Acaba yeryüzünde, insanlık tarihinde, adına evrensel değerler dediğimiz, birtakım kavramlar, kurallar, değerler var mıdır, yok mudur?
Bu husus dinler tarihi ile beraber aynı zamanda felsefe tarihinin de esaslı tartışmalarından birisini teşkil ediyor. Bütün felsefe tarihinde iki büyük tartışma var.
Bunlardan birincisi; ‘’Alemde değişim mi var, yoksa durağanlık mı ?’’ sorusudur. Mesela eski Yunan filozoflarından Herakleitos ‘’Bir ırmağa iki defa giremezsiniz, her şey değişiyor’’ demiş. Buna karşın Stoacılar olarak bilinen Zenon ‘’Aslında hiçbir şey değişmiyor, size değişiyor gibi görünüyor’’ demiş. Alemde değişenler ve değişmeyenler nedir?
Bu tartışmanın hemen ardından ikinci olarak; ‘’İnsanlığın tamamını bağlayıcı evrensel değerler var mıdır, yok mudur?’’ sorusu gelir. Eğer alem sürekli değişiyorsa, insanlık da sürekli değişiyor demektir. Nitekim insanlık sürekli evrim geçiriyor. 7 milyon yıl olmuş insan türü ortaya çıkalı. Yaklaşık 200 bin yıl olmuş homosapiens -bugünkü insan türü- ortaya çıkalı. Eğer sürekli bir değişim varsa insanın algıları, kavramaları, sürekli değişecek demektir. Buna karşın eğer bir değişiklik yoksa insan tâ en başta neyse, o şekilde statik halde duruyorsa, o zaman bir şeyler değişiyor gibi görünmesine rağmen hiçbir şey değişmiyor demektir.
Bu konular felsefe tarihinde çok tartışılmıştır. Aynı zamanda İslam tarihinde de bunların enine boyuna tartışıldığını görüyoruz. Mesela ‘’beka ve fena’’ tartışması vardır. Baki olan yani sürekli ve kalıcı olan, hiç değişmeyen nedir? Fani olan yani gelip geçici olan, sürekli değişen nedir? Keza bunun bir devamı olarak ‘’Alem ezeli mi, ebedi midir, yoksa ezeli ve ebedi değil midir?’’ sorusu gelir. Bundan dolayı da İslam tarihinde filozoflar mesela İbni Rüşd; ‘’Alem ezelidir, sürekli devam edecektir. Bu evren hiç yok olmayacaktır.’’ dediği için Gazali tarafından tekfir edilmiştir..
Bu tartışmaların boyutu uzayıp bu şekilde gidiyor. Benim üzerinde duracağım konu şu: Acaba insanlık tarihinde evrensel değerler var mıdır? Herkesi bağlayan, kime söyleseniz bu iyidir diyeceği evrensel değerler var mıdır?
‘’Açık Toplum ve Düşmanları’’ kitabının yazarı Karl Popper’a göre; ‘’Her şey tarihseldir. Bir tarihte ortaya çıkan bir durum, başka bir tarihte ortaya çıkmaz ve toplumlar sürekli değişir. Bir dönemdeki tarihsel algıyı başka bir dönemde aynı algı ile uygulayamazsınız ve hakikat dediğimiz şey çoktur. Aslında hakikat diye bir şey yoktur. İnsanlar belli başlı bir şeyleri algılarlar, ona hakikat derler. Akıp gitmekte ve değişmekte olan alemi zihinlerde durdururlar ve değerler, kurallar belirlerler. Çünkü İnsanoğlu bunu yapmazsa evreni algılayamaz. Onların da ebedi olduğunu zanneder ve bizler alemi tek bir ilkeye bağlı kalarak açıklayamayız’’ der. Yani Allah fikri, diyalektik materyalizm iddiası, tabiat kanunları sözü, evrenin yasaları iddiası, total her şeyi tek bir ilkeye göre açıklayan açıklamalar Karl Popper’a göre yanlıştır. Çünkü bütün, her yerde geçerli, mutlak, tek ilke diye bir şey söz konusu değildir. Bütün tarihe hükmeden, tarihin her döneminde, mekanın her yerinde geçerli ilkeler, prensipler, değerler diye bir şey yoktur. Haliyle bu görüş postmodern bir yola girmiş oluyor. Bu görüş bütün dinleri dışlar. Çünkü bütün dinler alemi, bir ilkeye göre Allah diye açıklar. Mesela Marksizmi de dışlar. Marksizm diyalektik materyalizm diyerek tek ilkeye göre evreni açıklar. Buna benzer dünyada olup bitenleri tek bir ilkeye dayandırarak yapılan açıklamalar hep dışlanır.
Tabiatta olanlar aynı şekilde toplumlarda da öyledir midir? Mesela insanlığın eski zamanlarında ortaya çıkmış haller, durumlar bugün de geçerli midir? İnsanlıkta ne değişiyor, ne değişmiyor? Evrensel değerler işte buraya bağlı olarak ortaya çıkıyor.
Burada şunu söylüyoruz; Şu anki insan türü değişmediği sürece, onun algılamaları da zamana, mekana göre fazla değişiklik arz etmeyecektir. Mesela, İnsanların beyni kaç gramdır, vücut organları, midesi, kalbi, bağırsakları, kadınlarda erkeklerde üreme yasaları, doğumu, ölümü, ortalama yaşı, kaç bin yıldır aynı ise o kadar bin yıldır insanlar, olup biten şeyleri benzer şekilde kavrayacaklardır ve aynı tarz yaklaşımlarla sorunları çözmeye çalışacaklar demektir.
Mesela baktığımızda, insanlığın belli başlı sorunları hala çözülebilmiş değildir. Dinler, mezhepler, uluslar ve sınıflar arası savaşlar durdurulamıyor ve bu savaşlarda sürekli insanlar ölüyor. Açlık ve yoksulluk önlenemiyor, zenginle yoksul arasındaki uçurum kapatılamıyor. Hastalıkların bir çoğuna çare bulundu ama birçok hastalık hala devam ediyor. Çevre, doğa kirliliği, ırkçılık, sağlık sorunları bunların hepsi, insanlık var olduğundan beri insanların dünyasında olup biten sorunlardır. Bütün insanlar bu olaylardan muzdariptir. Bu olaylara karşı üretilen çözüm biçimleri de aşağı yukarı birbirine yakındır.
Şu halde eski çağlarda dinler, modern çağlarda daha çok dinlerin yerine geçmiş olan felsefeler ve ideolojiler, insanlığın bu tür sorunlarını çözmek için ortaya çıkmıştır. Mesela İslamiyet eski çağlardan modern çağlara geçişi temsil ettiği için siyasi, sosyal ve iktisadi alanda bu geçişi sağlayan esaslı cümleler, devrimci çıkışlar yapmıştır. ‘’Tanrının oğlu yoktur’’ demiştir. Bu eski çağdan modern çağa bir geçiştir. ‘’Bundan böyle krallar, padişahlar, Tanrı adına hükmeden insanlar olmayacak, halk kimi seçerse o gelecek’’ demiştir. Bu bir değerler dönüşümü ve devrimsel sıçramadır. Yani eski dünyadan yeni dünyaya köklü geçiştir.
Sonra İslamiyet ‘’kölelere özgürlük’’ demiştir. Bu da sosyal planda esastan bir devrimdir. Kölenin olmadığı bir toplum düşünebilmek çok büyük bir devrimci hayaldir. Sonra Peygamber dini dünyada devrim yaparak demiştir ki; ‘’Bundan sonra benden başka Peygamber gelmeyecek. Son peygamber benim’’ demiştir. Bu da dini dünyada bir dönemi kapatmıştır.
Demek ki krallar, padişahlar, Tanrı oğulları dönemi, efendiler köleler dönemi, peygamberler, kurtarıcılar, mesihler, mehdiler dönemi kapandı. Bu üçü de modern çağın ana ilkelerinden olup eski dünyadan yeni dünyaya geçişi sağlayarak belirlenmiş oluyor.
Bunlar o dönemlerde geçerli olduğu gibi bugün de geçerlidir. Bugün de köleler özgürleştirilmeli, efendilik kalkmalı. Kimse Tanrının vekiliyim, Peygamberin halifesiyim diyerek çeşitli bahanelerle yönetime el koymamalıdır. Kimse kendisini Allah’ın seçilmiş temsilcisi, kurtarıcısı, mehdisi, mesihi ilan etmemelidir. Fakat bunlar hala devam ediyor. Demek ki bu söylemlere hala ihtiyaç var.
Mesela, evrensel değerlerden adalet, insanlar birbirlerine haksızlık yaptıkları için her toplumda adalet diye bir talep olmuştur. Çünkü eşitsizlik, ırkçılık, zengin-yoksul ayrımı var. Din , mezhep, renk, ırk, dil bölge farklılığının olduğu her yerde bir adalet talebi yükseldiğini görüyoruz. Sorun evrensel olduğu için, o sorunu çözmek için çıkan talep de evrensel oluyor. Çin’de, Hindistan’da, Afrika’da, Avrupa’da, Asya’da dünyanın her yerinde adalet talebi yükseliyor. Dünyanın bütün anayasalarında ‘adalet’ yazdığını görüyoruz. Bütün dinlerin adaletten bahsettiğini, bütün devrimlerin, modern fikir akımlarının hep adaletten bahsettiğini görüyoruz. Demek ki adalet, evrensel bir değerdir. İnsanlık bunu tecrübe ede ede, yaşaya yaşaya evrensel değer haline getirmiştir. Adalet bir eşitsizliği ortadan kaldırma çabasıdır.
Mesela öldürmeyin, çalmayın, hırsızlık yapmayın, iftira atmayın, tacizde tecavüzde bulunmayın kural haline gelmiş evrensel emirlerdir. İster kutsal kitaplarda yazsın, ister modern metinlerde yazsın evrenseldir. Çünkü bu kuralların, emirlerin, kaidelerin ortadan kaldırmaya, çözmeye çalıştığı sorunlar evrenseldir. İnsanlar ilk çağlardan beri öldürülmekten, emeklerinin çalınmasından, kendilerine iftira atılmasından, tacize tecavüze uğramaktan muzdaripler. O zaman sorun evrensel olduğu için, bu sorunu çözmek için ortaya çıkan değerde haliyle evrenselleşmiş olur.
İşte dinler bu evrensel sorunları çözmek için ortaya çıkıyor. Eğer bir din insanlıktaki zulüm, haksızlık, adaletsizlik, ayrımcılık, ırkçılık, öldürme, savaşlar, hastalıklar, kıtlıklar, açlıklar, yoksulluklar, çaresizlikler gibi sorunları çözerse, bu sorunları çözmeye yönelik makul ve kalıcı ayetler, ilahi sözler getirirse insanlıkta kalıcı olabilir. Yani dinler evrensel değerlere hitap ettikleri oranda, insanlığın ortaklaşa muzdarip olduğu sorunları çözdükleri oranda insanlıkta tutunurlar, kalıcı hale gelirler ve sürerler. Bunlara bigane kaldıkları oranda da insanlık onu yavaş yavaş dışına atar. Şu ana kadarki dinlerin başına gelen aşağı yukarı budur. İnsanlığın temel değerlerini ve sorunlarını çözmeyi, çözmek için çaba sarf etmeyi bırakıp ritüellere, tapınak etrafındaki tartışmalara boğulmuşlar ve kendi ritüellerini icra etmeyi din ve ibadet zannetmişlerdir. Bu nedenle de insanlığın ana akışından kopmuşlardır.
Mesela bugün hangi Müslümanlık, insanlığın açlık, yoksulluk, savaş, kıtlık, ırkçılık, çevre kirliliği, doğa katliamı sorunlarını çözmektedir? Ya da bugün hangi Yahudilik, öldürmenin, çalmanın, iftira atmanın, taciz tecavüzde bulunmanın önüne geçebilmiştir? Ki ‘’on emir’’ bunlardan ibaret olmasına rağmen. Hakeza Hinduizm veya Hristiyanlık insanlığın asırlardır, binlerce yıldır, çözülemeyen temel sorunlarını, hangi temel değerler üreterek ve onları pratiğe aktararak çözebilmektedir. Dinlerin hepsinin başarısız olduğunu görüyoruz, devrimlerin de hepsinin başarısız olduğunu görüyoruz. ‘’Özgürlük, eşitlik, kardeşlik’’ diye 1789’da Fransız Devrimi oldu. Batı dünyasının ‘’ihtilal-i kebir’’ büyük devrimi ama gel gör ki nerede özgürlük, nerede kardeşlik, nerede eşitlik? Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği 17 Ekim devrimi ‘’işçiler birleşin, emeğin değeri ’’ diyerek doğdu. Ama ne işçiler birleşti ne emekçilerin durumu düzeldi. Hatta şu anda onlar da yok oldu, tekrar eskiye dönüldü.
7. yüzyılda İslamiyetin çıkışı, Hristiyanlığın çıkışı, Yahudiliğin çıkışı, Hinduizm, Budizm, Maniheizm, Zerdüştlüğün çıkışı bunların hepsini dinler tarihinin devrimleri olarak okuyoruz. Çağımızda da devrimlerin ortaya çıkması, insanlığın temel değerlerini esas almasına rağmen, onları gerçekleştirme talebi ile çıkmış olmasına rağmen, bunların hala çözülemediğini, ortada kaldığını görüyoruz. Demek ki; dinler ve devrimler insanlığın temel sorunlarını çözdükleri ve insanlığa temel ve kalıcı değerler ürettikleri oranda insanlıkta tutunuyorlar. Madem evrenin yasaları var, madem geceyle gündüz bir yasaya göre işliyor, madem insanın doğumu ölümü, beyninin ağırlığı, vücut organlarının durumu, oranları, uzunlukları, ağırlıkları binlerce yıldır hemen hemen aynı, o zaman insan türü böyle kaldığı sürece onun değerleri de yakın olacaktır. Ve temel insanlık değerlerinden, insan türü aynı kaldığı sürece bahsedebileceğiz. Ama var olan insan türü değişirse onun algıları ve değerleri de değişir, o türün algılarına ve değerlerine göre yeniden dünya kurulabilir. Şu anda öyle bir şey söz konusu değil. Ancak bilinç olarak ileride olmak, geride olmak söz konusu olabilir. Adalet, iyilik, yalan söylememek, dürüstlük, kandırmamak, çalmamak, kendi hakkı ile geçinmek, başkasının elindekine göz dikmemek, kimseye iftira atmamak, baskı uygulamamak, taciz ve tecavüzde bulunmamak, çevreyi doğayı kirletmemek, canlılara zarar vermemek gibi temel insanlık değerleri vardır ve dinlerin amacı bunları korumaktır. Devrimlerin amacı bunları ete kemiğe büründürmek, kalıcı hale getirmektir. Dolayısıyla hem insanlığın, hem de dinlerin birliğinden söz edebiliriz.