1. Tehlikeli Göçmenler? Birleşik Krallık Siyasetçileri Sahneye Çıkıyor
Britanya’da, yasadışı göçmenlerin vergi ödemeden sosyal hizmetlerden yararlandığı ve İngilizlerin işlerini ellerinden aldığı korkusu kitlesel olarak canlanmıştır. İçişleri Bakanı Theresa May, “Amacımız burada, Britanya’da, yasadışı göçmenler için dostça olmayan bir ortam oluşturmak… Daha geniş bir bağlamda, Avrupa Birliği’nde insanlar, serbest dolaşımın istismarının önlenmesi gerektiğinin artık daha fazla farkına varmakta” demiştir. [1] Sadece göçmenler değil işsizler de krizin nedeni olarak görülmektedir: “Sanırım şimdi, geçmişte başardıklarımızdan bazılarına geri dönüp tekrar bakmamızın zamanı. Refah reformu, bir daha asla iş bulmak yerine evde oturmak anlamına gelmeyecek.” [2] May’in argümanı “İngilizliliği” korumak için ve O’na göre düşük ücretlerle, işten çıkarmalarla ve sosyal uyumun bozulmasıyla sonuçlandığı için göçün sınırlandırılması gerektiğidir: “Ama ilk olarak, göçü neden kontrol etmek istediğimizi açıklamak önemli… Çünkü, eğer topluluklarımızın parçalanmış, ayrı kimlikler yerine İngiliz kimliğimizin gurunu paylaşan gerçek topluluklar olmasını istiyorsak ulus olmanın pazar olmaktan, insan olmanın ekonomik bir birim olmaktan farklı olduğunu anlamak zorundayız… Denetimsiz, kitlesel göç sosyal uyumu baltalar. Ve bazı yerlerde, altyapımıza ve kamu hizmetlerimize aşırı yük bindirir. Birleşik Krallık’taki tüm yeni konut talebinin üçte birinden fazlasının arkasındaki göçtür. Ve okullardaki zorluk da açıktır. Londra’da ilkokuldaki çocukların neredeyse yarısının İngilizce’yi ikinci dil olarak konuştuğunu görüyoruz. Ve bazı durumlarda da denetimsiz kitlesel göçün, yerel işgücünün yerini alabileceği ve ücretleri düşürebileceği hakkında da dürüst olmalıyız.” [3]
May’in söylemi Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin (UKIP) söyleminden çok farklı değildir. UKIP’e göre mevcut krizin nedenleri Avrupa Birliği ve göçmenlerdir. Bu, UKIP tarafından şöyle açıklanmıştır: “Bunlar endişeli ve sıkıntılı zamanlar. Krizler krizleri takip ettikçe politikacılarımız gelişen tehlikeler karşında aciz görünmekte. Şehirlerimizdeki şiddet içeren suçlar ve işten çıkarmalar artmakta. Göç dalgası nedeniyle hizmetler aksamakta, emeklilik sistemi sakatlanmakta ve nakit tasarruflarının getirisi de neredeyse sıfırlanmakta. İngiliz halkının kurtuluşunun Avrupa Birliği’nden ayrılıp kendi kendisini yöneten demokrasimizi geri almaya bağlı olduğunu böylece iş dünyasının üzerindeki baskıcı düzenlemelerin kalkmasının, varlıklı olanların ağır vergi yüklerinden kurtulmasının, göç dalgasının durmasının ve girişimin özgürleşmesinin mümkün olacağını sadece UKIP savunmaktadır.” [4] David Cameron ise Euro Bölgesi’nin çökmesi durumunda Birleşik Krallık sınırlarını Yunan göçmenlere kapatabileceğini belirtti: “Ülkemizi güvenli, bankacılık sistemimizi güçlü ve ekonomimizi sağlam tutmak için ne gerekiyorsa yapmaya hazırlıklı olacağım. Başbakan olarak bu öncelikli görevimdir.” [5]
2. Tehlikeli Güney Avrupalılar? Almanya Politik Sahneye Çıkıyor
Yunan tehdidi ideolojisi daha önceleri Hitler tarafından yönetilen ülkede aşırı derece güçlenmektedir. Özet olarak, 2012’deki Yunan seçimlerinden önce Financial Times (Almanya baskısı) Yunan vatandaşlara Syriza’ya oy vermemelerini ısrarla tavsiye eden bir uyarıyı ilk sayfasından Almanca ve Yunanca olarak yayımladı. Çağrının başlığı “Demagoglara Diren” idi ve şöyle devam ediyordu: “Sevgili Yunanlar, açık politik koşulları öngörün. Zor ama gerekli yapısal düzenlemelere hışımla karşı olanlara değil reform ajandasına cesurca oy verin… Alex Tsipras’ın ve O’nun Syriza’sının demagojisine direnin…Ülkeniz işleyen bir devlete kesinlikle ihtiyaç duymakta. Muntazam yönetilebilsin de diye biz Nea Dimokratia’yı öneririz.” [6] Financial Times’ın temel argümanı, Syriza’nın popülist olduğu ve sorunun, bozuk ve bürokratik Yunan devleti olduğunu anlamadığı ve sol bir hükümetin kaosla sonuçlanacağıydı.
Angela Merkel, çalışkan Almanları tembel Güney Avrupalıların varlığı iddiasının karşısına yerleştiren bir ideoloji geliştirdi. “Yunanistan, İspanya, Portekiz gibi ülkelerdeki birinin Almanya’daki birinden daha erken emekli olmaması önemlidir. Ama daha da önemlisi herkesin aynı çabayı göstermesidir… Biri çok fazla diğeri ise çok az tatil yaparken ortak bir para birimine sahip olamayız. Bu ikisi birlikte zaman içinde iyiye gitmez.” [7] Başka bir vesileyle de Merkel şunu savundu: “Birinin imkânlarını aşan bir hayat sürmesi problemin esas nedenidir.”[8] Dolayısıyla Merkel’e göre, Güney Avrupalılar sadece tembel ve çalışmayan değildir; Merkel’in görüşüne göre -Financial Times’a katılarak- Güney Avrupalılar devletin nasıl yönetileceğini bilmezler ve en başta da kazanmadıkları parayı harcarlar çünkü çalışmazlar bu da Almanya’nın her şeyi ödemesine neden olur.
Alman kabare sanatçısı Gerhard Polt (http://www.poltseite.de/) Almanya’nın her şeyi ödediği şeklindeki saplantılı ideolojisini hicivli bir şekilde anlatmıştır: “Her şeyi biz öderiz. Her şey ödenir. Öderiz ve öderiz. Asya’da bir yerde bir çöl kurursa kim öder? Biz! Tayvan’da bir genelev yanarsa biz onu da öderiz! Biz her şeyi öderiz!…Bir politikacı Havana purosu içerse onu kim öder? Kesinlikle Castro değil, biz ödemeliyiz!” [9]
Şovenist önyargılar, Alman basını tarafından, başta da sağcı tabloid Bild Zeitung tarafından, pekiştirildi. Bild Zeitung’un başlıklarından bazıları şöyleydi: “Yunan krizi: İflas eden Yunanlar bizden bir kuruş bile alamaz!” (4 Mart 2012). “Almanya 18 milyar Euro ödemek zorunda! Yunanistan Alman vergi mükellefleri için tam bir finansal kabus! Yunanların iflası için Almanya’dan 18 milyar Euro” (21 Nisan 2012). “Yunanistan İflası: Bu Yunanların Euro’yu Yakma Biçimidir… Yunanlar imkanlarının çok ötesinde yaşıyor” (28 Şubat 2010). [10]
Alman politik ve medya söyleminde, aşırı harcamaya odaklanan ve sıradan insanları suçlayan aynı tür ideolojik argümanlar Kıbrıs’ın ekonomik krizi tartışmalarında da takip edildi. Örneğin Bild şöyle yazdı: “Kıbrıs’ta Avrupa Birliği Konsey Başkanlığı var, bugünden itibaren. Bir batık-ada Avrupa’da iktidarı ele aldı” (1 Temmuz 2012). Angela Merkel, Kıbrıs’ta banka hesabı olan herkesin ülkenin finansal kurtuluşu için bedel ödemesine dayanan planı iyi bir fikir olarak yorumladı: “Sadece başka ülkelerin vergi mükellefleri değil sorumlu olanlar da kısmen kapsanabilir… Bu, Kıbrıs’a yardım etmeye ikna olmamızı bizim için kesinlikle kolaylaştıracak iyi bir adım.”[11] Merkel, açıklamasının sıradan Kıbrıslıların krizden sorumlu olduklarını ima etmesine ilişkin ise yorum yapmadı.
3. Tehlikeli Kapitalizm!
Egemen ideolojiler krizi, göçmenlere, Avrupa bürokrasisine, Güney Avrupalıların sözde tembelliğine, Güney Avrupalıların tembel, müsrif, devleti ve ekonomiyi yönetmeyi bilmedikleri iddiasına ve sol partilerin ve hareketlerin kaos yaratacağı iddiasına indirger ve bunlarla açıklar. Sonuç, çalışkan Almanların (ya da diğer Avrupalıların) Güney Avrupalıların yetersizliğini düzeltmenin bedelini ödemek zorunda kalmalarıdır. Bu söylemler aşırı derecede ırkçı, milliyetçi, şovenist ve dar görüşlüdür. Kapitalizm, sınıf ve sosyal eşitsizlik hakkında konuşmaktan kaçınırlar.
Neoliberalizmin yükselişine, finans piyasalarının kuralsızlaştırılması, finansal spekülasyonun özendirilmesi ve zenginliğin ücretler yerine kâr odaklı kitlesel yeniden bölüşümü eşlik etti. Yukarıdan sınıf mücadelesiyle sermaye, ücretleri görece düşürerek kendi kârlarını arttırmayı başardı. Elde edilen kârlar, belirli bir dereceye kadar finans piyasalarına ve yüksek risk taşıyan araçlara yatırıldı. Bu da kapitalizmin krize yatkınlığını, istikrarsızlığını ve dalgalanmasını arttırdı. Ücretlerin gayri safi yurt içi hasıla (GSYİH) içindeki payı -1970 ve 2013 yılları karşılaştırmasında- bazı Avrupa ülkelerinde aşağıda gösterildiği gibi düştü:
Son 40 yılın verileri sermayenin yukarıdan sınıf mücadelesinin, tüm Avrupa’da ücretlerin görece düşmesiyle sonuçlandığını göstermektedir. Bu mücadele özellikle, ücret payının 1970’te yaklaşık %65 değerlerinden 2013’te yaklaşık %50 değerlerine düştüğü Yunanistan, İspanya, İrlanda ve Kıbrıs gibi ülkelerde yoğun olmuştur. Ama aynı zamanda ücretler neredeyse tüm diğer Avrupa ülkelerinde değişik düzeylerde de olsa etkilenmiştir. ABD’de de ücretler Avrupa’dakine benzer bir gelişim göstermiştir.
Kârlar, Avrupa’da ücretlerin görece düşüşüne paralel olarak nasıl gelişti? Sabit sermaye yatırımının, ücret maliyetlerinin ve sermaye vergilendirilmesinin bir ekonominin brüt katma değerinden çıkartılmasıyla ölçülen değişken net işletme fazlasıdır. Net işletme fazlasının payını, GSYİH’den net işletme fazlasını çıkararak hesaplamak sermayenin net kâr oranlarına ilişkin bir tahminde bulunmamızı sağlar: Net Kâr Oranı = Net İşletme Fazlası / (GSYİH – Net İşletme Fazlası)
1980’de, ABD’deki kâr oranı 1970’dekinden %1,8 düzeyinde, Avrupa Birliği üyesi 15 ülkede ise %8,8 düzeyinde düşüktü. Arkasından gelen ise ABD’de ve Avrupa’da neoliberal politikaların yükselmesiydi. ABD’de ve Avrupa’da ücret oranı düşmeye devam etti: Avrupa Birliği üyesi 15 ülkede 1980’de %65,7, 1990’da %61 ve 2000’de ise %58,9 oldu (AMECO). ABD’de ise değerler 1980’de %65,1 ve 2000’de ise %63,2’ydi (AMECO). Bununla birlikte, kâr oranı 1980’de ABD’de %25,4’ten 2000’de %32,8’e, Avrupa Birliği üyesi 15 ülkede ise 1980’de %28’den 1990’da %33,2’ye, 2000’de %31,9’a ve 2007’de %34,4’e yükseldi (AMECO). 1980’lerde, 1990’larda ve 2000’lerde sermaye sürekli olarak yüksek büyüme oranları elde ederken ücretler yerinde saydı ya da görece düştü. Neoliberalizm şirketlerin zenginliğini emek üzerinden yükseltti. Krizin bir etkisi olarak ABD’de 2009’da kâr oranı %30,1’e düştü ancak 2012’de yaklaşık %35 oldu. Avrupa Birliği üyesi 15 ülkede ise kriz öncesinde yaklaşık %35 olan yüksek kâr oranları krizden sonraki yıllar içinde yaklaşık %30’a geriletildi. Avrupa Birliği’ndeki tüm bu kemer sıkma konuşmaları ve kemer sıkma önlemleri, ücretleri daha fazla düşürerek, çoğunlukla işçilerin faydasına olan kamu harcamalarını daha fazla kısarak, çalışanların ödediği vergileri daha fazla arttırarak kâr oranlarını arttırma girişimi olarak açıklanabilir. Krizden sonra kâr oranlarının Avrupa Birliği’nden daha hızlı arttığı ABD ile Avrupa arasında ekonomik rekabet de vardır.
Finansal krizden şiddetle etkilenen Avrupa’daki işçi sınıfı krizin sonucunda ağır bir darbe aldı: Ücret payı Kıbrıs’ta 2007’de (krizden önce) %55’ten 2013’te %52,4’e, Yunanistan’da %53,5’ten %47’ye, Macaristan’da %52,9’dan %49,6’ya, İzlanda’da %70,1’den %62,2’ye, İrlanda’da %50,3’ten %49,3’e, Letonya’da %53’ten %46,4’e, Litvanya’da %49,7’den %44,1’e, Portekiz’de %57,2’den %55,6’ya ve İspanya’da %55,3’ten %52,3’e düştü (AMECO). Polonya ve Slovakya’da işçiler krizden önce de zaten görece yoksullardı: Polonya’da ücret payları 2007’de %46,5, 2013’de ise %46,1’di. İlgili değerler Slovakya’da 2007’de %42,3, 2013’te ise %43,1’di.
Sermayenin, düşen ücret payları ve yüksek kârlar şeklinde sonuçlanan işçi sınıfı karşısındaki sınıf mücadelesine sermaye vergilendirilmesi düşüşü de eşlik etmiştir. Şirket vergilendirmesine ilişkin eldeki veri görece eksiktir. Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede, hesaplanan şirket vergileri 2013’te GSYİH’nın sadece %3’üdür. Birleşik Devletler’de ise bu değer %0’dır bu da bir kolektif kapitalist olarak ele alındığında şirketlerin ABD’de vergi ödemedikleri anlamına gelir. Tablo 4 eldeki sınırlı verinin bir kısmını göstermektedir. Tablo, sermayenin vergilendirilmesinin bir ülkede GSYİH’nın %1’ine asla ulaşmadan ve birçok ülkede de GSYİH’da %0 ile %0,3 arasında değişerek Avrupa ve Kuzey Amerika kapitalizminde 1970’lerden beri genellikle düşük olduğunu işaret etmektedir. 1970’te Birleşik Krallık’ın (%0,8) ve ABD’nin (%0,5) sermayeyi Almanya’dan (%0,1) ve Hollanda’dan (%0,2) daha fazla vergilendirdiğini gözlemlemek ilginçtir. Neoliberalizmin yükselmesi, Birleşik Krallık’ta ve ABD’de sermaye vergilendirilmesinin düşürülmesiyle sonuçlanmıştır. Tablo 4’teki veri Avrupa ve Kuzey Amerika vergi rejimlerinin, sermayenin emeğe karşı neoliberal sınıf mücadelesini desteklediğini, kapitalist çıkarların dostu olduğunu göstermektedir.
İşçi sınıfının ücretleri neoliberal politikaların saldırısına uğramıştır. Elde edilen kârlar finansa yatırılmıştır çünkü sermayeyi yöneten sürekli olarak daha fazla kâr ihtiyacıdır ve finansal spekülasyon da yüksek getiri vaat etmiştir. Ekonomik dalgalanma sürekli olarak artmış, 2008’de büyük bir patlamayla sonuçlanmıştır. Sonuç benzerdir: neoliberalizmin yoğunlaşması anlamına gelen hiper-neoliberalizm. Bankalar vergi mükelleflerinin parasıyla kurtarılmıştır ve bu ağırlıklı olarak çalışanların ödediği vergilerle yapılan bir kurtarma anlamına gelir çünkü şirketler nadiren vergi öder. Kemer sıkma söylemi insanların, kendi imkanlarının ötesinde yaşadıklarına, kemer sıkmanın devletin fazla harcama yapmasından dolayı gerekli olduğuna vb. inandırmayı ister. Sürekli olarak kârların artması ve ücretlerin daralması ve şirketlerin nadiren vergi ödemesi egemen ideolojide zikredilmez. İşçi sınıfı öncelikle ve sürekli olarak sermaye tarafından sömürülmüştür ve krize gösterilen reaksiyon, sömürünün yoğunlaştırılmasıdır ve yeniden bölüşümün işçiler yerine şirketlere doğru olması, kamu harcamalarının kesilmesi, ücretlerin kısılması, şirketlere ve bankalara vergi desteği gibi yollarla işleyen sömürü biçiminin meşrulaştırılması çabasıdır. İşçi sınıfı sürekli olarak kendi ürettiği zenginlikten mahrum edilir. Kemer sıkma önlemleri de aynı duruma neden olur.
4. Stuart Hall’ı Yeniden Okumak
Stuart Hall ve arkadaşları (1978) [12] 1970’lerde Birleşik Krallık’ta sokak soygunlarıyla başlayan ahlaki paniği** açıklar. Yazarlara göre, bu panik 1970’lerin ortalarındaki krizle birlikte ele alınmalıdır. Bu kriz, kapitalizmin küresel krizi (durgunluk), politik aygıtların krizi (yönetici sınıf ve işçi sınıfı partileri gibi), devletin krizi ve hegemonyanın ve politik meşruiyetin krizi olacaktır (Hall vd., 1978: 317-319). Krizde, insanlar nedenler ve yanıtlar arar. Sistemin devam etmesini isteyen ideoloji de krizin sistematik nedenleriyle ilişkilenmek yerine bu nedenleri ideolojik olarak yerinden eder. “Yerinden etme etkisi”: “Kriz ile çoğunluğun kendi sosyal deneyiminde krizi kavrama biçimi –sosyal kaygı– arasındaki bağlantı, bir dizi hatalı “çözümden”, öncelikle de ahlaki paniklerin birbirini izlemesinin aldığı biçimden geçer. Bu, sosyal kaygının her dalgalanmasının ahlaki panik döngüsüiçinde iblislerin keşfi, şeytan-halkların belirlenmesi, ahlaki kampanyaların kurulması, suçlular yaratılması yani kaygı dolu konularda belli zorlamalarla korku simgelerinin yaratılmasıyla bir mola vermesi gibidir (Hall vd., 1978: 232). Krizler, “rıza kazanmak için egemen ideolojiler tarafından ideolojik olarak kurulur” (220). Ahlaki panikler de içinde “tarihsel bir krizin ‘deneyimlendiği ve savaşıldığı’ anahtar ideolojik biçimlerdir” (221).
Avrupa’daki güncel politik ve ideolojik durum ile Hall’ın 1970’ler için söyledikleri çok benzemektedir. Krizde, güncel ahlaki paniğin özneleri -güncel ideolojik iblisler ve ideolojik şeytanlar- göçmenler, işsizler, Güney Avrupalılar ve Avrupa Birliği’dir. Kriz ideolojileri, kapitalizmin krizinin nedenlerini tikelciliğe (particularism) doğru yerinden eder. Bugün, krizi ideoloji yönetir: daha bile vahşi bir kapitalist sistem kurmayı ve insanları, bunun gerekli olduğuna, gelecekteki krizi yenmeye ve krizden kaçınmaya yardım edeceğine inandırmayı amaçlar. Asıl tersi doğrudur: Başarılı bir şekilde uygulandıklarında gelecekte sadece daha kötü krizlere yol açacak krizin nedenleri olan politikalar ve ideolojiler krizin reçetesi olarak sunulmaktadır.
5. İdeolojik Tılsımı Kırmak!
Mevcut ideolojik oyunu sonlandırmanın ve Avrupa’da Bert Brecht’i ve Augusto Boal’ı sahneye çıkarmanın zamanıdır.
Kemer sıkmaya, neoliberalizme ve kapitalizme karşı Avrupa’da yapılan protestolar kriz söylemi içindeki akla yatkın tek sestir. Avrupa’da Yunanistan, İspanya, Portekiz, Romanya, Slovenya, Birleşik Krallık ya da Avusturya gibi ülkelerde 2008’den beri yapılan protestolar, kârın insanların üstüne bastığını, kapitalist çıkarların insanları belirlediğini, zenginliği üretenlerin krizi ödemesinin gerekmesini sorgular. Avrupa’da daha genel düzeyde krizin nedenleri üzerine ciddi bir tartışma ise başlamamıştır. Bu tartışma ideoloji tarafından yerinden edilmiştir ve devre dışı bırakılmıştır. Devam eden protestolar insanları, Avrupa’yı ve dünyayı kapitalizmin yönetmesinden kurtarmak için tek umudumuzdur.
Kaynaklar
[1] http://www.telegraph.co.uk/news/uknews/immigration/9291483/Theresa-May-interview-Were-going-to-give-illegal-migrants-a-really-hostile-reception.html
[2] http://www.politics.co.uk/comment-analysis/2012/10/09/theresa-may-speech-in-full
[3] http://www.politics.co.uk/comment-analysis/2012/10/09/theresa-may-speech-in-full
[4] http://www.ukip.org/content/ukip-policies/2553-what-we-stand-for
[5] http://www.telegraph.co.uk/news/politics/conservative/9373844/David-Cameron-Ill-do-whatever-it-takes-to-protect-United-Kingdom-from-Greek-influx.html
[6] http://www.ftd.de/politik/europa/:wahlempfehlung-antistatheite-sto-dimagogo-widersteht-den-demagogen/70050480.html
[7] http://www.spiegel.de/politik/deutschland/euro-krise-merkel-attackiert-urlaubsfreudige-suedeuropaeer-a-763247.html
[8] http://www.rp-online.de/wirtschaft/unternehmen/zitate-aus-merkels-erklaerung-zur-euro-krise-1.571529
[9] Gerhard Polt, Quanto costa. CD Und wer zahlt’s. Kein & Aber Records, 2000.
[10] tripleC: Communication, Capitalism & Critique 10 (2): 646-671.
[11] http://deutsche-wirtschafts-nachrichten.de/2013/03/18/merkel-zwangs-abgabe-in-zypern-ist-ein-guter-schritt/
[12] Hall, Stuart, et.al. (1978). Policing the crisis. Mugging, the state and law and order. London: Macmillan.
* AMECO, Avrupa Komisyonu Ekonomik ve Mali İşler Genel Direktörlüğü’nün yıllık makro-ekonomik veritabanıdır. (ç.n.)
** Ahlaki panik, toplumsal uyuma ve düzene zarar vereceği iddiasıyla yerleşik değerlere, düzene tehdit olarak görülen bireylere ya da gruplara karşı geliştirilen toplumsal ve siyasi tepkileri ifade eder. Ahlaki paniğin kurulmasında medya, kitlelerde kaygı, öfke yaratabilecek bir konuyu sürekli olarak işleyerek önemli rol oynar.(ç.n.)
Christian Fuchs, Westminster Üniversitesi’nde sosyal medya alanında profesördür. Ayrıca tripleC: İletişim, Kapitalizm ve Eleştiri dergisinin de editörüdür.
Christian Fuchs
[Fuchs.uti.at’taki İngilizce orijinalinden Aylin Aydoğan tarafından Sendika.org için çevrilmiştir.]