Yazının başlığına bakıp heyecanlananlar için hemen söyleyeyim, Türkiye’den değil, Afrika’nın en kanlı bölesi olan Sudan’dan bahsedeceğiz. Dünyanın bir başka uzak ve yabancı bölgesinde de aynı kavramlarla ifade edilen benzer süreçler yaşanması ayrı bir problem. Etnik ayrışma, iç savaş, katliamlar, kanlı göçler, yeraltı infazları, korsanlık ve derin devlet meseleleri, Sudan’ın da içinde bulunduğu durumu özetleyebiliyor.
Fark şurada: Sudan, “Kapsamlı Barış Süreci” adı verilen bir dönemden geçti, şimdi “çok partili demokratik yaşam”a ayak uydurmaya çalışıyor ve 2011 yılının ilk ayında da Güney Sudan ile Sudan’ın birlikte yaşayıp yaşayamayacağına bir referandumla karar verilecek. Petrol bölgesi Abyei ise ayrı bir referandumun konusu olacak ve Güney’e mi yoksa Kuzey’e mi bağlı kalacağı orada kararlaştırılacak. Afrika’nın bu en acılı bölgesinde demokratikleşme süreci şimdi bu aşamada.
Milli Kongre Partisi (Kuzey Sudan) ile Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (Güney Sudan) arasında imzalanan Kapsamlı Barış Antlaşması’nın bünyesinde seçimler ve referandum iç savaşı sona erdirecek unsurlar olarak yer alıyordu. Üç yıla yakın zamandır sürdürülen görüşmeler sonucunda varılan anlaşmanın en önemli bölümü, Güney Sudan’a bağımsızlık sağlayabilecek referandum kararıdır.
Anlaşmanın kaynakların bölüşümü ve genel olarak siyasal iktidarın biçimi hakkındaki maddeleri ise ayrıca incelenmesi gereken özellikler taşıyor. Referandum bu bakımdan, yalnızca Sudan için değil, Afrika’nın tümü bakımından da büyük öneme sahip. Özellikle ABD’nin, AB’nin, Rusya’nın ve Birleşmiş Milletler çatısı altındaki her ülkenin farklı biçimlerde ilgilendiği bir konu olarak, “dünya meselesi” özelliği taşıyor. Ayrıca, gerilla mücadelesi veren gruplarla hükümetler arasındaki sorunların çözümü bakımından da dünyanın benzer süreçleri yaşamış ve yaşamakta olan diğer ülkelerine de yeni bir model sunması bakımından büyük değer taşıyor.
Sudan’da 24 yıl aradan sonra 11 ve 15 Nisan 2010 tarihleri arasında gerçekleşen ilk çok partili seçimler, barış ve istikrarın sağlanması için önemli bir adımdı. Sudan lideri Ömer El-Beşir’in Darfur sorunu dolayısıyla soykırım, insanlığa karşı suç ve savaş suçu işlemekle suçlandığı bir zamanda gerçekleşmişti. Bu seçimlerde, devlet başkanı ve 450 koltuklu millet meclisi üyeleri, 25 eyaletin valisi ve eyalet meclisleri seçildi. Genel olarak değerlendirildiğinde seçimin galibi El-Beşir’in partisi olmuştu.
Bir halkın kendi kaderini belirleyeceği önemli bir referanduma giden yol böyle döşendi.
Seçim süreci de ilginç propaganda savaşlarına sahne oldu. Siyasi partiler daha çok Darfur sorununu öne çıkardı. Buna ilaveten Darfur’da yaşananlar ve bölgede etkili olan bazı partiler, bölgede seçimleri boykot edeceklerini açıklamışlardı. Sudan Halk Kurtuluş Hareketi kuzey Sudan ve Batı Darfur’da 13 eyalette parlamento ve yerel seçimlere katılmadı. İktidar partisi ise, birlik ve beraberliğin sağlanacağı ve her sese kulak verileceği propagandası üzerine kurduğu seçim çalışmaları boyunca, demokrasinin de, Darfur’da eşit ve özgür bir toplum kurulmasının da tek garantisinin kendi iktidarı olduğu tezini işledi. Hatta seçimi boykot eden partileri hükümete katılmaya çağıracağını açıkladı. Bölgesel ayrım yapılmayacağı, bölgesel dengenin hedefleneceği ve temel hizmetlerin ülke çapında sunulacağı gibi sözler de, iktidar partisinin referandum öncesinde yerini sağlamlaştırmaya yönelik girişimleri arasında dikkat çekiyordu.
Seçimler sonuçlandıktan sonra El Beşir’e karşı uluslararası çapta sürdürülen kampanya önemli ölçüde hız kesti. ABD, referandumu önemsediğinden usulsüzlük iddialarına rağmen seçimin iptali yönünde bir girişimde bulunmadı.
Referandum şu bakımdan çok önemli: Sudan bölünebilir, petrolün bulunduğu Güney Sudan bağımsızlığını ilan edebilir ve Afrika’da yeni bir ülke kurulabilir.
Ancak henüz önümüzde yaklaşık 6 aylık bir zaman varken, Sudan Halk Kurtuluş Hareketi, Darfur krizini, halkın kötüleşen ekonomik sorunlarını, demokratikleşmenin ve siyasi reformların gerçekleşmesi için yeterince adım atılmamasını gerekçe göstererek görüşmeleri aksatmakta bu da yeni gerginliklere yol açmaktadır. Referanduma hazırlık süreci böyle sıkıntılı geçerken referandum sonrasında düşünülen değişikliklerin nasıl uygulanacağı da ayrı bir kaygı konusu olarak kalmaya devam ediyor. Öyle ki zaman zaman, referandumun ertelenmesi bile tartışılabiliyor. Bu da, referandumun çözüm umudu mu, yoksa bütün umutların sona erdiği ve şiddetin yeniden hayat bulduğu bir dönemin başlangıcı mı olacağı tartışmasını gündemde tutuyor.
Ülkemizdeki referandum sürecine bir de Sudan’dan bakmakta yarar var. Ömer El Beşir’in yakın arkadaşı olan Recep Tayip Erdoğan, öyle görünüyor ki, propagandasının ana temalarını seçerken Sudan’daki kampanyalardan oldukça yararlanmış. Acaba başta eski ABD Başkanı Carter olmak üzere çok etkili bir ekibin tasarım ve uygulama süreçlerinde yer aldığı Sudan sürecinden, bizdeki “açılım” için ne gibi deney aktarımı yapıldı, onu da referandumdan sonra göreceğiz.
Not: Bu yazı için, Ceren Gürseler’in, “Doğudan” dergisi Sudan özel sayısı için hazırladığı yayımlanmamış yazıdan ve yazının kaynakçasından yararlanılmıştır.
Evrensel