emek Partisi, ocak ayında başlatılan ve birçok sendikanın desteklediği, “Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş” kampanyası kapsamında, grev ve direnişteki işçilerle, sendika yöneticileri ve uzmanlarıyla, akademisyenler ve gazetecilerle buluşarak binlerce imza toplayarak bu imzalarla birlikte Meclise sunulacak bir yasa teklifi hazırlamış bulunmaktadır. Hazırlanan teklif, destekleyen muhalefet partilerinin ortak imzasıyla, 15-16 Haziran direnişinin yıl dönümünde, Meclise sunulacak! Emek Partisinin son girişimi açıkça göstermektedir ki 1963 yılında çıkarılan 274-275 sayılı Yasalardaki sendikaların örgütlenmesi, TİS ve grevle ilgili yasaklar bugün de sürmektedir.
O günkü sorunların bugün hâlâ devam ettiği ve elbette işçi sınıfımızın “Ben de varım” diyerek tarih sahnesine çıkıp Kavel grevinden 15-16 Haziran’a gelen 7 yıllık görkemli mücadele dönemi derslerini ileri işçi çevreleri, mücadeleci sendikacılar ve emek güçleri yarım yüzyıldan beri her yıl dönümünde ve her ihtiyaç duyduklarında yeniden yeniden gündeme alıp kuşaktan kuşağa aktarmaktadır.
Kamu işçisi için de tek seçenek!
Kamu çerçeve protokolü (KÇP) görüşmelerinin üstünden geçen üç buçuk ay sonra hükümet temsilcisi Türk Ağır Sanayi ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası (TÜHİS) 13 Haziran günü teklifini Hak–İş ve Türk–İş’e sundu.
TÜHİS’in 2025 yılının ilk 6 aylık dönemi için zam teklifi yüzde 16, yılın ikinci 6 ayında ise yüzde 8 oldu. 2026 yılı için ise ücret zammı teklifi ilk 6 ay için yüzde 7 ikinci 6 aylık dönem için ise yüzde 5 oldu!
TÜİK’in maniple enflasyonunun bile yıllık ortalamasının altında kalan ve Erdoğan-Şimşek programı için tam uyumlu bir teklif!
Bu teklif son yıllarda TİS masasına getirilmiş en düşük patron teklifi olması, sunulması için bunca aydır işçilerin ve sendikalarını oyalanması, teklifin 15-16 Haziran’ın çıkarılan derslerini konuşulduğu bir dönemde yapılması sadece işçilerin ve sendikalarının taleplerinin umursanmaması, hatta onların aşağılanması değil aynı zamanda işçilere ve sendikalarına meydan okunması anlamına da gelmektedir!
Tabii bu teklif aynı zamanda bundan sonraki kamu emekçilerinin toplu görüşmesi ve metal işçilerinin TİS’i için de bir bariyerdir!
İktidarın teklifini açıklamasından sonra konuşan Türk-İş Genel Başkan Yardımcısı Ramazan Ağar, “Bu teklif bizi hayal kırıklığına uğrattı. Kabul etmemiz mümkün değil” diyerek çok düşük profilli bir tepki gösterdi.
Eğer işçiler kendi taleplerine yakın bir sonuç almak istiyorlarsa asıl olarak 15-16 Haziran ve öncesi mücadelelerden, 1989 Bahar Eylemlerinden, 3 Ocak genel grevi ve 40 bin Zonguldak maden işçisinin kış kıyamet demeden Ankara’ya doğru yola çıkan büyük yürüyüşünden, “Metal Fırtına” ve metal işçilerinin grev yasağına rağmen mücadeleye devam diyerek hareket etmesi gerekmektedir.
Konuyu herhalde önümüzdeki günlerde de tartışmaya devam edeceğiz.