UMUDUN VE İYİLİĞİN İNŞASI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
İçinde yaşadığımız çağ, insanın ahlaki, psikolojik ve sosyolojik boyutlarını tekrar tekrar sorgulamamıza neden olan derin krizlerle şekillenmektedir. Savaşlar, zulümler, çevresel felaketler, çocuklara ve hayvanlara yönelik şiddet, toplumsal baskılar ve bireysel yozlaşma… Tüm bu olgular karşısında bazı kesimler insanın doğası gereği kötü bir varlık olduğu kanaatine varmaktadır. Ancak bu karamsar yaklaşım, yalnızca mevcut sorunların çözümüne katkı sunmamakla kalmaz; aynı zamanda insanlık adına umut bağladığımız temel değerleri de zayıflatır.
Bu makalede, insanın özünde kötü bir varlık olup olmadığı sorusu etrafında şekillenen felsefi, psikolojik ve sosyolojik boyutlar ele alınacak, umudu ve iyiliği merkeze alan bir insan anlayışının gerekliliği savunulacaktır.
İnsanın Doğası: Kötülük mü, İyilik mi?
Tarihin farklı dönemlerinde filozoflar, din adamları ve düşünürler insanın doğasına ilişkin farklı fikirler öne sürmüşlerdir. Thomas Hobbes gibi düşünürler, insanı “homo homini lupus” yani “insan insanın kurdudur” ilkesiyle tanımlarken; Jean-Jacques Rousseau, insanın doğasının iyi olduğunu ve onu bozanın toplum olduğunu savunmuştur. İslam düşüncesi ise insanın yaratılış itibarıyla fıtrat üzere, yani iyilik ve güzelliğe meyilli olarak yaratıldığını belirtir. Nitekim Kur’an’da, “Biz insanı en güzel surette yarattık” (Tin Suresi, 4) buyrularak insanın özüne ilişkin olumlu bir bakış açısı ortaya konmuştur.
Kötülük, çoğu zaman bilinçli tercihlerin, ihmalin ya da sistemsel çarpıklıkların sonucudur. Oysa iyilik; çoğu zaman doğallıkla, içtenlikle ve düşünmeksizin gerçekleştirilebilir. Bu ayrım bile bize gösterir ki, insanın özüne dair karamsar bir yorum yerine, onu iyilik potansiyeliyle tanımak daha adil ve çözüm odaklı bir yaklaşımdır.
Kötülüğü Temel Alan Bir Anlayışın Tehlikeleri
İnsanı temelde kötü olarak tanımlamak, pek çok tehlikeyi de beraberinde getirir. Bu anlayış:
Umudu tüketir: Gelecek adına iyileşme, dönüşüm ve arınma ihtimalini ortadan kaldırır.
Toplumsal güveni zedeler: Herkesin birbirine potansiyel bir tehdit olarak bakmasına neden olur.
Eğitim ve gelişim imkanlarını kısıtlar: Eğitim, ahlak ve sorumluluk gibi gelişim alanlarının etkisiz olduğu düşüncesini besler.
Meşrulaştırma riski taşır: “İnsan kötüdür” kabulü, bireylerin ve sistemlerin işlediği kötülükleri kaçınılmaz bir kader olarak göstermeye başlar.
Bütün bu sebeplerle, kötülük üzerinden inşa edilen bir insan anlayışı ne bireyi ne toplumu iyileştirir; aksine daha da kaotik hale getirir.
İnsanı Şekillendiren Unsurlar: Kaplar ve Renkler
İnsanı şekillendiren şeyin yalnızca doğası değil, aynı zamanda çevresi ve içinde bulunduğu sosyal yapılar olduğu unutulmamalıdır. Bu bağlamda insanı sıvı bir maddeye benzetebiliriz. Sıvı, konulduğu kabın şeklini alır ve o kabın rengine bürünür. Eğer o kap sağlam, şeffaf, temiz ve renkli ise içindeki sıvı da berrak ve sağlıklı olacaktır. Ancak kap kırık, kirli ve karanlık ise; içine konulan her şey bundan etkilenecektir.
Bu mecazdan hareketle; insanın içinde bulunduğu eğitim sistemi, aile yapısı, medya dili, toplumsal değerler, yasa ve yönetmelikler onun davranışları üzerinde doğrudan etkilidir. Kötü yapıların içinde büyüyen bireylerin kötülüğe meyletmesi, doğalarının kötü olduğunu değil; içinde bulundukları kabın sağlıksız olduğunu gösterir.
Pozitif İnsan Algısının İnşası
İnsanın iyi olabileceğine dair umudu canlı tutmak, yalnızca bir felsefi yaklaşım değil; aynı zamanda toplumsal bir zorunluluktur. Bu umudu canlı tutmak için şu temel adımlar gereklidir:
Eğitim: Değer temelli, etik odaklı, empatiyi geliştiren bir eğitim modeli şarttır.
Toplumsal değerler: Adalet, merhamet, sorumluluk gibi evrensel değerler kültürleştirilmelidir.
Yasalar: İnsan haklarını ve onurunu koruyan evrensel normlar hayata geçirilmelidir.
Ahlaki modeller: Sürekli kötü örnekleri sergilemek yerine, iyilik yapan bireyler ve örnekler toplum önünde daha görünür kılınmalıdır.
İletişim ve medya: Olumlu haberlere ve iyi örneklere daha çok yer veren bir medya dili teşvik edilmelidir.
Evrensel Ahlak Yasaları ve İnsanlığın Geleceği
Her toplum kendi normlarını belirlerken, ortak bir zeminde buluşmayı başaramazsa; iyilik ve kötülük tanımı da çelişkili hale gelir. Evrensel ahlak ilkeleri bu noktada belirleyici olmalıdır. İnsan hakları, doğa hakları, çocuk ve hayvan hakları gibi evrensel değerler üzerinde ittifak sağlanmalı, bu ilkeler hem birey hem kurumlarca içselleştirilmelidir.
Unutulmamalıdır ki, kurallar yalnızca bir otoritenin dayatmasıyla değil, toplumun ortak vicdanıyla şekillendiğinde anlamlıdır. Aksi takdirde, kanunlar sadece kâğıt üzerinde kalır; gerçek hayata nüfuz edemez.
Sonuç: Umudu Kaybetme Lüksümüz Yok
İnsanlık olarak bugün yaşadığımız krizler, daha karamsar bir insan anlayışına sığınmamız gerektiğini değil; daha umutlu, daha kapsayıcı, daha değer odaklı bir yaklaşımı inşa etmemizin şart olduğunu göstermektedir. Sürekli olarak insana dair negatif söylemler üretmek, mevcut sorunlarımızı çözmemekte; aksine onları daha da büyütmektedir. Bu yüzden bugün en çok ihtiyacımız olan şey; insanın iyi olabileceğine dair inancı kaybetmeden, bu inancı destekleyecek sistemler, değerler, kurallar ve kültürel iklimler oluşturmaktır.
İnsan potansiyeliyle iyiye yönelme kabiliyetine sahiptir. Önemli olan bu potansiyelin doğru yönlendirilmesi, desteklenmesi ve beslenmesidir. Bugün bizler, hem bireysel hem toplumsal olarak bu yönlendirme ve destekleme görevini ciddiyetle ele almak zorundayız. Zira geleceğe dair umut ancak böyle inşa edilir.