“İnsan, bir damla kan ve bin kaygı.’’ N.F.K.
Varlık sahnesinde yer bulmuş en akıllı canlı. Masivadan etkilenen ve masivayı etkileyen çelişki yumağı bir yaratık. Duygu ve düşünce deposu. Bilinmedik yaşamların sergüzeşti. Ruy-i zeminin halifesi. Hem varlıkların en alçağı hem de en şereflisi olmaya meyyal tabiatın sahibi. Kaderini kendi çizen idrak ve irade sahibi canlı. Geçmişini geleceğe taşıyan yaratık. Dünyayı idare eden aklın mümessili. Hem deli hem veli. Hem hâkim hem hadim. Maddi ve manevi kanatlı. Sosyolojik, biyolojik, psikolojik gibi buutlara haiz kompleks ve çok yönlü varlık. Etken, edilgen, özne, nesne her konumda varlığını hissettirme yetilerine maliktir. Hem havastır hem avam. Hem adildir hem zalim. Hem mustazaf hem müstekbir. Bir yanda Firavun’dur bir tarafta Musa. Hem Muhammed’dir hem Ebu Cehil. Hem köledir hem efendi. Seçim sahibi ulvi mahiyete haiz bir varlıktır. Kendi benliğini oluşturma kabiliyetine haiz yegâne canlıdır. Sorumluluk alabilen yaratıktır. Ve en büyük sorumluluğu da kendini üretmektir. Sorularla yönünü belirleyen, seçimini yapan tek canlıdır.
İnsan tükenmez bir hazinedir. Dünyayı halkeden ve döndüren Allah ise de, dünyanın görünen öznesi insandır ve dünya insanın etrafında dönmektedir. İnsan ise çelişki üzerine yaratılmıştır. Zaten dünyada ki kaosun temel sebebi de budur. Hiçbir taraf, mutlak ve sürekli olarak, insanları kendi etrafında döndürememektedir. Bu yüzden de komplolar, suikastlar, gasplar, zulümler, baskılar, cana kastetmeler, aldatmalar, terörler vuku bulmaktadır. İnsan arzu sahibidir. Nefis sahibidir. Sonsuz istekleri vardır. Zevke ve eğlenceye meftundur. Zordan kaçar kolaya sığınır. Dünya güzelliklerle doludur. Zevkle doludur. İktidar vardır. Mülk vardır. Makam vardır. Kadın vardır. Para vardır. Yiyecek vardır. Giyecek vardır. İçecek vardır. Ne ararsan vardır. Ve bu varlar üzerinde hükümran olmak isteyenler vardır. Çünkü bu varlara en yüksek düzeyde sahip olmak isterler. Ve bu sahiplikte ancak insan üzerinden mümkün olabilmektedir. Allah adaleti emreder. Ahlaklı olmayı emreder. Ama adaletle ve ahlakla hükümranlık çatışır. Öyleyse, Allah’ın kanunlarını (insan olmanın-vicdanın kanunlarını) çiğnemeden istendik yönde hareket etmek zordur. Zaten şeytan da Allah’a bu yüzden isyan etmiştir. Kimisi düpedüz isyan ederek bir savaş başlatır şeytanın yolunda. Kimisi de münafıklık yaparak savaşır. Ahlaka ve adalete iman edenler ise ortada dururlar. Çünkü Allah’ın (insan olmanın-halkın-ortak vicdanın) emridir bu. İfrat ve tefritten kaçar ve vasata sığınır insan. Bilakis insan parçalanır ve dağılır ki bu vahimdir. Zaten, bu dağılıp parçalanma, insanın ezeli hatasıdır. Bütünlükten kaçıp parçalanmakla sonlanmak ve sömürünün nesnesi olmak, fıtratına (insan olmak durumuna-vicdani öze) ihanet etmek, sürekli sapkınlık üzerinde kalmak.
Zaten insanın başına ne geliyorsa kendi ahmaklığı ve zalimliği, nankörlüğü ve cahilliği yüzünden gelmekte değil midir? Sonra da başkalarına küfreder akılsızca. İnsanlar ideolojilerin sürüleri ve kişilerin tapıcıları oldukları müddetçe yanılmaya ve aldanmaya mahkûmdurlar. Ve ezilmeye, itilmeye, rezilce yaşamaya. Dolayısıyla hakikatin köleleri olmaya eyvallah çekeceksiniz ve yegâne yüce önderin (vicdani özün keskin sesinin) talimatlarını dinleyeceksiniz. Müşriklerin (ahlaksızlık ve adaletsizlik yolunda dünyada ki varlara mutlak sahiplik iddiasında olanların) safında değil muvahhitlerin (ahlak ve adalet temelinde ortak mutluluk ve iyilik için mücadele edenlerin) safında yer alacaksınız. Hayata, Kur’an evinin, Sure odalarının, Ayet pencerelerinden bakmayı başaracaksınız ve asla yanılmayacaksınız ve olanlar karşısında şok olmayacaksınız. Her şeyi idealize edip gerçekleri ıskalamak insanı sonsuz yanılgıların mahkûmu yapmaktadır. Büyük laflar sert gerçekler karşısında aciz kalmaktadır. Ve sert gerçekler güzelim teorileri mahvetmektedir o zaman. İdeal olana reel olanın içinden süzülerek ulaşılır. Bu derin gerçek kavranmadığı zaman bütün idealler hayali bir özellik kazanmaya mahkûmdurlar ve insanlar boşu boşuna sürüklenirler o hayallerin izinden.
İnsanlar, kocaman hayat kitabının sözcükleridirler. Hayatı, ancak, insanları okuyabilenler anlarlar. İnsanları okuyamayanların hayattan alabileceği hiçbir şey olamaz. Ve hayata verebileceği hiçbir şey yoktur. Her insan farklı bir anlam, farklı bir dünya demektir ve her insan, kendi sezgilerini, düşüncelerini üretir, böylece adeta kendini yaratır. Dünyanın sonsuz nimetlerle donatıldığı gibi, insanda şiddetli hırs, arzu ve hevalarla donatılmıştır. İnsanın, sonsuz nimetlere karşı gem vurulamaz bir temayülü vardır. Her şeyi yaşamaya ve tatmaya meyyal bir fıtratın sahibidir insan. Kimi gem vurur arzularına, kimi dizginlerini bırakıverir arzularının. İşte bu yüzden, insanı tanımak ve anlamak gerekir. İnsanın nasıl olduğu ve ne olduğu bilinmeden insan üzerinden projeler üretmek sonuçsuz kalmaya mecburdur. Ve insanların itham edilmesi de büyük yanlıştır bu yüzden bazı durumlar karşısında.
İnsanı tanımadan, anlamadan hiçbir şeyi anlayamaz ve tanıyamazsınız ve hiçbir şey de yapamazsınız. Zira varlığın öznesi insandır. Ne insansız varlık ne de varlıksız insan bir anlam ifade eder. Çünkü bütün varlığa etkide bulunarak varlığı anlamlı hale getiren ve varlıkla bir anlam kazanan yegâne varlıktır insan. İnsansız bir ağacın ve ağaçsız bir insanın ne manası olurdu vs? İnsanı da en mükemmel manada, hiçbir eksik yön bırakmadan, bütün tafsilatıyla anlatan-tanıtan yegâne kaynak Kur’an’dır. Sair bütün kaynakları da az çok bilerek bunu söylüyorum. Kur’an varlığın söz olmuş halidir. Adeta varlığın konuşan dilidir. Kur’an hayattır, hayatta Kur’an. İslam insandır, insanda İslam. Tabiatı temaşa ediniz, kendi kendinizde içsel bir yolculuğa adım atınız, aktif olarak içinde olduğunuz hayatı deruni olarak temaşa eyleyiniz lütfen. Bu ayrılmazlığı göreceksiniz. Şu ayeti iyi okuyunuz: ‘’eğer yolculukta iseniz ve hesabı tutacak birisini de bulamazsanız borçludan bir rehin alabilirsiniz. Yok, birbirinize güvenirseniz artık güvenilen Allah’tan korksun ve emanetini ödesin. Şahitliği gizlemeyin, kim gizlerse vebali boynunadır. Allah yaptığınız her şeyi görüyor, biliyor.’’ (Bakara, 283) Nasıl? Sanki günlük yaşamda yaptığınız konuşmalar gibi değil mi? Sanki birbirlerinize bazı durumlarda yaptığınız uyarılarınız gibi değil mi? Kur’an baştan sona böyledir. Onda yüksek perdeden sözler bulamazsınız. Sözü çoğaltma diye bir durumla karşılaşamazsınız. İdeali yüceltip gerçekleri ıskaladığını göremezsiniz. Kibirli bir hitaba rastlayamazsınız. Günlük dil üretmiş ve ürettiği dilin mutlak netlikte olduğu dünyanın en güzel kitabıdır o. Yalan, hile, aldatma, kibir asla bulamazsınız onda.
Ama her teorinin pratikte bozulduğu gibi, Kur’an imanına sahiplik iddiasında olanlarda amelde yanlışlara sapıyorlar. Fakat bu durum, asla, kaynağın (Kur’an’ın) yanlış olduğu anlamına gelmez. Dünyada ki bütün düşünceler bu ikilemin kurbanıdırlar. Hiçbir zaman teoriler pratiğe motomot yansımaz. Zaten doğaldır da bu. Fakat burada peygamberler müstesnadır, peygamberler ne getirdilerse ayniyle yaşamışlardır. Ama kullar nezdinde, iman amele motomot yansımaz. Şayet iman, amele olduğu gibi yansıyabilseydi günah diye bir şey söz konusu olmazdı ve o zaman imtihan olgusu da anlamsız kalırdı. Bir yerde mücadelede manasızlaşıverirdi. Çünkü her şey zıttıyla kaimdir ilkesince, günah olacak ki, insan tövbe edecek, yaratanına yönelecek, el açacak, acziyetini hatırlayacak ve sevap elde edecek. Ayrıca günaha karşı bir direniş içinde olacak. Tıpkı yapılan bir yanlış karşısında özür dilenip güzel karşılık bulunması gibi. Bu durum ideolojilerde de varittir. Şu söz boşuna söylenmemiştir komünistlerce: ‘’güzelim teorileri mahvetti pis gerçekler.’’ İşte böyle dostlar. Teorilere baktığınız da cennettir ama hayata yansımasına baktığınız da cehennemdir. Burada en az çelişkiyi İslam düşüncesiyle bu düşüncenin hayata yansımasında görürüz. Burada ki çelişki dediğimiz durum doğaldır çünkü insan Allah değildir ve yanlışla maluldür, günahla maluldür. Diğerlerinde uçurum vardır hatta uçurum ötesi. Birde burada şu en somut örneği verebiliriz: şimdi politikacılar ne yapıyorlar? Konuşurken ağızlarından bal damlıyor, her türlü vaatte bulunuyorlar, adeta cenneti vaat ediyorlar ama iş iktidarı ele geçiripte pratiğe geldi mi ne oluyor? Hepsi tek tek dökülüyor, sahtekârlıkları fışkırıyor adeta. Birer nutuk profesörü oldukları faş oluveriyor. Ama insan bu işte. Günahıyla sevabıyla. Yalanıyla doğrusuyla. Bu gerçeği idrak ettiğimizde gelişen olaylar karşısında çok fazla şok olmayacağız.
Haddizatında zaten bizlerde ideolojilerle hayatımızı yaşamayız dostlar. Sadece insani gerçekliğimizle var oluruz hayat sahnesinde. Yaşamsal planda düşünceler her zaman ikinci plandadır hatta planda hiç yoktur. Düşüncelerimizi mutlak manada somutlaştırdığımız yegâne yer oy pusulalarının başıdır. Oy hakkınızı da kullanıyorsanız tabi. Hayata karıştığımız anda ideolojiler duman oluverirler. Hayata egemen olan şey: insanlığın ortak değerleridir. Sahip oldukları farklı ideolojiler değil. Zaten öyle olsa idi hayat bir cehennem olurdu. Kardeşlik ve barış söz konusu bile olamazdı. Geçelim. İnsandan hayata.
Sevgili dostlar, hanginiz ilişkilerinizi “Bak arkadaş ben milliyetçiyim ya da bak kardeşim ben komünistim veyahut hey dostum ben bir İslamcıyım” diyerek başlatıyorsunuz günlük yaşantınızda? Hiçbiriniz. Çünkü günlük yaşamda ideolojilere asla ihtiyaç duyulmaz, aslında hayatın hiçbir evresinde duyulmaz ama birileri bizlerle oyun oynuyor ve bizleri aldatıyor. Çünkü kurdukları düzenin idamesi için buna mecburlar ve bizleri sömürerek kendilerine saltanatlar kurmaları için buna ihtiyaçları var. İdeolojiler hakikatin görülmesini engelleyen demir perdelerdir. Yaşamsal zevklerimizi haram eden zehirli çiçeklerdir. Hayatımızın her evresinde ancak ahlakiliğe ihtiyaç duyarız. Ahlakın kaynağı da din’dir. Yani ben insansam ahlaklı olmak zorundayım, insanlığın ortak değerlerine intisap etmek durumundayım ama illa bir ideolojiye mensup olmak zorunda değilim. Yani illa bir ideolojiye bağlı olarak adaletli olmak, ahlaklı olmak, vatansever olmak zorunda değilim. Yahut herhangi bir liderin de peşinden gitmek, prensiplerine intisap etmek zorunda değilim. İdeolojisizde, lidersizde bunları yapmak zorundayım, şayet insansam. Bizler, insan-İslam- olarak yaratıldık, Faşist olarak, İslamcı olarak, milliyetçi olarak, kapitalist olarak, liberalist olarak, demokrat olarak, komünist olarak değil. Ve özgür doğduk. Ama kendimizi zindanların (ideolojilerin-ideologların) gönüllü mahkûmları yapmakta bir beis görmüyoruz heyhat! Haddizatında ideolojilerin her biri bir zindandır da, bilelim ki, insanı, kendi çıkarlarının ve dünyevi menfaatlerin kıskacında perişan eder ve insanı kendi kendisine yabancılaştırır ideolojiler ki; yaşananlar malumumuz.
Hiç kimse, aldatan bir insanı, benim ideolojimden diye, aldatmayan bir insana tercih etmez. Eder misiniz yani? İnsani ilişkileri, kesinlikle, ahlakilik tayin eder. Ahlak, insani ilişkilerin temelini oluşturur. Hanginiz birlikte olduğunuz insanın imanına ya da ideolojisine bakıyor? İman Allah’la ilişkimizi tayin eder. İdeoloji ise hayali bir şey. Amelde insanlarla ilişkimizi belirler. Tabi bu meyanda pratikte bir teorinin sonucudur yani düşünceniz(teoriniz) ne ise amelinizde(pratiğiniz) o minvalde olacaktır. Düşünceniz tevhid ise yani İslam ise, eyleminiz yani ameliniz de ona göre olacaktır. Amel derken yani eylemlerimiz, tavırlarımız, duruşumuz, karakterimiz, günlük yaşamda ki münasebetlerimiz. Diyelim ki; benimle aynı düşünceden bir dostum var ama insanlık dışı tavırlara sahip, güven duyamıyorum, bir şey emanet edemiyorum. Bir de benimle aynı düşünceye sahip olmayan ama gerçekten insanlıktan nasiplenmiş başka biri de var ben hangisini tercih etmeliyim ya da ederim insani münasebetlerde? Elbette aynı düşüncede olmadığım halde ahlaklı olanı. Eminim ki sizlerde aynı şeyi yaparsınız. Hepimiz bir selamla başlıyoruz hayata ve öylece insani bir dille, ahlakilik çerçevesi dâhilinde sürdürüyoruz ve bitiriyoruz elimizden geldiğince. Ahlaksız olanlardan mümkün mertebe kaçıyoruz. Aynı düşünce de olsak dahi. Bu inkârı imkânsız bir hakikattir dostlarım.
Kıymetli dostlarım, kimse ideolojisiyle alışveriş yapmıyor, kimse merhabayı kendi ideolojisinden diyerek sunmuyor karşılaştığı insanlara. Ya da kimse ideolojiyle meyve sebze almıyor değil mi? Marketlerde ideoloji alıp satmıyoruz öyle değil mi? Hey ahbap ben komünistim şuradan bana üç kilo elma versene diyeni duydunuz mu hiç hayatınızda? Ya da bak bayım ben milliyetçiyim sana iyi akşamlar diyene rastladınız mı? Veyahut bak kardeşim ben İslamcıyım gel seninle biraz muhabbet edelim diyeni gördünüz mü? Ayrıca, Kimse komünist olduğu için adaletli olmak zorunda hissetmez kendisini, zaten insanlıktan nasibi varsa adaletli olur. Ki, ne komünist görünenlerin en azgın sömürücü olduğuna şahitlik yapıyoruz bazen. Kimse milliyetçi olduğu için vatanı daha çok sevmez, eğer insanlıktan nasiplenmişseniz topraklarınızı seversiniz ve emperyalist işgallerden korumak için mücadele edersiniz. Ki, ne milliyetçi geçinenlerin yaşadığı topraklara ihanetine tanıklık ediyoruz. Kimse İslamcı olduğu için hak yememezlik yapmaz, çünkü bu bir İslamcı olma gerekliliği değildir, insani-İslami ve ahlaki bir gerekliliktir ve insanlıktan nasibiniz varsa zaten hak yemezsiniz. Ki, ne İslamcı takılanların, hayâsızca, şerefsizce, alçakça nice haklar yediğine şahitlik ediyoruz. Ama napmışlar, insani erdemlerin her birini (vatan-ahlak-adalet) bir ideolojiye tahsis etmişler ve insanlara en büyük kazığı atmışlar! İnsanları paramparça ederek tuzaklarına düşürmüşler ve sürekli bu tarafından alçakça nemalanmışlar. İnsanların birliğinin tam kalbine zehirli ayrılık hançerini saplamışlar. Şimdi sürekli kanamaktadır o kalp ve bir gün bütün olup kanın duracağını ve ayrılık yarasının iyileşeceğini hayal etmektedir.
Bir erdemi savunmak için bir ideolojinin müntesibi olmak zorunda olduğumuzu kabul ettirmişler bizlere. Kurguladıkları kirli ve kanlı oyuna alıştırmışlar bizi. Gerçekten iyi alıştırmışlar! Ve bizler o alışkanlıkların esiri olmuşuz adeta. Hatta sanki bizi alışkanlıklarımız yeni baştan yaratmış. ‘’İnsan alışkanlıkların çocuğudur.’’ İbn-i Haldun. Ama alışkanlıklarının çocuğu olarak kalmak zorunda değildir. Ve şayet öyle kalmaya devam ederse sömürülmekten asla azade olamayacaktır, kendini asla üretemeyecektir. Çünkü alışkanlıklarını her devirde bir kullanan çıkacaktır muhakkak.
Bir soru: Hangimiz öldükten sonra hesabımızı verirken ideolojimiz sorulacak ve ideolojimize göre muamele görecek? Yahut lideriyle birlikte hesap verecek? İnanın bu soruya vereceğimiz vicdanlı bir cevap ve o cevap istikametinde ki samimi eylem bizi gerçek özgürlüğe kavuşturacak. Birlikte doğduğumuz özgürlüğe. Etimiz, kemiğimiz, ruhumuz olan özgürlüğe. O zaman İlahımızı, önderimizi, kitabımızı tanıyacağız ve türkü tadında bir hayata merhaba demenin ilk adımını atacağız emin olunuz. ‘’Allah sizi özgür yarattı, kulların esir kılmasına müsaade etmeyin.’’ (Hz. Ali)
İnsan İslamsız ve İslam da insansız mümkün değildir. İkisi mutlak şekilde bütünleşmiştir. Tıpkı hayatla ölümün iç içe oluşu gibi. Ama ideoloji insaniliği ve ahlakiliği eksen alan kişinin yanında iğreti durur. İdeolojiler cebren ve hile ile giydirilmiş elbisenizdir ama İslam hem bedeniniz hem ruhunuzdur. Yani sizsinizdir. İdeolojileri çıkarıp atabilirsiniz ve özgürleşirsiniz ama İslam’ı çıkarıp atamazsınız ki böyle bir kötülük yaptığınız takdirde esaret kaçınılmazdır. Ki tarih şahittir ve görüntü malumdur. ‘’İdeolojiler zihnimize giydirilmiş deli gömlekleridir.’’ Cemil Meriç. ‘’Din ile payidarsın, din gitti mi tarumar olursun.’’ Mehmet Akif Ersoy
Ve insan çelişkidir tamamen. Müthiş bir komplekslik gizlidir bünyesinde. Her an değişen bir tıyneti vardır. Söyleyin, dürüst olun yalan mı bu? Her attığınız adımda duygularınız, düşünceleriniz sizin de fark etmekte zorlanacağınız şekilde bir değişime tabi değil mi? Tabi bu her yönüyle ilgili değildir, bazı temeller vardır ve onlar asla değişmezler. Ama dünyaya yönelik ve varlıkla ilgili şeylerde geçerlidir söylediğimiz. Çok basit bir örnek: bir an sevdiğiniz insana karşı yine bir anlık süre içinde bir soğukluk duyacak hale gelmiyor musunuz bazen? Yahut gerçekten nefret duygusuyla dolu olduğunuz ve çok gayr-i insanı olarak davrandığınız bir insandan aniden özür dileyecek bir duygusallığa kapılmıyor musunuz? Ya da bir an öyle kesif acılar yaşarken aniden o acılar hiç yaşanmamış gibi en coşkulu insan siz oluverimiyor musunuz? Ne olur ahlaklı olalım. Bunlar oluyor. Ve hayret içerisinde kalıyorsunuz. O an anlıyorsunuz insanı ve hak veriyorsunuz olan biten bazı şeylere.
İnsan hem yapan hem yıkandır. Her şeyin önü de sonu da insandır. İnsanı ıskalayanın ıskalamadığı hiçbir şey yoktur hayatta. İnsanı idrak etmeden insana dair senaryolar üretenler dünyanın en ahmak varlıklarıdır. Hakeza insanı istendik ve belirlenmiş bir kalıba oturtmaya çalışanlar ne zavallı tiplerdir. Dünya insanla anlamlıdır. Dünyanın güzelliği de çirkinliği de insana endekslidir. Peygamberlerin ve müntesiplerinin dünyası niye güzelliklerle doludur da ideologların ve müntesiplerinin dünyası zulümle ve çirkinliklerle doludur? Çünkü peygamberlerin dünyasında insanilik-ahlakilik egemendir ama ideologların dünyasında nefsaniyet, çıkar ve gayr-i ahlakilik egemendir.
Partiyi kuran kimdir? Devrim kimin eseridir? Kimdir insanları sömüren, ezen? Dünyayı kirleten kimdir? İnsanlığı öldüren kimdir? Nefis kimdedir? Günah kimin için, sevap kime dairdir? Sevgi kiminle anlamlıdır? Nefret kimde tecessüm eder? İhanet ve sadakat kime dairdir? Zafer kimin içindir? Hezimet kime dairdir? Muhabbetin anlamı nedir? Yazılanlar, çizilenler kime hitap eder? Peygamberler niçin gönderilmişlerdir? Dünya kime hizmet eder? Ahiret niçindir? Vs. vs. Herhalde nebatat ve hayvanat için değil!
Küfrün ve imanın öznesi kimdir? Hayat ve ölüm kiminle anlamlıdır? Mevcudatın hizmet ettiği yegâne varlık kimdir? Sormak bizi gerçeğe, gerçeğe ulaşmakta özgürlüğe götürecektir dostlarım mutlaka. ‘’İnsan düşünen ve soran bir varlıktır.’’ Diğer varlıklardan insanı ayıran en mümeyyiz vasfı sormaktır. İnsan soruyla küfre düştü ve yine soruyla iman etti. Sorusuz insanın hayvandan farkını gösterebilir misiniz lütfen! Ve sorusuz insanın kaderi sadece güdülmektir. Ot gibi yaşamaktır. Şeytan niçin şirke düştü? Hz. İbrahim’i imana götüren neydi? Hz. Musa niçin hakikatle birebir yüzleştirilmiştir? İnsan niçin sürekli güdülmenin mahkûmudur? Niçin eylemleri hep neticesiz kalır? Niçin peşinden gittikleri liderler tarafından hep aldatılırlar? Niçin gün gelip ideolojilerine küfrederler? İnsan aslında başlıbaşına bir sorudur. Zira insan soran olduğu için anlam kazanmıyor mu; insana dair olan seçmek ve iradeli olmak kavramları? Soru bittiğinde insanda bitecektir. İnsan sürekli bir oluş sürecine tabidir soruların sürükleyiciliğinde. ‘’Sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez’’ Sokrates
Yine ‘’insan şüphesiz çok cahil ve zalimdir.’’ (Ahzab, 72). Cahildir, çünkü doğruyu gördüğü halde nefsine ağır geldiği için tabi olmaz, üstelik tabi olmayışının aleyhine olacağını bildiği halde. Öyle değil mi? Mesela hakikate bizzat tanıklık ettiği halde tabi olmazda, ideolojisinin yalanlarına itibar eder, tabi olur. Şöyle oturup konuştuğumuzda kim hakikate muhalif oluyor? Kimse. Ama ayrılınca noluyor herkes bildiği yola gidiyor, heva ve arzularına boyun eğiyor ve bu insanın zararına oluyor. Bunu biliyoruz ama yine de cahillik ediyoruz. Neyin hayrımıza olduğunu az çok tahmin edebildiğimiz halde aksini yapıyoruz. Bu akıllı işi midir sizce? İlim ehli olan birinin işi midir? Hakeza zalimdir insan. Kendi kendine zulmeder ve benzerlerine hatta sair varlıklara. Yani niye dürüstçe yaşamaz? Niye hakikate tabi olmaz? İhanet eder, kalp kırar, hak yer, tartıyı doğru yapmaz, gerçeği gizler niye? Çünkü zalimdir ve zalimlik yaptığından bihaberdir ya da haberdardır da nefsine yediremez zalimlikten vazgeçmeyi çünkü çıkarı vardır bundan. Ayrıca ‘’insan her şeyden çok tartışmacıdır.’’ Kehf-54. Gerçekten böyle değil miyiz? Yani hiç hakikati bulmak gibi bir derdimiz var mı? İlla tartışacaz. Çok seviyoruz tartışmayı. Laf kalabalığı yapmayı, gürültü yaratmayı, temelsiz laflamayı. Ama hiç sözle aramız yok, şöyle oturup dürüstçe fikir teatisi yapmaya ve hakikati aramaya ve bulup tabi olmaya yanaşmıyoruz. Çünkü tartışmanın biteceğinden ve boşluğa mahkûm olacağımızdan korkuyoruz. Bu yüzdende tartışıyoruz da tartışıyoruz. Tartıştıkça da düşman oluyoruz birbirimize. Çünkü nefsimiz, karşımızda ki kişinin düşüncesi doğruysa bile ona tabi olmaktan men ediyor bizi. İlla tartışmamızı, dalaşmamızı, düşman olmamızı emrediyor sanki. Ve tabi bizlerde, uymakta tereddüt etmiyoruz nefsimize. Karşımızdaki insanın doğru söylediğini bilsek bile bunu ifade etmeyi ve kabullenmeyi nefsimize yediremiyoruz.
‘’Kahrolası insan! Ne de nankör.’’ (Abese, 17). Yani durum bu kadar açık ve net. İyilik yaparsınız kötülük bulursunuz. Canınızı feda edecek derecede yoldaş olursunuz ihanete uğrarsınız. İnsan bu dostlar. Ekmeğini yediğiniz insanı sırtından hançerlersiniz. Nimetiyle keyiflendiğiniz topraklara sadakatsizlik yaparsınız. Göz göre göre adaletsizlikte inat edersiniz. Bu bilinçle hareket etmeliyiz ve sonra şaşırmamalıyız. Böyle kabul edeceğiz. Ezelde böyleydi ebede de böyle olacak bu. Zaman değişir, şartlar değişir, imkânlar değişir ama insan asla değişmez ve değişmeyecek. Ha o da değişir. Doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Ama fıtri olarak asla değişmez. Cisim olarak değişim gösterir. Ha burada şundan bahsetmekteyiz: İnsanın içinde ki var olan şeyler asla değişmez. Ama bizler o şeyleri iyi yönde kullanabiliriz ve kullanmalıyız da ki; bizi de bu kurtaracak zaten. Yani içimizde, sevgi de nefrette vardır, ihanette sadakatte vardır, zalimlikte adillikte vardır, nankörlükte vefada vardır, cahillikte âlimlikte vardır. Ve biz bunları nasıl, nerede ve ne şekilde kullanacağımızı bilmeliyiz. İnsan budur ve değişmez derken bunu kastetmekteyiz. İnsan, Habil Kabil’i öldürürken de cahil ve nankördü, kıyameti getirirken de cahil ve nankördür.
Ve biz insanı tanımıyoruz ya da tanımıyormuş gibi davranıyoruz maatteessüf! Bahsettiğimiz yönlerini görmezlikten geliyoruz. Bu yüzden de hep tökezliyoruz. Suçu da karşımızdakine yüklüyoruz. Gerçekten zalim, cahil ve nankörüz! Lütfen kızmayın sadece ama sadece akledin! Yani niye kendi elimizle işlediklerimizden başkasını sorumlu tutuyoruz ki? Bu sahtekârlıktan başka nedir? Tek tek kötüysek âlem kötülükle dolar, tek tek iyiysek âlem iyilikle dolar. Biz iyiydikte başkaları mı kötü yaptı? Biz kötüydükte başkaları mı iyi yaptı? Her şey içimizdedir. Politikacıları seçen biziz, onlar bizim aynamız. Biz kötüysek onlarda kötü, biz iyiysek onlarda iyi. Elbet bazı başka saiklerde vardır ama yine insanla ilgilidir. Her eylem insan beyninin ve kalbinin ürünüdür. Eylemler ya duygusallık temelinde ya da mantıksallık temelinde zuhur ederler. Mantıksallık temelinde olanlar beyinden, duygusallık temelinde olanlar kalbden sadır olurlar. Ama her iki durumda da ikisinin ortaklığı söz konusudur.
Çok kadim, basit ve her dem güncelliğini koruyan bir mesele: Siyaset, aslında politika. Çünkü ülkemde siyaset yapıldığına henüz tanıklık etmedim ve bu gidişle de zor. Siyaset yürek işi, birikim işi, haysiyet işi, hülasa en temelinde ahlak-adalet işi. Noluyor? Adam insanı tanımıyor, tanımsızlık üzerinde politika yapıyor, üstelik felsefesi de yok ve insanların huzuruna çıkıyor ve tepeleniyor sonra da tutuyor suçu karşısındakine atıyor. Bunlar yanlış ama insanlar peşinden gidiyor diyor. Bu insanlar şerefsiz diyor, bu insanlar geri zekâlı diyor, bu insanlar ahlaksız diyor. Ya sen kifayetsizsen, beceriksizsen, ahlaksızsan, karşındakine suç atmana gerek yok ki, ona teveccüh gösteren ya da göstermeyen insan olduğu gibi sana teveccüh gösteren ya da göstermeyen de insan. Karşında ki de, yani rakibin de, senin konumunda bir defa. Ona göre de sana temayül gösterenler senin dediğin gibidir o zaman. Peki, bu ahlaki mi? Sen mücadele ediyorsan elbet karşında ki de edecek. İnsanoğlu hanginizi daha tutarlı, daha makul ve mantıklı görürse ya da hanginizin kendisinin faydasına uygun geldiğinizi anlarsa temayülü ondan yanadır. İnsana rağmen projeler hiçbir zaman varlık gösteremezler. Faraza gösterdi, bu gelip geçicidir. Ya da çok ciddi ve şümullü bir propaganda ile aldatma neticesindedir. Ancak anlık zevklerini tatmin edersin muvakkat ve hayali zaferlerinle ve insan uyandığında defolup gidersin. Bu kadar basit. Önce insanı tanı sonra çocuk gibi ağlayıp durma! Çünkü yaptığın şeyin öncesi de, sonrası da insanla alakalıdır. Yani özne insandır. Sen insanı tanımaz ve takmazsan, insan seni hiç tanımaz ve takmaz.
Çare nedir? İnsanı tanımak ve anlamak. İnsan kendi varlığına kast eden şeyi fark edemeyecek kadar kör olabilir bazen ama an gelir fark eder bunu ve planlar geri teper. Siz dua edin ki, insan derin uykuda ve hala kendine yabancı. Yemin ediyorum varya insan uyansın ve kendini tanısın hepinizin sonu perişanlıktır, hezimettir, hüsrandır ey insanlık, emek, bağımsızlık, ahlak ve adalet düşmanları! Ve gerçek bir devrimle, insaniyet, adalet ve ahlakilik devrimiyle, helak olmaktır, ebediyen devrilmektir sonunuz.
Yalan mı? İnsan kim olduğunu, adaletin ne olduğunu, bağımsızlığın ne olduğunu idrak etsin, İlahını, önderini ve kitabını bilsin ve mutlak şekilde koşulsuz olarak tabi olsun varya sizler açlıktan gebermezseniz namerdim ey kara-kızıl-yeşil emperyalist faşistler. Çünkü sizin yegâne kazancınız insanın bağımlılığı, cehaleti ve zaafları. Tek sermayeniz bu ve bu sermayeyi daim kılmak için her türlü çabayı gösteriyorsunuz aşağılık maymunlar!
Son tahlilde; İnsanı tanımadan, insan üzerine yaptığınız bütün hesaplarınız sonuçsuz kalmaya mahkûmdur.
Lütfen büyük sosyolog, yürekli devrimci, haysiyetli öğretmen, şehit Doktor Ali Şeriati üstadın ‘’insan’’ ve ‘’insanın dört zindanı’’ isimli kitaplarını okuyun ve insanı daha derinden tanıyın. Lütfen okuyun lütfen. Mutlaka okuyun ama. Sonra da insansız düşünceler üretmeyin. İnsansız projeler hazırlamayın ve hüsrana uğramayın. Sonsuz istifade edeceğinize adım gibi eminim sevgili dostlarım. Kişilere takılmayın fikirlere takılın. Zorla güzellik olmaz. Kabul ya da ret senin inisiyatifindedir ey insan!
İKİ HİKÂYE:
‘’Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır. Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı büyüklüktedir. Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması imkânsızdır. Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner. Ama kaçamaz. Çünkü elindekini bırakmak istememektedir. Aslında maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. Sadece KENDİ BAĞIMLILIĞININ GÜCÜ tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey; elini açık yiyeceği bırakmaktır. Ama iştahı ve açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki; üç kuruşluk tatlıya sımsıkı sarılmakta, yumruğunu sıkıp (elini bağlayıp) bırakmamaktadır. Yumruğu da yarıktan çıkmamakta ve tuzağa çakılıp kalmaktadır. Elini açıp cevizden çekse çıkacak ve özgür kalacak.’’ (İhsan Eliaçık; Aşağılık Maymunlar Olun)
Evet, dünya nimetlerine aşırı bağımlılık bizleri birbirimizden ayırmıştır ve düşmanın tutsağı kılmıştır. Dünya nimetleri gözlerimizi kör etmiştir. Vicdanlarımızı lekelemiştir. Beyinlerimizi dumura uğratmıştır. Esaretimizi katmerleştirmiştir. Artık dünya denilen kavanozun içinde ki balın tatlılığına aldanmamalıyız, aslında o bal, içinde zehir gizlenmiş bir baldır. O bal için birbirimizi sokmaya çalışmamalıyız. Köpekler gibi dalaşmamalıyız. Bilakis birlikte bölüşmeliyiz dünya nimetlerini. Mülk hastalığından kurtulmalıyız. Adaletin ve ahlakın kucağına sığınmalıyız.
“Ormanın birinde aslanlar toplanmışlar ve düşünmüşler. Saldıracak hayvan aramışlar. Ama hiçbirine karar verememişler. Kimisini hızlı, kimisini basit, kimisini de büyük bulmuşlar. Öküzde karar kılmışlar. Tam ağızlarına layık görmüşler. Ama öküz o kadar da basit avlanacak bir hayvan değilmiş. Bir kere organize hareket ediyorlarmış. Güçlüymüşler de. Ama aslanlar da aç. Tilkiye akıl danışmaya karar vermişler. Tilki kolay demiş ama bir istekte bulunmuş: beni öküz otlaklarının prensi yapın demiş. Ve dileği kabul edilmiş. Tilki öküzlerin arasına nifak sokmuş. Ve her birini kolayca harcatmış. Öküzlerden biri harcanırken diğerleri öylece bakınıyorlarmış. Kendilerine dokunulmuyor ya bundan ala bayram mı olur? Her şey otlağın selameti içinmiş! Öküzler tek tek alınıp gidilmiş. Otlak seyrelmiş. Aslanlar semirmiş. Bir gün aslanlar tilkisiz gelmişler. Çünkü tilkiye gerek kalmamış. Geriye tek bir öküz kalmış. Ama son pişmanlık hiçbir zaman fayda vermezmiş.’’ (Bertolt Brecht ve Sarı Öküz)
Allah rızası için yanlış anlayıpta küfre meyletmeyin. Bunlar sadece birer misal. Yoksa siz insan kardeşlerimi hayvanlara benzetme yapacak kadar alçak değilim. Ama bazı şeylerin de hikâyeleştirilerek izahı daha kalıcı oluyor. Bir şeyler çıkarmak daha kolay oluyor. İşte bizleri mahveden, böyle kardeşlerimizi çok kolayca düşmanın kucağına atmamız olmuştur. Düşman teker teker harcamıştır hepimizi. Birlik güçtür kardeşlerim. Birliğimizi bozmayalım gücümüzü eksiltmeyelim. Demir gibi olalım düşman karşısında. Tek can ve tek fikir olalım. İnsanlık ahlak ve adaletinde birleşelim. Ortak akıl budur. Ortak mutluluğun yolu buradan geçer. İnsanlığın ortak vicdanı: yüce İslam dinidir. Haydi, bu vicdanda buluşmaya!
NOT: Bundan böyle yazılarıma yorum yapan sevgili insan kardeşlerime bir sonraki yazılarda cevaplar vermeye çalışacağım inşaallah. Bilgilere sunulur.
Mahir Uz arkadaş bu yazımda uzun oldu ama bundan böyle elimden geldiğince kısa tutmaya çalışayım diyebilirim becerebilirsem. Ama inan zor oluyor be.