İhsan Çaralan
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde kurulu Çayırhan Termik Santrali ve santrali besleyen kömür madeni sahalarının özelleştirme kararına karşı maden işçileri 20 Kasım günü eyleme geçmişti.
08.00 vardiyasında kendilerini yerin 300 metre altındaki galeriye kapatarak eyleme başlayan 500 dolayındaki maden işçisi, “Özelleştirmeye karşıyız. Devlet bünyesinde çalışmak istiyoruz. ‘Varlık satışı’na karşıyız. Aşağıda biz, yukarıda ailelerimiz mücadele edeceğiz” diyerek taleplerini dile getirmişti.
Madencilerin bu ilk adımı sonrası yer üstündeki açık işletmede çalışan işçilerle termik santralde çalışan işçilerin de katılımıyla direniş 2 bine yakın işçinin eylemi olarak sürüyor. Çayırhan işçilerinin bir haftadan beri sürdürdüğü eyleme destekler de geldi:
- Önceki gün GMİS Zonguldak’ta yaptığı eylemle ilk kitlesel desteği verdi ve gelişmelere göre Çayırhan işçilerine her tür mücadeleye hazır olduğunu açıkladı.
- Daha önce özelleştirmenin mağduru olan işçi çevreleri sosyal medya ve gazetemiz üstünden yazdıkları mektuplarla destek verdi.
- DİSK, KESK ve Türk-İş’e bağlı bazı sendikalar basın açıklamaları ve direniş yerine giderek destek sundu.
- CHP, Emek Partisi, Sol Parti, TKP, DEM Parti, TİP basın açıklamaları, direniş yerine yaptıkları ziyaretlerle desteklerini açıkladılar.
İHALEYİ ALAN FİRMA SADECE MADEN VE SANTRALE DEĞİL ÇAYIRHAN’IN ÜÇTE İKİSİNE DE SAHİP OLACAK!
Geçtiğimiz pazartesi günü ise madende örgütlü Türkiye Maden İşçileri Sendikası ve TES-İş yöneticileri önceki gün Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Batını Alparslan Bayraktar ile görüştü.
İşçilerin taleplerini bakana ilettiklerini söyleyen sendika yöneticileri, toplantı sonrasında yaptıkları açıklamada, bakanın kendilerini nazikçe dinlediğini, taleplerini Cumhurbaşkanına ileteceğini söylediğini ama “Toplantıdan bir sonuç çıkmadığı”nı söyledi.
Satış sözleşmesine göre termik santral “varlık satışı” yöntemiyle, linyit madeni ise “İşletme hakkının verilmesi” yöntemiyle özelleştirilmek isteniyor. Böylece ihaleyi alacak firma, santrale tamamen sahip olurken linyit yataklarının 2059 yılına kadar işletme hakkına sahip olacak. Ayrıca ihaleyi alan firma Çayırhan’ın üçte ikisini kapsayan arsa ve arazilerle, 800’e yakın lojmanın da sahibi olmuş olacak. İhalenin sonuçlanmasından sonra lojmanların 4 ay içinde boşaltılması sözleşmede yer alırken 4 Aralık’ta başlayacak ihalenin 31 Aralık’ta sonlanması hedefleniyor.
Öte yandan özelleştirme sözleşmesinde işçilerin iş güvencesiyle ilgili bir madde olmadığı gibi işçilerden lojmanları en kısa zamanda boşaltması istendiğine göre işletmeyi alacak olan firmaya işçilerle ilgili bir yükümlülük getirmemeye de özen gösterildiği anlaşılıyor.
Kaldı ki önceki özelleştirmelerden de biliyoruz ki sözleşmeye işçilerin haklarını koruma amaçlı maddeler konsa bile patronların bu yükümlülüğü şu ya da bu yolla tanımadığı, patronların çeşitli oyunlarla ve özelleştirmeyi yapan iktidarların da desteği ile kısa sürede amaçlarını elde ettiklerini biliyoruz. Nitekim daha önce özelleştirme yaşamış işçiler gazetemize yazdıkları mektuplarda özelleştirme öncesindeki haklarını nasıl yitirdiklerine özellikle dikkat çekiyorlar. Günümüzde özelleştirmeye muhatap olacak işçileri bu konuda uyarıyorlar. Bu yüzden de iktidardan gelecek, “Sözleşmeye işçilerin haklarını koruyacak ek maddeler koyabiliriz”, “İhaleyi kazanacak firmayla bu konuda ek protokol yapabiliriz” vaatlerine inanılmaması gerektiğini belirtiyorlar.
ÜLKENİN HAVASI, SUYU, TOPRAĞI… HARAÇ MEZAT SATIŞTA!
Ülkemizde özelleştirme girişimleri 1980’de Özal-Demirel ikilisinin inisiyatifiyle ünlü 24 Ocak kararlarıyla gündeme gelmeye başladı. 1990’larda kararlarla küreselleşme rüzgarıyla özelleştirme furyası kamuya ait firmaların ve kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi kampanyasına dönüştürüldü. “Özelleştirelim güzelleştirelim” sloganıyla başlatılan kampanyayla KİT’lerin ve kamu hizmetlerinin özelleştirilerek daha iyi işletmeler ve hizmetler haline gelirken üretilen mallarını daha ucuzlayacağı ama kalitesinin de artacağı propaganda edildi. Ama işçiler bu propagandaya inanmadı. İktidar ve arkasındaki sermaye güçleri 1990’larda varmak istedikleri amaçlarına 2010’larda varabildiler. O da kısmen!
Özelleştirmelerin en büyük bölümü (66 milyar dolar) AKP iktidarı döneminde yapıldı. Kansu Yıldırım arkadaşımız 24 Kasım tarihli köşe yazısında bu konuyu genişçe ele aldı.
AKP iktidarı şimdi ikinci bir özelleştirme dalgasıyla ülkeyi adeta parsel parsel maden ve enerji firmalarına satmak için ruhsatlandırılmaktadır. Nitekim son aylarda sık sık Resmi Gazete’de şu ilde şu kadar alanın maden sahaları, iline göre yeni marinalar, turizm alanlarının; inşaat, maden ve enerji firmalarının iştahını kabartacak koşullarda ruhsatlandırılacağına tanık oluyoruz.
Gazetemizin 25 Kasım tarihli sayısında Hilal Tok’un “Ne var ne yok satacaklar” başlıklı haberinde ayrıntılı bir biçimde yazdıklarından açıkça görülüyor ki; iktidar Elektrik Üretim AŞ (EÜAŞ) bünyesindeki Kapulukaya, Kesikköprü, Yüreğir, Seyhan 2, Koyulhisar, Çamlıgöze Gaziler HES’lerini özelleştirmek için çalışmaları sürdürmektedir.
EÜAŞ, TEİAŞ, BOTAŞ, TPAO ve Eti Maden gibi kamu şirketlerinin özelleştirilmesinin yolda olduğunu bizzat Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar açıkça söylemektedir.
ÇAYIRHAN DİRENİŞİ ÖZELLEŞTİRMEYE KARŞI 30 YILLIK MÜCADELENİN BUGÜNKÜ HALKASIDIR!
Çayırhan’daki maden ve termik santralin özelleştirilmesi yeni bir özelleştirme dalgasının hamlesi olacak görünmektedir. Çayırhan’da başarılı olursa iktidar, yeni madenlerin ve HES’lerin özelleştirilmesi için cesaretlenecektir. Çayırhan direnişi bir biçimde yenilgiye uğratılırsa özelleştirmeciler daha da cesaretlenecektir.
Bu yüzden kamuoyunda Çayırhan direnişine desteğin büyütülmesi, özellikle özelleştirme saldırısının kendilerine de yönelik olarak görülerek sendikaların direnişe destek vermeyi “destek açıklamaları”nın ötesine geçerek göstermesi önemli olacaktır. Bu açıdan GMİS’nin Zonguldak’ta işçileri sokağa indirerek desteğini ifade etmesi, GMİS Başkanı Hakan Yeşil’in işçilere yaptığı konuşmada, “Zonguldak’taki madenci kardeşleriniz sizlere destek amaçlı pazartesi gününden itibaren basın açıklaması ve işi yavaşlatma eylemi başlatacaklar” demesi diğer sendikalara da bir çağrı olarak değerlendirilmesi olarak anlaşılmalıdır.
Kısacası Çayırhan direnişi iktidarın bu yeni özelleştirme hamlesinin önüne bir takoz koyma imkanı olabilecek bir direniş olma özelliği taşmaktadır.
Bu yüzden de Çayırhan direnişi “İşçilerin iş güvencesi sağlayacak maddeler konularak” ya da başka vaatlerle uzlaşılarak “başardık” denilecek bir direniş değildir. Son 30 yıldır açıkça görüldüğü gibi bu tür uzlaşmalar sadece özelleştirmecilerin işini kolaylaştırmıştır.
Bu yüzden de işçilerin özelleştirmeye karşı cepheden “hayır” diyen bir mücadeleden başka bir seçenekleri yoktur!
Bu sadece genel olarak özelleştirmenin nasıl sonuç vereceğine mantıksal olarak yapılan bir çıkarsama değil 1980’lerin sonlarında başlayan özelleştirmeye karşı mücadelelerin kanıtladığı bir gerçektir.
Hem Çayırhan işçileri hem de sendikalar başta olmak üzere tüm emek güçleri bu gerçeği görerek kendi üstlerine düşeni yapmak durumundadırlar.