Adayların farklılıklarına odaklanarak ABD’nin işgalci-sömürgeci temellerinden dünyayı ahtapot gibi saran emperyal bir proje olduğu gerçeğinden kopuyoruz. Beyaz Saray’daki yeni sahibin getireceği değişikliğin marjlarını abartıyoruz. Küresel hegemonya iki parti arasındaki gel-gitlerle kendini yeniliyor. İsrail de bu projenin sabit uçak gemisidir.
ABD’de 5 Kasım’da küresel köyün ‘kelle kesen kör Hasan’ı seçilecek. Kötülüğün iki tonundan biri dünyanın başına musallat kesilecek; azgın sermayenin kendine biçtiği rolü oynayacak.
Seçmenlerin bir kısmı için Gazze’deki soykırımın destekçisi Demokrat Kamala Harris ile İsrail’in soykırımı kısa sürede tamamlayamamasına hayıflanan Cumhuriyetçi Donald Trump arasında kalmak çok acımasız bir durum.
Filistin için vicdanından kopamayanlar ya iki adaya da yüz çeviriyor ya Harris’in sivil kayıplar ve insani yardımlar konusunda Başkan Joe Biden’dan biraz daha ‘insani’ çıkışlarında teselli buluyor ya da Trump’ın savaşları sonlandırma vaadine kanıyor. Hakikaten gaddarca!
Trump, Müslüman seçmenlerin Demokratlara kızgınlığını sömürürken Michigan-Dearborn’da “Bu adam savaşlara son verecek adamdır” diyen imam Bilal el Zuhairi gibi isimleri yanında bulabiliyor.
Trump savaş çıkarmamakla övünüyor. Ama Orta Doğu’da bugünkü savaşın altyapısını yapıp sahneyi Biden’a bırakan kendisiydi. 7 Ekim Aksa Tufanı, Trump’ın Filistin davasının tabutuna çivi çakan pervasız kararlarının yarattığı koşullarda gelişti. Mesela Kudüs’ü İsrail’in bölünmez başkenti ilan etti. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün ABD’deki ofisini kapattı. Filistin Yönetimi’ne 200 milyon dolar yardımı kesti. İşgal altındaki Golan Tepeleri’ni İsrail toprağı saydı.
İsrail için Arap sokağındaki dikenleri temizleyen oydu. Abraham Anlaşmalarıyla Arap-İsrail normalleşmesi için buzları kırarken Yüzyılın Barışı safsatasıyla Filistin davasını ekonomik teşviklerle halledilebilecek bir meseleye indirgedi. Trump’ın planı kendini savunacak silahları olmayan, nefes alması İsrail’in onayına bağlanan, yarı sömürge, küçültülmüş ve ‘devlet’ demeye bin şahit bir Filistin devleti vaadiyle Batı Şeria’nın yüzde 87’sini Yahudi devletine katıyordu. Bu, Oslo Anlaşması’nın yarım bıraktığını tamamlama operasyonuydu.
Yok sayılma, tecrit, ambargo ve ablukaya karşı Gazze’yi hapishaneye çeviren duvarlara karşı yürüyüş düzenleyen Filistinlilerin sivil direnişini keskin nişancılar ve SİHA’larla karşılayan İsrail’in sonuna kadar arkasındaydı.
Öngörüsüz kararları birden fazla savaş çıkarmaya namzetti. İran ve Irak için savaş nedeni olacak şekilde General Kasım Süleymani ve Mehdi Mühendis’i öldürme emrini veren oydu. Suriye’nin Şayrat Hava Üssü’nü 59 Tomahawk seyir füzesiyle bombalatan oydu. Venezuela’nın tepesine binmeye de hazırdı. Savaş çıkmadıysa hasımların ölçülü tepkileri ya da Amerikan kurulu düzenindeki fren mekanizmaları sayesinde çıkmadı.
BM Güvenlik Konseyi’nin desteklediği İran’la nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çekilip gerilimi tırmandıran ve Tahran’ın uranyum programına geçirilmiş kelepçeyi atan oydu. Bir de sahada Amerikalıların da iletişim kurmak zorunda olduğu İran Devrim Muhafızları Ordusu’nu (DMO) terör örgütleri listesine alarak kendi adamlarını çıkmaza soktu.
Bunların hiçbiri Orta Doğu’yu daha güvenli ve istikrarlı yapan adımlar değildi. İleride patlayacak çok sayıda mayın döşedi.
Evet, Trump Rusya ve Kuzey Kore ile konuşmaktan yanaydı. Ukrayna’daki gelişmeleri Biden’ın kişisel çıkar ve takıntılarına bağlıyordu. Bir yere kadar doğru. Fakat bu savaş, Amerikan yönetimlerinin NATO’nun Rusya sınırlarına genişleyeceği taahhütlerine ihanet etmesi, silahların sınırlandırılması anlaşmalarını çöpe atması gibi adımlarla olgunlaştırılmış, ‘Turuncu Devrim’ ve Meydan Darbesi gibi siyasi müdahalelerle kışkırtılmış ve nihayetinde neo-Nazi aparatlarıyla fitili ateşlenmiş bir savaştı. Yani sıralı Amerikan başkanlarının hepsi bunun sorumlusuydu. Kendi döneminde Ukrayna’ya silah satılmadı mı?
***
Öngörülemez liderin derdi sonsuz savaşları sonlandırmak değil para etmeyen savaşları sonlandırmak ya da kazandıran hale sokmaktı. En basitinden “Ne işimiz var burada” dediği Suriye’den çekilme kararını değiştiren şey masasına konulan petrol ve doğalgaz haritasıydı. “Petrol varsa kalabiliriz.” Hidrokarbon havzalarını çevirme kararının stratejik çerçevesinde de yine İran’ın kollarını kesme ve İsrail’i güvende tutma hedefleri vardı. Hemen öncesinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a “Suriye senindir” diyerek Barış Pınarı Harekâtı’nın önünü açmıştı. Kongre’den tepki alınca bu sefer Erdoğan’a “Sert adam olma, aptal olma” diyen bir mektup yazdı. Türkiye ekonomisini batırmakla tehdit etti. Rahip Andrew Brunson olayından sonra gelen ikinci tehditti. Yine de Erdoğan’ı beğeniyordu!
Savaşlardan çekilen ama savaşlara yol veren bir lider!
Mezhepçi bir savaşla Yemen’in canına okuyan Suudi Arabistan’a 110 milyar dolar silah satmanın keyfini çıkarıyordu. Cüretkâr bir cahil. Suudi-Emirlikler ikilisinin gönlünü hoş tutmak için Katar’a yönelik ablukaya yeşil ışık yakmıştı. Üstelik Doha’yı İslamcı terör örgütlerinin finansörü olmakla suçlamıştı. Esaslı bir şamardı. Bilahare kendisine 11 bin Amerikan askeriyle birlikte Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın (CENTCOM) 2002’den bu yana El Udeyd’de konuşlandığı ve Doha’nın desteklediği grupların esasen Amerikan projesindeki cihatçılar olduğu hatırlatılmış olmalı ki Katar Emiri Şeyh Temim’in kafasını okşadı.
Yine de “Ben Beyaz Saray’da olsaydım bu savaşlar çıkmazdı” diyor. Ukrayna, Gazze ve Lübnan savaşlarını kastediyor.
Ukrayna konusunda “Savunma ve silah istiyorsanız parasını ödeyeceksiniz” diyerek Avrupalı müttefiklerini deliye çevirebilir. Para para para! Zaten çıkmazda olan bir savaşı Avrupa’yı daha fazla Amerikan köpeği yaparak kapatabilir.
Ama Gazze’de İsrail’in sonuna kadar gitmesi gerektiğini savunurken bu tutumundan üç beş Müslümandan oy aldı diye vazgeçmesi çok iyimser bir beklenti.
Telefon görüşmesinde Netanyahu’ya “Ne yapman gerekiyorsa yap” dediği aktarılıyor. Ateşkes girişimlerini sabote eden Netanyahu da daha ileri hedefler için Trump’ın dönmesini bekliyor.
Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham’a bakılırsa Trump, İsrail’in yürüttüğü operasyonlara hayranlığını da dile getirmiş. Cumhuriyetçi hayranlık duyarak, Demokrat azcık tiksinerek soykırıma desteğini sunuyor. Ne şeytanca!
Tabii Netanyahu’nun elini bir süre serbest bıraktıktan sonra farklı bir manevra da yapabilir. Çıkıp şunu söyleyebilir: “Gazze’de yapabileceğin bir şey kalmadı. Yıkıntılar ve cesetler üzerinde daha fazla tepinip ortak çıkarlarımıza zarar verme. Hadi bitir bu işi de Abraham Anlaşmalarında kaldığımız yerden devam edelim.” Faraza yani!
Trump, Evanjelik Hıristiyanlarla güçlü bağları nedeniyle İsrail’e yapılan harcamaları sorgulamaktan kaçınabilir. Ama çıkar odaklı düşünüyor olması Netanyahu ile gündemlerini farklılaştırabilir.
Trump ayrıca bir emlak devi. Körfez’deki çıkarları büyük. 2022’de Umman’da 1.6 milyar dolarlık bir konut ve golf projesine imza attı. Bu yıl Cidde’de lüks bir konut kulesi için el sıkıştı. Damadı Jared Kushner Körfez’in fonlarını emiyor. Daha sömürülecek çok kasa var.
İsrail bir katalizatör. İsrail’i bölgenin yıldızı yapma planında Suudi Arabistan büyük balık. Parası bol. Halihazırda Biden yönetiminin Suudilerle yürüttüğü stratejik ortaklık müzakerelerinin bir ayağında Abraham Anlaşmaları var. Şu anda Gazze savaşı buna engel. Lübnan değil tabii.
Trump, Hindistan’dan başlayıp BAE, Suudi Arabistan ve Ürdün üzerinden İsrail’e, oradan Avrupa’ya geçen stratejik ulaşım koridorunu ete kemiğe büründürmek için ateşkesi bir kart olarak kullanabilir. Biden bu kartı gösterdi ama İsrail’i durduracak iradeyi gösteremedi. Trump İsrail’i daha büyük hayallerle buluşturmak için Tel Aviv’e “Şunu yap, bunu yapma” diyebilir. Bu dışlanamaz bir ihtimal. Hizmetlerinin bir bedeli olarak!
Öte yandan Trump İran’ı dize getirme konusundaki sert yaklaşımını koruyor. Lübnan cephesini Tahran’ın kollarını kesme fırsatı olarak görebilir. Fakat İran’a doğrudan saldırı konusunda Netanyahu’nun istediği oyunu oynayacağını söylemek büyük bir iddia olur. Elbette İran’ın nükleer tesislerini vurma konusundaki gözü dönmüş planlara yeşil ışık yakabileceğini öngörenler de var. Eğer misilleme sarmalında olduğu gibi bir tırmanış yaşanırsa Biden’ın İran’a saldırıyı kalibre eden sınırlama çabasını Trump gereksiz görebilir. Trump’ın ilk bakacağı yer kasadır. Eğer savaşı Körfez ülkeleri finanse edecekse Trump ve arkasındaki silah baronlarının canına minnet. Parola; ‘Para eden savaş makbuldür’. Yine de atar yaparak gerilimi tırmandırma ile savaş çıkarma arasındaki uçurumun farkında olan bir fırsatçı ve çıkar gurusu var karşımızda.
***
Faşist, otokrat, ırkçı, narsist ve öngörülemez bir adamın kötülük kapasitesine dair ürkütücü bir sürü şey sıralanabilir. Kongre’yi basan, Siyah Yaşamlar Değerlidir eylemlerini bastırmak için polise vur emri veren, orduyu sokaklara dökmeye kalkışan ve şimdilerde Filistin’e destek gösterilerine katılanları ‘Hamasçı’ diye sınır dışı etmekten bahseden biri.
Bütün bunları hatırlatmak belki Harris’in hesabına puan olarak girebilir. Fakat Harris de Siyonist Hıristiyanlar, Yahudi lobisi ve İsrail üçlüsüne hizmette yarışıyor. Bu şebekeye kendini ispat etme gereği duyuyor. Demokrat yönetimde İsrail’in saldırganlığını sınırlama girişimleri gelebilir ama Harris’in sanıldığı kadar Tel Aviv’i frenleyebileceği öngörüsünün temeli yok.
Siyonist olduğunu söyleyip duran Biden silah ve mühimmatla, siyasi manevralarla, diplomatik cambazlıkla, tehlikeli yalanlarla, gazetecilerin sorularını geçiştiren lafazanlıkla soykırımı desteklerken Harris hep yanındaydı. Tek farkı; Biden’dan daha fazla insani duygularını dışa vuruyordu. Ama İsrail’i durduracak herhangi bir öneri ya da girişime imza atmadı. Başkan ve Yardımcısı önce ateşkes çağrılarını engelleyerek, ardından ateşkese aracılık ediyormuş gibi yapıp İsrail’in oyun bozanlığına platform sunarak soykırımın kemale ermesine izin verdi. Mezar taşlarına şimdiden “Soykırımın Tedarikçisi, Finansörü ve Destekçisi” diye yazılması yerindedir.
1982’de Lübnan’ın işgali sırasında Kongre’ye gelen Başbakan Menahem Begin’e “Saldırın, sivilleri umursamayın” diyen Biden’ın gaddarlık tavsiyeleri arşivlerde kayıtlıdır.
Harris, Trump’tan farklı olarak yasadışı yerleşimlere karşı olabilir. Ama İsrail’i durduracak sahici bir önlemi de aklından geçirmez. Trump’ın umurunda olmayan iki devletli çözüme vurgu yapar ama bu duruş, İsrail’in ağır çekimde Filistin’i yutma siyasetine zaman tanıyan bir oyalamaca olduğu gerçeğini değiştiren bir duruş değildir. Biden-Harris ikilisi Trump’ın Kudüs ve Golan’la ilgili yerleşik Amerikan politikalarından sapma gösteren kararlarını geri almayı akılarından bile geçirmedi.
Irak işgalinin mimarı Dick Cheney ve kızı Liz Cheney bile Harris’ten yana saf tuttu. O kadar trajik bir durum ki Trump bunu diline dolayarak şunu söylüyor: “Müslümanlar, babası Orta Doğu’ya yıllarca ölüm getiren ve Müslümanlardan nefret eden Liz Cheney’i kucaklayan yalancı Harris’i neden desteklesin?”
Tüm bunları, iktidardayken “İslam bizden nefret ediyor” diyen, bazı Müslüman ülke vatandaşlarına ABD’ye giriş yasağı getiren ve şimdi seçimde seyahat yasağını geri getirmeyi ve Filistin destekçisi göçmenleri ülkeden atmayı vaat eden biri söylüyor.
Yahudi Kongre üyeleri Debbie Wasserman Schultz, Brad Schneider, Kathy Manning ve Greg Landsman 1 Kasım’da ortak bir yazı kaleme aldı. “Harris Amerikan Yahudi toplumunun sadık bir müttefikidir ve öyle kalacaktır. İsrail’in kendini savunma hakkının güçlü bir savunucusudur ve öyle kalacaktır” dediler. Harris’in antisemitizmle mücadele ve İsrail’i destekleme çabalarına dikkat çektiler. Hamas’ı cinsel şiddetle itham eden belgeselin Beyaz Saray’daki gösterimine ev sahipliği yaptığını hatırlattılar. “Trump, Amerikalı Yahudiler ve İsrail için tehlikeli bir seçimdir. Beyaz milliyetçilerle arkadaşlık ediyor, neo-Nazileri ‘çok iyi insanlar’ olarak nitelendiriyor” dediler. Trump’ın “Hitler bazı iyi şeyler yaptı” dediğini de aktardılar.
Sonuç olarak İsrail’in şahinlerini şenlendiren şahinlik, Yahudi oylarının yüzde 60’ının Demokrat adaydan uzaklaşmasını sağlamıyor.
***
Sadede gelirsek; “Kim gelirse Orta Doğu’da ne değişir” sorusunun sorulmadığı bir seçim dönemi yok. ABD savaşlar çıkartıp dünyaları karartan ama bedel ödemeden sorumluluktan kaçma lüksü olan bir güç. Bu ayrıcalık sayesinde her bir başkan orada ya da burada yeni felaketler bırakıp gidiyor.
Adayların farklılıklarına odaklanarak ABD’nin işgalci-sömürgeci temellerinden dünyayı ahtapot gibi saran emperyal bir proje olduğu gerçeğinden kopuyoruz. Beyaz Saray’daki yeni sahibin getireceği değişikliğin marjlarını abartıyoruz. Küresel hegemonya iki parti arasındaki gel-gitlerle kendini yeniliyor. İsrail de bu projenin sabit uçak gemisidir. Bugün Rusya ve Çin’in Orta Doğu’daki yerini daraltmaya çalışırken ya da İran gibi Amerikan düzeninin dışında kalan ülkelerle hesaplaşırken İsrail elverişli bir tetiktir. Trump ya da Harris fark etmez. Cumhuriyetçiler ve Demokratlar farklı maskelerle aynı balodalar. Trump’ın çok satan “Önce Amerika” sloganı liberal dünyada bir kapanma olarak algılanıyor. Emperyal proje kendini kapatamaz! ‘Özgürlükler’, ‘demokrasi’, ‘temel haklar’ dış siyasetin süslü müdahale araçlarına Trump çok ihtiyaç duymuyor. Narsist ve patolojik kişiliği bu tür inceliklere izin vermiyor. Kaşıkçı cinayetinden dolayı Trump’ın “Kıçını kurtardım” dediği Muhammed bin Selman’a parya muamelesi yapan Biden, Çin ve Rusya’nın Riyad’a muhteşem girişler yaptığını görünce tükürdüğünü yalamıştı. ‘Değer odaklı dış politika’ safsatası buraya kadardı. Trump’ı Avrupa’nın otokratlarıyla iş tutmakla eleştiren Demokratların dünyanın geri kalanında diktatörlerle çalışma sicili Cumhuriyetçilerden bir tık geri değildir. Yeter ki Amerikan müttefiki olsunlar! “Parası olan otokrat bizdense güzeldir!”