Yalçın Karatepe
Cumhurbaşkanı imzasıyla yayımlanan “Yeni Yatırım Teşvik Sistemi” büyük bir coşkuyla kamuoyuna sunuldu. Bakanın sosyal medya paylaşımında, “Yatırım iştahı artacak, Türkiye şahlanacak” benzeri cümleler eşliğinde duyurulan bu sistem, yenilik gibi görünse de, aslında yıllardır süregelen ve sonuç vermemiş eski politikaların farklı başlıklarla yeniden paketlenmesinden başka bir şey değil.
2009 yılından bu yana yürürlükte olan teşvik sisteminin temel mantığı aynı kalıyor: Belirli bölgelere, sektörlere ve yatırımlara kamu destekleri sunuluyor. Ancak yıllar içinde bu sistemin gerçekten bölgesel kalkınmayı sağlayıp sağlamadığına dair elimizde artık net veriler var. Ne yazık ki tablo iç açıcı değil.
Teşvik sistemi 2009’da başladı. Ama 2025’e geldiğimizde halen ülkenin en az gelişmiş illerini barındıran 5. ve 6. bölgelerden hiçbir il, bir üst kategoriye geçememiş. Tersine; Gümüşhane ve Bartın gibi iller daha da geri bölgelere düşmüş. Geriye dönüp baktığımızda, koca 15 yıl boyunca uygulanan onca teşvik, yatırım desteği ve “cazibe merkezi” hamlesine rağmen, en yoksul illerde anlamlı bir kalkınma gerçekleşmemiş.
Bu noktada haklı olarak şu soruyu sormamız gerekiyor: Eğer bu teşvik politikası 15 yılda sonuç vermemişse, neden aynı çerçeveyi “Yeni Türkiye Yüzyılı Kalkınma Hamlesi” adıyla sürdürüyoruz?
EŞİTSİZLİK DERİNLEŞİYOR
Veriler, yeni sistemin sadece başarısız değil, aynı zamanda eşitsizliği derinleştiren bir yapıya dönüştüğünü gösteriyor. 1. bölgede (İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirleri kapsayan alan) kişi başına gelir 2023’te 18,820 dolar iken 6. bölgede bu rakam sadece 5,824 dolar. Üstelik aradaki fark, 2009’dan bu yana daha da büyümüş.
Aynı şekilde, 1. bölgenin nüfus payı ve GSYH’den aldığı pay artarken, en az gelişmiş bölgeler yerinde sayıyor. Üstelik bu bölgeler yüksek doğum oranlarına sahip olmalarına rağmen, nüfus artışı oranları düşük kalıyor. Çünkü insanlar göç ediyor. Kendi illerinde geçinemeyen yurttaş, daha iyi yaşam umuduyla büyükşehirlere gidiyor. Teşviklerle cazip hale getirileceği söylenen iller hâlâ terk edilen yerler olmaya devam ediyor.
TEKNOLOJİ VE DIŞ TİCARET MASALI
Yeni sistemin öne çıkardığı başlıklardan biri de yüksek teknolojili üretim ve dışa bağımlılığı azaltma hedefi. Ne var ki 2009’dan 2023’e kadar geçen sürede bu alanda da ilerleme kaydedilememiş. Türkiye’nin yüksek ve orta-yüksek teknolojili ürün ihracatının toplam ihracat içindeki payı azalmış. İthalata bağımlılık artmış. Makine ve ara malı ithalatı toplam ithalatın %87’sini oluşturuyor. İhracatın ithalatı karşılama oranı ise yüzde 72’den yüzde 61’e düşmüş.
Yani sözde yerlileşme hamleleri ithalat bağımlılığını azaltmak bir yana, durumu daha da kötüleştirmiş.
Sistemdeki bir diğer sorun ise kamu desteklerinin ölçek ekonomisi üzerinden işlemesi. Örneğin 240 milyon TL’lik faiz desteğinden tam anlamıyla yararlanabilmek için, en az 3,7 milyar TL’lik bir yatırım yapılması gerekiyor. Bu da küçük ve orta ölçekli işletmelerin sistemin dışında kalması anlamına geliyor. Destekler büyük şirketler için anlamlı olabilir ama Anadolu’daki binlerce küçük işletme bu tür bir teşvike zaten ulaşamıyor.
Üstelik bu destekler doğrudan nakit ödeme değil, belli şartları karşılayan krediler üzerinden zaman içinde geri ödeniyor. Yani “Devlet yatırımcının cebine para koymuyor”, sadece onun faiz yükünü kısmen karşılıyor — o da bütçe ve komite uygun görürse.
ESKİ MAKİNEYİ TAŞI YENİ YATIRIM SAY
Yeni teşvik sisteminde dikkat çeken başka bir uygulama da, gelişmiş bölgelerdeki (özellikle Marmara’daki) sanayi makinelerinin doğudaki illere taşınması halinde ek teşvik verilmesi. Bu yaklaşım, yeni yatırım çekemeyen bölgelere “başka yerde işe yaramayan” yatırımların devşirilmesinden başka bir sonuç doğurmayacaktır
Bu tür taşınmaların, yeni istihdam yaratmak yerine yalnızca mevcut iş gücünün yerini daha ucuz, örgütsüz ve güvencesiz emekle değiştirmek anlamına geldiğini söylemeye bile gerek yok. Bu politika, taşınan sanayiciye kısa vadeli kar, bölge halkına ise uzun vadeli eşitsizlik ve güvencesizlik vaat ediyor.
Kalkınma; yalnızca yatırımcıya faiz indirimi yapmakla ya da bazı sektörlere “beyaz liste” ayrıcalığı tanımakla olmaz. Gerçek kalkınma politikası, bölgesel adaleti, üretim kapasitesini, yerel istihdamı, sosyal hizmetleri ve kamusal yatırımı aynı anda gözetmek zorundadır. Bugünkü teşvik sistemi bunu yapmıyor. Afili program adları, süslü kelimeler ve yüksek meblağlarla ilan edilen teşvikler, aslında Türkiye’nin reel üretim kapasitesini ve toplumsal refahını artırmıyor. Oysa ihtiyaç duyduğumuz şey şu: Kamu kaynaklarının kullanımını yurttaşların refahına odaklayan adil bir kalkınma anlayışı.
Türkiye’nin sorunu, teşvikin eksikliği değil; teşvikin adaletsizliği.