Gazeteci-yazar İrfan Aktan’la son kitabı “Karihōmen – Japonya’da Kürt Olmak” üzerine konuştuk. Aktan, “Japonya’nın geleceği ırkçı tehlike altında” dedi.
Gazeteci-yazar İrfan Aktan, 1990’lı yıllardan itibaren Kürt illerinde uygulanan politikalar nedeniyle göç eden Mahkan aşireti üyelerinin izini sürerek, Kürtlerin Japonya’da yaşadıklarını mercek altına alıyor.
Aktan, tanıklıklar üzerinden Tokyo’ya yakın Kawaguchi ve Warabi şehirlerinde yaşayan iki bin Kürt’ün Karihōmen denen “denetimli serbestlik” statüsüyle yaşadıkları ihlalleri irdeliyor.
Japonya’daki ırk ayrımcılığının tarihsel ve sosyal arka planına eğilen Aktan’la “Karihōmen – Japonya’da Kürt Olmak” adlı kitabını konuştuk.

‘35 YILDA YALNIZCA 1 KİŞİYE MÜLTECİ STATÜSÜ VERİLDİ’
Japonya, uzaktan bir “rüya” iken, yakından bakınca göçmenler için “kabusun” ta kendisine dönüşmüş durumda… Genel bir çerçeveyle Japonya’nın göçmen ve mülteci politikasını anlatır mısınız?
Trump’ın şu anda yapmaya çalıştığı göçmen karşıtı politika, Japonya’nın normali. Zaten Joe Biden geçen yıl 1 Mayıs’ta yaptığı bir konuşmada, tam da bu nedenle Japonya ve Hindistan’ı yabancı karşıtı olmakla eleştirmişti. Japonya’nın mültecilik politikası ise gelişmiş ülkelerle mukayese edildiğinde eşine az rastlanan, reddiyeci bir sisteme dayanıyor. Her yıl Myanmar, Sri Lanka, Afganistan, Suriye dahil onlarca ülkeden gidenlerin yaptığı iltica başvurularının ancak yüzde 1’i kabul ediliyor. 35 yıl içinde Türkiye’den gidip iltica başvurusu yapmış Kürtler içinden ise bildiğimiz kadarıyla sadece bir kişiye mültecilik statüsü verildi. Geri kalanların başvuruları sistematik olarak reddediliyor.
Neden?
En bariz neden, Japonya’nın Türkiye’yle diplomatik sorunlar yaşamak istememesi gibi görünüyor. O yüzden Türkiye’de “Kürt Sorunu yoktur, Kürtler hiçbir sorun yaşamıyor” inkarcılığı Japonya’da kullanılıyor.
‘ANTİ-JAPON ALGISININ TÜRETİLMESİNİ ASLA KABUL ETMEM’
Peki kitapta bahsettiğiniz Japonya’daki Kürt karşıtlığı, Japonların yabancılara iyi nazardan bakmamalarından mı kaynaklanıyor?

Doğrusu kitapta da Japonya’ya ve Japon toplumuna dair negatif genellemeler yapmaktan kaçındığımı defalarca belirttim. O yüzden bu kitaptan bir anti-Japon algının türetilmesini asla kabul etmem. Aksine, Japonya’daki belli gruplar, Kürt karşıtlığı üzerinden ırkçılığı yaygınlaştırmaya, Japon toplumunu zehirlemeye çalışıyor. O yüzden bu gruplar, kitabımı sanki Japonya’ya, Japon toplumuna yönelik bir saldırı gibi göstermeye çalışacaklar. Zaten daha şimdiden Japonya’daki bazı ırkçılar kitabı “Japonya’dan nefret eden bir kitap” olarak lanse ediyorlar. Aynı şekilde Türkiye’deki ırkçılar da kitap aleyhine karalama kampanyası başlattılar.
Gerçekten mi?
Valla öyle. Kitap daha dağıtıma bile çıkmamışken, geçen hafta sosyal medyadan saldırılar başladı. Bir kere Kürt karşıtlığı üzerinden kurmaya çalıştıkları ırkçı tezgâhın bozulmasından korkuyorlar. Şimdi kitabın her kelimesini, altını çize çize okuyacak, manipüle edebilecekleri bir cümle bulmaya çalışacak ve sosyal medyadan saldırmaya çalışacaklar. Ama nafile! Bu kitap ırkçı nefrete karşı ortak duygular üzerinden bir köprü kurmaya odaklanıyor. Ayrıca dünyadaki tüm ırkçıların bildiği ve işlettiği tek duygu nefret. Başkalarına nefret duygusu dışında bakamadıkları için, başkalarının da kendilerine ancak böyle bir gözlükle bakabileceklerini zannediyorlar. Oysa Japonya’nın da Türkiye veya başka ülkelerin de geleceğini tehlikeye sokanlar göçmenler değil, birey ve toplumlar için belirsizliğin kapılarını açan, insanların geleceğini çalan kapitalist sistemin kendi krizini gizlemek veya hedef şaşırtmak için yaygınlaştırdığı yabancı düşmanı, ırkçı, lümpen hareketler. Bu hareketler sadece Japonya veya Türkiye’de değil, küresel ölçekte yükseliyor. Benim de mesele ettiğim temel şey, Japon hükümetinin insan haklarına aykırı olarak işlettiği göçmen karşıtı sistem ve bu sistemin daha da katılaştırılmasını isteyen ırkçı grupların arkasındaki motivasyon.
Nasıl bir sistemden söz ediyorsunuz?
Dünyanın farklı ülkelerinden gelmiş göçmenler, özellikle de ilticacılar açısından, kafamızdaki Japonya imajıyla örtüşmeyen, kuşatıcı, ezici, örseleyici, katı bir sistem işletiliyor. Zaten kitapta da okunacağı üzere, Japonya Adalet Bakanlığı’na bağlı Göçmenlik Hizmetleri Dairesi bu sistemi çok katı bir biçimde uyguluyor.
Nasıl?
Japonya zaten göçmenler ve sığınmacılar açısından son derece katı bir sisteme sahip. Üstelik bu sistem 2023’teki bir kanun değişikliğiyle daha da katılaştırıldı. İltica başvurusu yapanların yüzde 1 ila yüzde 2’si kabul alabiliyor. Mesela 2016 yılında ülkeye yapılan iltica başvurusu 10.901 iken, sadece 28 kişiye mültecilik hakkı verildi. 2021’de ülkeye 17 bine yakın insan iltica başvurusu yaptığı halde sadece 74 kişiye, 2022’de 202 kişiye ve 2023’te de 303 kişiye mültecilik hakkı tanındı. Oysa örneğin 2023’te başvurucu sayısı 14 bine yakındı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (UNHCR) göre dünya genelinde 27,1 milyon mülteci bulunurken, Japonya bunların sadece 1.400’üne ev sahipliği yapıyor. Oysa UNHCR, Japonya’da “ilgi alanına” giren kişi sayısının 25.800 olduğunu söylüyor. Yani 25.800 kişiden sadece 1.400’ünün iltica hakkı tanınmış görünüyor.
Geri kalanların durumu nasıl?
Geri kalanlara insani olmayan bir muamele yapılıyor. Aralarında 1990’lardan itibaren, yayla yasakları ve devlet baskısı nedeniyle hem politik hem de ekonomik zorluklar yaşayıp Japonya’ya sığınan küçük bir Kürt nüfus da var. Kürtler aslında Japonya’daki yabancılar içinde istatistiki verilere bile giremeyecek kadar az. Hepi-topu 2 bin civarında bir topluluktan söz ediyoruz. Bunların önemli bir kısmı ilticaları sistematik olarak reddedilen, sık sık Göç Hizmetleri Dairesi tarafından gözaltına alınan insanlar. Bazıları aylarca, hatta yıllarca katı kuralların işletildiği, insan muamelesi görmedikleri gözaltı merkezlerinde tutuluyor, ülkelerine “gönüllü olarak” dönmeye zorlanıyor. Gözaltında tutulanlar arasında ciddi psikolojik sorunlar yaşayanlar var. Başka ülkelerden pek çok insan bu gözaltı merkezlerinde hayatlarını kaybetti. Ülkelerine dönmeyi reddeden sığınmacılar ise “Karihōmenli”, yani “şartlı salıverme” kararıyla serbest bırakılıyor. Orada doğan çocuklar, bebekler bile Karihōmenli yapılıyor.
Karihōmenli ne demek?
Bunun ne demek olduğunu anlatmak kolay değil. Çünkü Karihōmen aslında sadece bir uygulama değil, sığınmacıları Kafkaesk bir karanlığa sürükleyen kapsamlı bir sistem. Kitapta bu sistemi kendi tanıklığımla, Japon akademisyen, gazeteci ve hukukçuların görüşleriyle, raporlarla ve mağdurların anlatımları eşliğinde detaylıca anlattım. Karihōmenli yapıldığınızda çalışma, sağlık, seyahat, barınma dahil hiçbir temel insan hakkından faydalanamıyor, eğitim sistemine katılmakta zorlanıyor, banka hesabı bile açamıyorsunuz. Ama bu, işin sadece görünen yüzü. Bir de ırkçı grupların ve Göç Hizmetleri Dairesi’nin ikili kuşatması var. Hikâyenin en korkunç yanı da buradan başlıyor ama bunu anlatmam saatlere sığmaz. Dediğim gibi, kitapta bütün detaylar var ama bana göre Japonya’nın geleceği ırkçı tehdit altında ve bu tehdit de Kürt karşıtlığı üzerinden büyütülüyor. Bazı gruplar, Japonya’yı İkinci Dünya Savaşı felaketine sürükleyen siyasal ve toplumsal koşullara dönmeye zorluyor. Kürtlere yönelik nefret ve ırkçılık da bu koşulları olgunlaştırmanın aracı olarak kullanılmak isteniyor. Irkçılar Japon toplumunu göçmen korkusuyla teslim almak istiyor
‘KÜRTLER KURBAN OLARAK GÖRÜLÜYOR’
Peki Türkiye’den Japonya’ya göç etmiş Kürtlerin tanıklıklarında dikkatinizi çeken meseleler neler?
Aslında Japon hükümetinin ve Göç Hizmetleri Dairesi’nin Kürtlere yönelik gayriinsani uygulamaları otuz yıldır devam ediyor. 1990’ların başından beri Japonya’ya giden Kürtler içinden sadece bir kişiye mültecilik statüsü verilmiş durumda. Orada doğan çocuklar bile, zorunlu eğitim dışında hiçbir kamusal hizmetten yararlanamıyor. Fakat 2023’ten itibaren Japonya’da Kürtlere yönelik baskılara akıl almaz bir Kürt karşıtı nefret ve karalama operasyonu eklendi. Az önce de söylediğim gibi, Japonya’daki ırkçı ve faşist hareketler, ülkedeki yabancı düşmanlığını ve yeni sağı genişletmek için Kürtleri kurban olarak seçmiş görünüyor. Akıl almaz görünebilir ama, Japonya’daki en küçük göçmen grubu oldukları halde Kürtler, bu şekilde ülkenin ana gündemi haline getirildiler.
Neden?
Irkçılara bakılırsa, Kürtlerin suç oranı yüksek. Oysa kitapta da aktardığım gibi, istatistiki veriler bunun ucuz bir yalan olduğunu ortaya koyuyor. Yine ırkçılara göre Kürt sığınmacılar politik değil, ekonomik göçmen ama hepsi PKK’li, terörist! Yani ırkçılara göre Kürtler politikler, dolayısıyla tehlikeliler, ekonomik göçmenler o yüzden geri gönderilmeliler! Eğer gönderilmezlerse, yakında Japonya’da özerk bölge talep edecekler! İki bin kişiden söz ediyoruz yahu! Sonuçta ırkçılar neyi işlevsel görüyorlarsa, o argümanı kullanıyorlar. Öte yandan Japonya’daki göçmenler içinde, vatandaşı oldukları devlet tarafından korunmayan tek grup Kürtler. Çünkü Türkiye, bu insanların Japonya’da bir diaspora oluşturmasından korkuyor ve onları “terörist” olarak görüyor. Ayrıca son seçimlerde de görüldüğü gibi DEM Parti’nin birinci olduğu tek ülke Japonya’ydı. Irkçıların Japonya’daki Kürtleri PKK’yle ilişkilendirip terörist yaftası yapıştırması ve Japon toplumunu bunun üzerinden korkutup Kürt karşıtlığına sürüklemesi, giderek de yabancı karşıtlığını körüklemeleri kolay yol olarak görülüyor. Japonya’da zaten tarihsel arka planı da olan potansiyel bir yabancı korkusu var. Irkçı, faşist, yeni sağ hareketler bu korkuyu tekrar diriltmek istiyor. Ayrıca Kürtlere yönelik nefreti, Türkiye’deki anti-Kürt gruplardan da destek alarak yürütebiliyorlar. Böylesi bir ittifakı Japonya’daki Korelilere, Çinlilere, Myanmarlılara karşı Kore’de, Çin’de, Myanmar’da vs, kuramazlar.
Peki bu ırkçı kuşatma neden 2023’ten itibaren başladı?
Az önce söylediğim gibi, bu tarihte Japonya’nın Göç Yasası değişti. Japonya azalan nüfusu ve artan işgücü açığına rağmen göçmen karşıtı bir sistem işletiyor. Yabancı işçi alınıyor ama belli bir süre kullanılıp gönderilmek üzere. Japonya, Türkiye dahil pek çok ülkeyle diplomatik sorun yaşamamak için de mültecilerle uğraşmak istemiyor. Haziran 2023’te yapılan kanun değişikliğiyle iltica başvurusu üç defa reddedilenlerin zorla sınır dışı edilmelerinin önü açıldı. Irkçı nefret de aşağı-yukarı aynı dönemde yükseltildi ve bence artık Japon hükümetinin de kontrolünden çıkmaya, toplumsal barışı zedeleyen bir tür histeriye dönüştü. Hemen her hafta Kürtlerin yaşadığı Kawaguchi ve Warabi şehirlerinde Kürt karşıtı grupların gösterileri yapılıyor. Tabii şunu da söylemeliyim ki, bu ırkçılara karşı direnen ve Kürtleri, göçmenleri destekleyen Japon aktivist gruplar da var ve onlar da gelip ırkçılara karşı gösteriler yapıyor. Aynı şekilde hükümet içinde, yerel yönetimlerde ve medyada bu ırkçı histeriye karşı çıkanlar da var. Yani Kürtler veya diğer göçmen gruplar tamamen yalnız bırakılmış değiller. Ama ırkçıların sesi daha çok çıkıyor. Nedenini de kitapta anlattım zaten.
‘KAPİTALİZMİN KRİZİ, GÖÇMEN DÜŞMANLIĞI OLARAK TEZAHÜR EDİYOR’
Japonya’nın hem tarihsel deneyimi hem de mevcut siyasi konjonktürünü göz önünde bulundurduğunuzda, nasıl bir okuma yaparsınız?
Benden kitabı özetlememi istiyorsun ama bu mümkün değil! Fakat sadece şunu söyleyeyim ki, tüm dünyada olduğu gibi Japonya’da da kapitalizmin krizi, göçmen düşmanlığı olarak tezahür ediyor. Sanki bütün kötülüklerin kaynağı yabancılarmış gibi gösteriliyor. Oysa kötülüklerin kaynağı göçmenler değil, küresel ölçekte hem yoksulluğu, hem savaşları, hem sömürüyü derinleştiren ve göçleri de kaçınılmaz hale getiren, diktatörlükleri de işlevselleştiren yeni kapitalist düzen. O yüzden göçmenler çağımızın yeni kurbanları. Kitapta da söyledim, göçmenler başkalarının cennetine koşmuyor, kendi cehennemlerinden kaçıyorlar. Japonlar da benzer bir deneyim yaşamışlardı aslında.
Ne zaman?
İkinci Dünya Savaşı öncesinde ABD ve Brezilya olmak üzere Batı’da korkunç bir Japon karşıtı, ırkçı dalga vardı. Bugün Japonya’da Kürtlere yapılanın aynısı ve daha korkuncu, 1930’larda ABD ve Latin Amerika’daki Japon göçmenlere yapılıyordu. Bugün Japonya’da ırkçı grupların Kürtlere karşı kullandığı sıfatların aynısı o zaman Japon göçmenler için kullanılıyordu. Japon göçmenler korkutucu, kural tanımaz, imparatorluğun uzantısı, sabotajcı, terörist olarak yaftalanıp hedef gösteriliyordu. İkinci Dünya Savaşı yıllarında ise ABD’deki Japon göçmenler ırkçı saldırılara maruz kaldılar ve toplama kamplarına dolduruldular. Latin Amerika’daki Japon göçmenler toplu sürgünlere maruz kaldılar. Oysa Japon göçmenler ABD ve Brezilya’ya muazzam bir kültürel birikim taşımışlardı. Göç ettikleri ülkelerde tarım ve balıkçılığın gelişmesine katkı sağlamışlardı. Fakat bu başarıları, tıpkı şu an Kürtlerin Japonya’da karşılaştıkları gibi ırkçı hasedin, yalanların ve yaftaların gölgesinde kalmıştı. 1970’lerde Almanya’ya, Avrupa’ya göç eden Türkler de benzer bir ırkçı nefrete maruz kaldılar. Türklere karşı Avrupa’da kullanılan ırkçı yaftalar giderek fiziki saldırılara dönüştü ve çok sayıda Türk bu saldırılarda katledildi.
Japonya’daki Kürtlerin çalışma hakkı yoksa, hayatlarını nasıl sürdürüyorlar?
Yıllar içinde Kürtlerle Japonlar arasında evlilikler yapılmış. Bu evliliklerden doğan çocuklar var. Kürtlerle Japonlar arasında dostluk, akrabalık bağları gelişmiş. Irkçılar bu bağları da zayıflatmaya çalışıyor tabii. Öte yandan, vize alabilmiş bazı Kürtler, zaman içinde ev yıkım şirketleri kurmuşlar. Çoğu Pazarcıklı ve aynı aşiretten olduğu için, Karihōmenli akrabalarına da iş veriyorlar. Tabii normalde Karihōmenlilerin çalışması yasak. Dolayısıyla kaçak çalışıyorlar. Çalışamayacak durumda olanlara da insanlar kendi aralarında para toplayarak yardım ediyor. Karihōmenliler çalışarak kazandıkları parayı ise bankaya yatıramadıkları, birikim sağlayamadıkları için harcıyorlar. Bu da onları “zenginmiş” gibi gösteriyor ve aslında ırkçı hasedin hedefi haline getiriyor. Halbuki çoğunun hiçbir birikimi yok.
Kitapta Şogunlar döneminden Shinzo Abe’ye kadar uzanan tarihsel bir seyir içinde Japonya’nın yabancılarla, göçmenlerle ilişkisine de eleştirel bir yaklaşım sergiliyorsunuz. Ayrıca “Netto-Uyo” denen internet sağı üzerinden dijital ırkçılığı irdeliyorsunuz. Sizce Japonya’daki ırkçı yükselişin temelinde ne yatıyor?
Bence ırkçılığı yükselten göçmen düşmanlığı değil, “Japon Mucizesi” denen süper refah devletinin 1990’lardan itibaren sönümlenmesi ve yeni kuşakların, ebeveynlerinin eriştiği olanaklara erişememesi. Yeni sağ hareketler, faşist gruplar, genç kuşaklara “eski güzel günleri” yabancı karşıtlığı üzerinden vaat ediyor. Oysa Japon Mucizesi, göçmenler yüzünden değil, neo-liberal politikalar yüzünden sönümlendi. Zaten Japonya hiçbir zaman göçmenlerin yoğun olduğu bir ülke değildi. Bu açıdan Avrupa’yla mukayese bile edilemez. Bugün Japonya’daki bütün yabancıları sınır dışı etseler bile, yeni kuşaklar açısından hiçbir ilerleme sağlanmaz. Düşünün, bazı ırkçı gruplar öyle bir hava estiriyor ki, hepi-topu iki bin Kürt ülkeden çıkarılsa, Japonya eski müreffeh günlerine kavuşacakmış gibi! Sırf bu bile ırkçı histerinin rasyonaliteden ne kadar kopuk olduğunu göstermeye yetiyor.
Sizce bu ırkçı dalganın sonu nereye varır?
Şu anda Japonya’daki Kürtler bu dalganın kurbanı olarak seçilmiş olabilirler ama onlardan sonra sıra Japonya’daki Türklere, Müslümanlara, Korelilere, Çinlilere vs, doğru ilerleyebilir. Irkçılık bir virüs gibi yayılıyor. Zaten bu sorun Japonya’ya has değil, küresel bir tehlike. Bu küresel tehdit de Trump’ın şahsında somutlaşmış durumda. 1930’ların küresel ölçekli ırkçı dalgasına benzer bir fırtına yaklaşıyor ve buna karşı mücadele de küresel olmak zorunda. Kitapta da söylediğim gibi, ırkçılığı tekrar utanç haline getirecek bir medeniyet hareketine ihtiyaç var.
Kitaptan anladığımız kadarıyla Japonya’daki Kürtler hakkında bir de belgesel hazırlıyorsunuz. Belgesel ne zaman izleyiciyle buluşacak?
Üç yıldır bir yandan gazetecilik yaparken bir yandan da kitaba ve belgesele çalışıyorum. Kitap bittiğine göre belgeseli de bitirmek için daha fazla zamanım olacak. Hedefim haziran ayına kadar bitirmek ama biliyorsunuz, bu işler pek kolay olmuyor.
Belgeselin konusuyla kitabınki aynı mı?
Kitapta Kürtlerin Japonya’daki kültürel etkileşimini de anlatmaya çalıştım ama belgesel daha çok müzik ağırlıklı olacak. Japonların, Türklerin, Kürtlerin, Korelilerin duygularının müzik üzerinden nasıl ortaklaşabildiğini, nefrete karşı sevginin olanaklarını belgesele yansıtmaya çalışacağım. Çünkü kabus gibi deneyimlerin yanında, rüya gibi deneyimler de var.