Sendika Uzmanı Alpaslan Savaş: “Grevler dibe batmış sendikal hareketin soluk alıp verişidir. Yeni bir sınıf hareketi siyaset alanından güç bulacaktır”
Rıfat Kırcı
AKP iktidarı işçi sınıfının birçok hakkını tırpanladı. Sermayeci politikalarla emek değersizleştirildi. Sırtını iktidara dayayan işveren istediği hukuksuzluğu fevri şekilde yaptı, cezasız kaldılar ya da komik cezalar aldılar. Özellikle de işçi sınıfının üretimden gelen gücünü anayasanın da güvence altına aldığı şekilde grev yoluyla kullanması, ertelemelerle ya da üretimin yasa dışı şekilde devam ettirilmesiyle engellenmeye çalışıldı. Mevcut Bel Kaper ve Baldur grevleri tam da bu nedenlerle aylardır sürüyor. Peki bir grev nasıl olur da aylarca sürebilir? Uzun süreçlere yayılan bir grevin etkisi nedir? İşçi sınıfının grev hakkını kuvvetlendirmek için ne yapılabilir? Sorularımızı Sendika Uzmanı Alpaslan Savaşa yönlendirdik.
Aylarca süren grevlere tanık oluyoruz. Süreç neden bu kadar uzuyor?
İki grev öne çıkıyor bu konuda. Biri Gebze Şekerpınar’da Birleşik Metal-İş üyesi işçilerin sürdürdüğü Baldur grevi, diğeri ise Çorlu’da Tekgıda-İş Sendikası’nın Bel Karper grevi. Baldur grevi altı, Belkarper ise ikinci ayında. Bu iki grevde esas olarak patrona sendikayı kabul ettirme mücadelesi veriliyor ve her ikisinin de grevden önce uzun bir örgütlenme hikâyesi bulunuyor. Baldur ve Bel Karper grevlerine bir de Petrol-İş’in üyesi işçilerin sürdürdüğü Nadex Kimya grevini ekleyebiliriz. Orada ise grev sözleşmenin ücret maddelerinde anlaşma sağlanamadığı için başladı. Ben bu grevlerin etkisiz olduğunu düşünmüyorum.
Özellikle ilk ikisi patronun çok şiddetli grev kırıcılığı girişimlerine karşı sürüyor. İşçiler ve grevi yürüten iki sendika aynı zamanda bu girişimlere karşı da mücadele veriyor. Patronların grev kırıcılığı girişimleri ile bu girişimlere göz yuman iktidar kurumları grevleri zorluyor. Öte yandan bu grevler yalnız kalmış durumda. Burada ise sorun konfederasyonlar ve sendikalardır. Grev fikrinden neredeyse tümüyle vazgeçmiş bir sendikal hareket var ortada. Uzlaşmacılık deyin, yandaş sendikacılık deyin, nasıl adlandırırsanız öyle. Grevler konfederasyonlardan, diğer sendikal merkezlerden güç almalı. Şimdi tersine bu grevler sendikal hareketin teslimiyetçiliğine karşı da ayakta durmaya çalışıyor. Grevi yürüten sendika yalnız, onun şubesi yalnız, grevci işçi yalnız. Mesele bu. Bu açıdan gerek Baldur gerek Bel Karper grevleri bizim yüz akımızdır. Bu grevler dibe batmış sendikal hareketin soluk alıp verişidir.
Grev aşamasında işçilerin konfederasyonlar ve sendikalar tarafından yalnız bırakıldığını belirttiniz. Biraz açabilir misiniz?
Elbette. Bu yılın başındaki Belediye grevlerini hatırlıyoruz değil mi? Önce Kadıköy’de, sonra Maltepe’de işçiler greve çıktı. Her iki greve de işçi katılımı yüzde yüzdü. Yüksek hakemsiz ilk sözleşmeleri olacaktı ve talepleri son derece meşruydu. Bu iki grevin etkisiz olduğunu kim söyleyebilir? Ama işçiler muazzam bir saldırıyla karşılaştı. Büyükşehir belediyesinin himayesinde grev kırıcılığında sınır tanınmadı. Halkı grevci işçilere karşı kışkırtıp, işçilere ve greve karşı büyük bir itibarsızlaştırma kampanyası yürüttüler. Sendika da bu kampanyayı çıt çıkarmadan izledi. “Grev fikri” topyekun itibarsızlaştırıldı.
Bir örnek daha vereyim. Kamu kesimi çerçeve sözleşme süreci devam ediyor. Türk-İş ve Hak-İş’in Çalışma Bakanlığı’na sunduğu teklifin üzerinden bir ay geçti, ne bir haber, ne bir açıklama var. Mart yürürlüklü kamu kuruluşu sözleşmeleri şu anda durmuş bekliyor. Çerçeve sözleşme bağlayıcı olacak ve buna karşı sendikalardan tek bir açıklama yok. Bırakın grevi, toplu sözleşmenin adını anan sendikaya rastlamadık bir aydır. Türk-İş çerçeve sözleşmeyi imzalayınca sendikalar ne diyecek üyelerine acaba? Kamu toplu sözleşmelerinde grev fikri sendikalar tarafından tümüyle terk edilmiş durumda. “Grevle hak alınamaz” diye değil bu. Grev fikrinden işçileri uzaklaştırmaya çalışıyorlar. İtibarsızlaştırma derken bunu kastediyorum.
Grev hakkının korunması için ne yapılabilir? İş kanununda yasal düzenleme gerekli mi?
Şu anda yürürlükte olan grev mevzuatı, 12 Eylül düzenlemelerinin ilkelerini taşıyor. Burada üç temel yasak var. İlki grev hakkının toplu sözleşmeye bağlanması, ikincisi devlet erkinin grev erteleme-yasaklama hakkı bulunması ve üçüncüsü üretim/hizmet faaliyetinin grev sırasında da sürebilmesinin önünü açan düzenlemelerin varlığı. İlki grev hakkını çok sınırlı sayıda işçinin kullanabilmesine, ikincisi uygulama kararı alınan grevlerin sudan sebeplerle hükümetler tarafından durdurulmasına, üçüncüsü ise grev kırıcılığı faaliyetine neden oluyor.
Kısaca söylemek gerekirse bu durum, yani grev yasakları bugünün meselesi değil. Bu mevzuat baştan aşağıya yenilenmeli. Öte yandan sözünü ettiğim düzenlemeler, yürürlükteki Anayasa aykırı. Burada sendikaların yeterince önemsemediği Anayasa’nın 90’ncı maddesini hatırlatmak istiyorum. Anayasa’nın 90’ncı maddesine göre, şayet ulusal mevzuat içerdiği haklar açısından altına imza konulmuş uluslararası sözleşmelerin gerisinde ise, daha ileri haklar içeren uluslararası sözleşmelerdeki düzenlemeler geçerlidir. Sadece bu bile, sendikaların daha geniş grev hakkı için yürüteceği mücadelede önemli bir olanak sunuyor.
Sendikalar Çalışma Bakanlığı ve mahkemelere sıkışan siyasal alanını nasıl genişletebilir?
Sendikal örgütlenmenin bir diğer sorunlu alanı yetki süreçleridir. İşçileri işyerinde temsil etme yetkisi için yasada yüzde 1 işkolu barajı, yüzde 40 işletme, yüzde 50+1 işyeri barajı şartı var. Bakanlığın son açıkladığı istatistiklerde dört sendika daha baraj altında kaldı ve bu sendikaların üyesi olan binlerce işçinin toplu iş sözleşmeleri tehlikeye girdi. Bu başlı başına bir garabet. Bu yetmemiş gibi bir de yetki sürelerinde patronlara tanınan itiraz hakkı bulunuyor. Bu konuda son yılların en ciddi hilesi, patronların yetkisiz mahkemeye başvurması. Yetki davasının doğru iş mahkemesine gidebilmesi için bile aylar, yıllar süren yargılama süreçleri yaşanıyor. Örneğin greve kadar Baldur’da beş, Bel Karper’de altı yıl yetki davalarıyla geçti.
Bu konuda tüm sendikalar şikayetçi. Üç konfederasyonun birlikte yapabileceği belki de tek şey bu. Yetki süreçlerini kısaltacak düzenleme için ortak bir çerçevede anlaşabilirler. Ben bunun önünde bir engel olduğunu düşünmüyorum. Yetki sürecini kısaltacak bir öneri hazırlanıp ve hükümete sunulabilir. Mağdur olan sendika üyesi işçileri kamuoyunun gündemine taşıyabilirler. Üstelik seçim öncesi bu işler daha da olanaklı olabilir. Biz de konfederasyonlar için yıllar sonra işçiler adına faydalı bir şey yaptılar deriz.
Özellikle salgın sürecinde işveren-iktidar işbirliği çok daha berraklaştı, görünür oldu, geniş kesimlerin tepkisini topladı. Ancak hak gasplarına karşı mücadele lokal alanlara, fabrikalara, işyerlerine sıkıştı. Bu mücadele işverenin yanı sıra iktidara nasıl yöneltilebilir?
Sınıfın tepkisini iktidara yöneltecek enerji sendikal alanda mevcut değil. Bu enerji yalnızca siyasal alanda ortaya çıkabilir. İşçi sınıfı siyasal alanda temsil edilmedikçe, sendikal hareket bir silkiniş gerçekleştiremez. Bu, süren grevlerin, yapılan her bir işyeri örgütlenmesinin önemini azaltmıyor. Onlar olmazsa zaten konuşacak bir şeyimiz olmaz. Ancak yeni bir sınıf hareketi siyaset alanından güç bulacaktır. Bunun yolu ise işçi sınıfı için düzen siyasetinden bağımsız, sınıfın güncel ve tarihsel çıkarlarını merkeze koyan bir siyasi merkez oluşturabilmekten geçiyor.