“Etki ajanlığı yasası” anti-hukuku yazılı hale getirmeye yönelik bir adım. Bilinen ceza hukuku ilkelerinin tamamına aykırı bir düzenleme bu ve tek hedefi var: Herkesi iktidar ajanı haline getirmek.
Ali Duran Topuz
Hiç uzatmayacağım: Ceza hukukunun ilkeleri vardı ya artık yok. Diyeceksiniz ki uzun süredir yok, iktidarın arzu, heves, eğilim, iştah ve tabii ki politik yararına göre işletiliyor ceza mekanizması. Doğru bunlar fakat kanunları hiçe sayarak iş görmek başka bir şey, ceza hukukunun temel, evrensel ilkelerini “kanun” yazarak ortadan kaldırmak başka bir şey. “Etki ajanlığı yasası” adıyla ünlenen düzenlemeden bahsediyorum, başka bir deyişle herkesin her an casus olarak lekelenme imkanını iktidara teslim eden düzenleme.
Etki ajanlığı meselesi genellikle gazetecilik açısından tartışıldı ya gazeteciliği kısıtlayan yeterince mengene var zaten, bir eksik bir fazla pek fark etmez. Düzenleme siyasetten bilime, edebiyattan sanata, eğlenceden tarihe, ekolojiden teknolojiye kadar her alanda iktidarın istediğini cezalandırmasını sağlayacak kadar vahim. Vahametin en önemli boyutu ceza hukuku ilkelerinin artık tanınmadığını yazılı olarak ilan etmesi.
Kanunilik ilkesi uzun süredir çöpe atılmıştı, şimdi kanunilik diye bir ilkenin artık resmi olarak da tanınmadığı kanuna yazılıyor. Kusursuz ceza olmaz ilkesi uzun süredir biz cezayı verelim kusur eksik kalsın diye yorumlanıyordu artık kusurun ne olduğunu kanun bilmez biz biliriz diye kanuna yazılıyor. Kanunilik yoksa, kusursuz ceza olmaz ilkesi ilga edilmişse cezaların şahsiliğinin zaten anlamı kalmıyor. Hümanizm derseniz Batı icadıdır kimin insan olduğu kimin olmadığı kanunların değil devletin bileceği iştir. Hukuk devleti malumdur ki devlete şirk koşmaktan ibarettir.
Bu kanunun tek hedefi, amacı var gerçekte: Herkesi bu iktidarın ajanına çevirmek, kabul etmeyenleri de ajanlık kazanında kaynatmak.
NOTLAR
1 – Düzenleme hakkında gayet iyi yazılar çıktı, mesela Gökçer Tahincioğlu, ‘Bir gün herkes ajan olabilir‘ başlığıyla yazdı.
Mesela ‘Gazeteciliğe yeni ‘suç’‘ başlığıyla Ayça Söylemez yazdı.
2- Düzenlemenin kusurları konusunda, mevcut TCK’nin hazırlık sürecinde önemli rol oynayan Adem Sözüer hoca kısa ama öz paylaşımıyla gayet aydınlatıcı bir müdahalede bulundu.
Bereket böyle hocalar hâlâ var ama akademinin ve baroların kaldırmaları gereken kıyameti görmek pek mümkün değil, tam siper olmak melanetten kurtulmaya yeter sanıyorlar sanırım.
3 – Yukarıdaki yazılara ekleyeceğim fazla bir şey yok, yine de, tekrar da olsa, bazı şeyler söylemekte yarar olabilir, buyurunuz:
Etki ajanlığı düzenlemesi, TCK’nin 339’uncu maddesinden “339/A” maddesi olarak getirilmek isteniyor. “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk” bölümünün içinde. Düzenlemenin yer aldığı torba yasanın gerekçe bölümünde en uzun gerekçenin yer aldığı madde. Hukukun evrensel ilkelerini, uluslararası sözleşmeleri ve Anayasa’yı ortadan kaldıran bir düzenleme için çok dil dökmek lazım, öyle yapmışlar.
“Devletin güvenliği ve siyasal yararları aleyhine suç işleme” deniliyor madde başlığı olarak, fakat dört fıkranın hiçbirinde “suç” tanımı yok. Yani kanunilik ilkesini daha baştan reddeden bir düzenleme bu. Şöyle devam ediyor: “… Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenler hakkında üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir.”
“Suç işleyenler” derken yine somut bir fiil yok, hangi fiil suç olacak? Bu belirsiz. “İşlenen”in suç olduğuna fiil tanımlanmadan nasıl karar verilecek? Son (dördüncü) fıkrada “Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet bakanlığının iznine bağlı”dır denilerek sorun çözülüyor: Adalet Bakanlığı kimin elindeyse ortada bir suç olup olmadığına, bu suçun ne olduğuna dair ilk kararı o verecek.
“Devletin güvenliğini” anladık diyelim, “… veya iç veya dış siyasal yararlar” nedir peki? İç siyasal yarar, iktidarın tayin ettiği politikalara göre mi yoksa mesela ana muhalefet partisinin iddia ettiği politikaları göre mi belirlenecek? İlki olacağı şüphesiz de lafın gittiği yer tuhaflaşıyor bu durumda: Muhalefetin önerileri “iç siyasal yarar”ın lehine olamaz bu durumda. Mesela Kaz Dağları’nda ya da Munzur’da altın aranmasına karşı çıkanlar, iktidarın arama iznini verirken varsaydığı “yarar”a da karşı çıkmış olurlar, suçlanacaklar mı? Düzenleme engel tanımıyor.
Hadi denilecek sadece bundan ceza çıkmaz, çünkü bir de “yabancı bir devlet ve organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı” şartı var. Devleti ve talimatı da anladık diyelim, peki “yabancı organizasyon” ve “stratejik çıkar” ne olacak?
Hadi STK’lere zaten Rusya gibi alerjimiz var diyelim, hatta think-tank’leri de “ajanlık kurumları” sayalım, peki üniversiteler, BM ve AB kurum ve kuruluşları da dahil mi? Dahil olmadığını gösteren tek alamet yok.
Bu durumda örnekleri sıralayalım: “İç yarar”ı iktidar belirliyorsa, “organizasyonlar” belirsiz ise, mesela iktidarın Suriye politikasına karşı çıkan kişiler, partiler, STK’ler ve akademisyenlerin yazıp çizdikleri doğal olarak “yabancı stratejik çıkar”lara hizmet ediyor sayılacak mı sayılmayacak mı? Suriye politikası yada altın arama meselesi bir üniversitenin (ya da BM’nin ya da bir STK’nin) uluslararası konferansında eleştirildiyse bu eleştirinin “devlet ya da organizasyonun stratejik yararınadır” denildiğinde ne olacak? Ne olacak, önce Adalet Bakanlığı sonra da mahkemeler ne derse o olacak. Mesela pandemide Almanlar ve başka bazı ülkeler aşı geliştirdi, Türkiye de aşı geliştirdi, bir akademisyen Türkiye’de geliştirilen aşı yerine Almanların ya da Çinlilerin geliştirdiği aşıyı önerirse bu suçun kapsamına girer mi? Ortada tanımlı bir fiil, yani kanunilik ilkesine uygun bir suç olmadığı için paşa gönüller isterse girer istemezse girmez.
4 – Örnek babından son not: Bahçeli’nin sözünü ettiği “Umut Hakkı” var ya, siz siz olun ondan öyle ulu orta söz etmeyin, çünkü siz “Hukuki eleştiri getiriyorum” dersiniz, onlar “dış ve iç yarara aykırılık” anlarlar.
Hasılı kelam, bırakın her cümlesini, her ibaresi hatta kelimesi deşildikçe hukuksuzluk akan bir düzenleme bu. Olağanüstü hal mantığının uygulamada uç noktaya taşınıp “anti-hukuk”a evrildiği bir rejimdeyiz ve bu kanun maddesiyle mesele bir “uygulama” meselesi olmaktan çıkıp doğrudan ceza hukukunun yazılı biçimde ortadan kaldırılması evresine geçiyoruz bu kanunla.
Diyeceksiniz anayasayı tanımayan bir sistemin kanunlarından ne bekliyorsun ki, doğru tabii ama anayasa olmadan adalet ihtimalini/idealini korumak mümkünken, hukuksuzluğun ceza hukuku olarak yazılmasıyla baş etmek hiç mümkün değil.