Dünyada haftanın en önemli olayı, Türkiye, Brezilya ve İran arasında nükleer enerji konusunda bir bildirgenin imzalanmasıydı. Bu belge, tarafların Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na (NPT) bağlı kalarak “İran İslam Cumhuriyeti dahil tüm taraf devletlerin ayrımcılık yapılmadan barışçı amaçlarla nükleer enerjiyi araştırma, üretme ve kullanma (ve nükleer zenginleştirme faaliyetleri dahil nükleer yakıt çevrimi) hakkını” hatırlatan bir girişle başlıyor ve Türkiye ile Brezilya’nın İran’a olan güvenlerinin açıklanmasıyla son buluyor. Belge, toplam 10 maddeden oluşuyor ve özellikle nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanılması hakkındaki uluslararası sözleşmeler üzerinden İran’ın ve diğer bütün ülkelerin haklarına güçlü vurgular yapıyor.
Başta ABD ve İsrail olmak üzere, İran üzerindeki baskılarını nükleer silah tehdidi üzerine kurmuş olan emperyalistlerin, Birleşmiş Milletler’i kullanarak baskıyı artırmaları yolundaki çabaları, bu anlaşmayla önlenebilir bir nitelik kazanmıştır. Kuşkusuz, bunun için Türkiye ve Brezilya’nın ileride izleyeceği rol hâlâ ağırlık taşımaktadır.
Nitekim İsrail, ilk tepki veren ülke olmuş ve bu anlaşmanın İran üzerinde yaptırım uygulanmasını engelleyecek özellikler taşıdığını belirterek itiraz etmiştir. Genellikle Avrupa, ABD ve Rusya anlaşmanın daha güven verici tedbirlerle desteklenmesini talep etmenin ötesinde, ciddi bir itiraz göstermemiştir. Bu açıdan bakılınca, İran’ı rahatlatan bir sonuç alındığı söylenebilir.
Tüm dünyada, başta ABD, Avrupalı emperyalistler, İsrail ve Rusya, ellerindeki nükleer silahları tümüyle yok etmedikleri sürece İran’ın ya da bir başka ülkenin aynı silahlara sahip olmalarına karşı çıkmanın hiçbir anlamı yoktur. Kaldı ki İran, tümüyle uluslararası denetime açık bir enerji politikası izleyeceğine ve nükleer silah üretmeyeceğine dair pek çok kez inandırıcı güvenceler vermiş, denetim yolları ve yöntemleri önermiştir. Bu bakımdan; yapılan anlaşma, Türkiye ve Brezilya’nın diğer baskı mekanizmaları karşısında da tutarlı davranmaları koşuluyla bir ilerleme olarak değerlendirilebilir.
İran halkının, Chavez başta olmak üzere Latin Amerika’nın demokrat-halkçı liderlerine duyduğu sempatinin temelinde, anti-Amerikan politikaların yanı sıra İran’la yürüttükleri çeşitli iş birliği girişimleri de bulunmaktadır. İran, Latin Amerika ile “geleceğin dünyasına ilişkin” daha geniş bir iş birliği platformu oluşturmaya çalışmaktadır. Son gelişme, Latin Amerika politikalarının, yalnızca Küba ve Venezuela ile sınırlı kalmayacağı yolundaki olasılıkları da güçlendirmektedir. Bununla birlikte, bu gelişmelerin İran’ın iç politik hayatında demokratikleşmeye yol açmasını beklemek, hayli gereksiz bir iyimserlikten öteye geçemez.
Evrensel