Niçin bu kadar farklılıklar var? Niçin renklerin çeşitliliği gibi bu kadar farklı düşünce var?
Çünkü bakış açılarımız düşüncelerimizi oluşturuyor. Düşüncelerimiz bakış açılarımızı etkiliyor. Mekâna yansıttığımız düşüncelerimizin pratik halleri büyük uçurumlar ortaya koyuyor. Kimisi görüyor kim ise bakar kör oluyor. Dar kalıplarla donanan birisi için mekân tekdüze hale geliyor.
Cehaletin mutluluk olduğunu söylerler. Nitekim haklılar. Cehalet mutluluktur çünkü yaşama tekdüze bakmaktır. Çelişkileri göremez onlar. Kendi yağında kavrulur giderler. Etrafında nice uçurumlar vardır da baktığı halde göremezler. Yaşamı böylece mutlu mesut bir şekilde bitirirler.
Birde farklı bakış açıları olanlar vardır ki onlar çelişkileri çok iyi görürler. Bu onlara ıstırap verir. Çelişkileri gördükçe midesi bulanır. Mutlu olamaz onlar. Hayatı mücadeleyle geçer onların. Çevresini uyandırma ve afyondan kurtarmak için savaş verirler. Afyondan kurtaramadıkça azap olur onlar için. Şimdi düşün her yer torpil olmuş, yandaşlara peşkeş çekilmiş ve sen etrafına bağırıyorsun. Ama vurdumduymaz bir toplum. Herkes kendine misali çıkarına göre hareket ediyor. Kolektiflik yerine bireysel düşünülüyor. Yükselindikçe geçmiş günler unutuluyor. Yükselindikçe daha da bir hırs kaplıyor insanı. Sen sorumluluk hissediyorsun. Kime karşı? Toplumuna karşı bir sorumluluk. Mutlu mesut yaşamak varken, etliye, sütlüye karışmadan yaşamak varken risk alıyorsun. Çırpınıyorsun adeta. Bilinçlilik sana ağır geliyor. Etrafında eşekleştirme tuzağına düşen ezilmişler görüyorsun. En acı olanı da sermaye sahipleri tarafından kandırılmalarına rağmen onlardan hala medet ummaları. Daha da acısı şudur: Sürekli sömürüldükleri halde hala aynı zihniyete sahip insanları başa getirmeleri. Biri geliyor biri gidiyor. Her gelen zihniyet bir öncekine göre daha fazla sömürüyor. Aydının sorumluluğu doğu dünyalarında bir başka oluyor. Katlanarak artıyor. Cehaletin elinde oyuncak olan halk yığınlarını kurtarmak için mücadele veriyor. Ama halk aydına değil demagoglara teslim oluyor. Cehalet bir türlü yok olmuyor. Şekil değiştiriyor. Tüm iğrençlikleriyle mekânı kaplıyor. Cehaletle birlikte emperyalizm ve kapitalizm iliklerimize kadar sömürürken dincilik mekânı boğuyor. Bakan gözler göremiyor. Bakmak yetmez. Daha farklı bakış açılarıyla bakmak gerek. Bilgiyle değil bilinçle bakmak gerek.
İnsan ne için yaşamalı? Onuru için mi, makam ve mevkisi için mi, kendi çıkarı için mi? Niçin yaşamalı? Eğer onuru ve emeği içinse her şeyin metalaştığı şu düzende bu ne kadar mümkün olabilir? Aşağılık politikalarıyla işlettikleri şu düzende kendi emeğiyle onurlu bir dik duruşla yaşamak ve bu dünyadan göçüp gitmek büyük bir erdem olmalı.
Muhammed, sen artık yoksun. Öyle bir hale geldik ki bu dini sen bile görsen tanıyamazsın.
Muhammed, senden sonra her şey çok değişti. Emperyalizm ve kapitalizm her yeri işgal etti. Sömürülenler sömürüldükleri halde dinle uyuşturuldular. Bir devrim olarak ortaya çıkan dini en büyük afyon yaptılar. Ve bunu Müslüman olduğunu söyleyenler uyguladılar
Muhammed, şu çağımızda artık onuruyla, emeğiyle, yardımlaşmasıyla, başkalarının iyiliği için yaşayan insanlar çok azaldı. Ali’ler, Ebuzer’ler, Ömer’ler, Farisi’ler kalmadı.
Muhammed, öyle bir hale getirdiler ki doğduğun toprakları sen bile tanıyamazsın.
Muhammed, bize Ali’leri, Ebuzer’leri gönder. Haksızlığa karşı onlar gibi savaşmayı öğretsinler bize.
Tüm haksızlıklar karşısında bir Ebuzer’in ruhu yeter bizlere. Saray takımına isyan eden ve eşitliği savunan gerçek bir devrimci olan Ebuzer’in ruhu.
Muhammed, ben sana tüm kalbimle inanıyorum. Sen peygamber olmasaydın bile senin davana ömrümü feda ederdim.
Mekkeli zalimlere karşı senin onurlu mücadeleni desteklerdim. Tüm insanlığa hakkı haykırırdım. Seni kendime örnek alırdım.
Muhammed, Müslüman olduğunu söyleyenler seni örnek aldıklarını söylüyor. Ama ilginçtir senin en büyük sünnetin olan züht yaşamını örnek almıyorlar. Onlar üç kuruşla geldiler 1000 odalı saraylarda kaşane çalıyorlar.
Muhammed, artık sen yoksun. Ama onurlu mücadelen hala yaşıyor. Yaşatacağız. Hakkı haykıra haykıra, direnerek, yılmadan mücadeleni sürdüreceğiz. İnsanlar arasında gerçek eşitliği sağlayana kadar durmayacağız. Ebuzer’in haykırması gibi servetler halk arasında eşit dağılmadığı sürece mücadele edeceğiz.
İltica ortadan kalkmadan, emperyal kapitalizm bu dünyadan yok olmadan, ezilenler iktidara gelmeden savaşı bırakmayacağız. Direneceğiz, yorulacağız, savaşacağız.
Ahmet Özkaya kimdir?
1993 yılı Kadıköy doğumludur. İlköğretim ve liseyi İstanbul’da tamamladı. Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi coğrafya bölümünde bitirdikten sonra, Marmara Üniversitesi’nde Pedagojik formasyon eğitimi almıştır. Yeditepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılapları Enstitüsü’nde tezli yüksek lisansa devam etmektedir. Post-Coğrafya ve İnsanın İsyanı kitaplarının yazarıdır. Ayrıca çeşitli dergilerde makaleler ve popüler bilim platformlarında yazılar yazmaktadır.