Gezegenimiz bütün tarihi birikimi ile birlikte yeni bir sürece doğru sürüklenirken olabilecekleri görenlerin insanlığı ikaz etmesi bir varlık borcudur.
Eğer bu hızla giderse ve kimse dur demezse insanlığı gelecekte vahim günler bekliyor. Kaos ve yıkımdan beslenenlerin eli hızla güçlenirken cahil ve azgın kitleleri gaza getirerek birbirlerine düşürmek istedikleri anlaşılıyor.
Yirminci yüzyılın ilk yarısında yaşanan iki dünya savaşının yarattığı ağır travma sonrası demokrasi, çokkültürlülük, insan ve hayvan hakları, çocuk hakları, sosyal adalet gibi konularda tedbirler alınmaya başlamıştı.
Ancak 21. Yüzyılın başlarında sürüklendiğimiz yer odur ki demokrasininin kendisini korumak için 20. Yüzyılın ikinci yarısında geliştirdiği araçlar demokrasiyi yıkmak için kullanılabilir olmuş.
Irkçılık ve dinsel radikalizm hızla yükselirken silâh satışlarının da yükselmesini bekleyen ve kenarda ellerini ovuşturan baronları da unutmamak gerek.
Bu süreç içinde postmodernleşmenin yarattığı avantajı da fırsat bilerek bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde bütün kavramların içinin boşaltılması evresine girildi.
Bu öyle amansız bir işleyiş ki, bu işleyiş içinde her şeyin sahtesi kolayca üretildi. Ruhsal aydınlanma (transandans)’nın yerini şizofrenik düşünceler, bilimin yerini sahte bilim, dinin yerini de sahte din alır oldu. Sahte dinin kaba şekilciliğini ne derece benimserseniz o kadar dindar sanılıyorsunuz.
Hatta şekilciliğin bile içi boşaltılarak yerini sosyoloji literatüründeki tabiri ile herşey gider’e (anything goes’a)* bırakmıştır. O derece “her şey gider ki” mini etek ve türban, takım elbise ve takke bir arada olabilmektedir. Birey birbirinden tamamen kopuk kültürlerin unsurlarını yamalayarak kullanabilmekte ve bu ifade tarzı zamanın mümkünleri arasına girmektedir. İçerikten çok sembol ve görüntülerin öne çıktığı bir durum söz konusudur.
Birey hürriyeti açısından kesinlikle insanın istediği gibi giyinmesinden yanayım. Ancak esas üzerinde durduğum konu her şeyin keyfî olarak meşrûlaştığı bir düzlemde insanlığın binlerce yıllık kültür hamurunu yoğurup nasıl yeni bir kültür inşâ edileceğinin bilinemiyor olmasıdır. Her şeyi gidişine bırakmak onu entropiye terketmek demektir. Kaosa terk edilen şey çöküşe, yıkıma mahkûmdur. O nedenle bir zihinsel yaratım ile yeni kültürün inşâsı sürecine girilmelidir. Bu süreç insanlık için elzemdir.
Yeni insanlık kültürünün inşâsında ilk yapılması gereken şey kavramların oldukları yere konmasıdır. Kavramların içeriğinin mutlak bir gerçeklik dayatması olmaksızın yeniden anlamlandırılması kaçınılmaz olarak ilk olarak kültür kurucu işlevi olan dinde gerçekleşecektir.* Dinin bir anlamlandırma sistemi olması onu kültür kurucu konuma konumladığı için, din teozofi ya da filozofiden tamamen farklı özgün bir yer işgal eder.
Bağnazlıkla mücadele, şirazesinden çıkarılmış kavramları hem birey hak ve özgürlükleri hem de düşünce özgürlüğü açısından günümüz değerlerinin yeniden değerlenmesi (tecdîd edilmesi – restore edilmesi) ile mümkündür.
Bir sonraki yazımda bu sürece ve bu sürecin hermenötiğine dair düşüncelerimi belirteceğim.
* Herşey gider (Anything Goes) Esasen Paul Feyerabend’in saptaması olan bu tabir için ayrıca bkz. Ali Yaşar Sarıbay (Postmodernite, Sivil Toplum Ve İslâm, Sayfa, 92)
* Dinin anlamlandırma sistemi olarak kültür oluşu ve bu bağlamda kültür kurucu olma özelliği için bkz. Ali Yaşar Sarıbay, Postmodernite Sivil Toplum Ve İslâm, Sayfa 92.) R. Williams. Kültür, (Çev. E. Başer), İstanbul 1993 Sayfa 11.