Hrant’a olanla, 1915’de olanların, arada derece farkı olsa da mahiyet itibarıyla aynı olduğunu kabul etmeliyiz. Bundan 13 yıl önce İstanbul’da Sebat Apartmanı önünde biz öldük, öldürüldük. Bundan 105 yıl önce de bu topraklarda biz öldük, öldürüldük
Ermeni sorunu bir tarih sorunu yahut tarihî bir sorun değildir. Ermeni sorunu, ‘antropolojik’ bir sorundur.
Yani Ermeni sorunu, geçmişle ve belgeyle ilgili bir sorun değil, yaşayan ve bellekle ilgili bir sorundur. Bugün bizimle olan ve bizimle ilgili bir sorundur.
Bizim insanlığımızla, vicdanımızla, ahlâkımızla ilgili bir sorundur.
Bu çapta, ölçekte ve hacimde bir sorunla yüzleşme yerine ondan kaçmanın yolu, işte asıl o, “Sorunun çözümünü tarihçilere ve belgelere bırakalım” demektir.
Belgelerden beklenebilecek pek bir şey yoktur. Bu hususta hep vurguladığımız üzere belge, belleği değiştiremez.
Belgeler, bellekle başa çıkamaz
Düne ait belgelerde bugün Anadolu topraklarında etnolojik araştırma yaparken veya sadece bir seyahatte karşınıza bir Türk ya da Kürt köyü olarak çıkan yerdeki insanın, “Hocam, sen bakma böyle Kürtçe [Türkçe] konuştuğumuza, bizim aslımız Ermeni” sözünü bulamazsınız.
Belgelerde, yine gittiğiniz bir başka köyde bir evde sohbet ederken, müsaade isteyip ayrılan birinin ardından ev sahibesi kadının; “Bunların aslı Ermeni, olaylar çıkıp can derdine düştüklerinde bunun dedesiyle ailesini benim dedem kendi evinde saklamış, sonra olaylar durulunca Müslüman olup burada yaşamaya devam etmişler, çok iyi insanlardır” sözüne rastlayamazsınız.
Belgelerde, Ankara’nın seçkin bir üniversitesinde düşünceyi ve düşünmeyi öğreten bir profesörün, anneannesi vefat ettiğinde nüfus kayıtlarındaki eksik araştırılınca onun Ermeni olduğunu kendisi 50 yaşında iken ancak öğrendiğini şaşkınlık ve karmaşık duygular içinde anlatışının karşılığını bulamazsınız.
Belgelerde, yine Anadolu’nun bir köyünde yaşlı mı yaşlı, sevimli mi sevimli bir kadının, kendisine yaşı sorulduğunda, “Ne bileyim evladım, ‘Gâvur’un kırımı’ndan bir-iki yıl sonra doğmuşum işte” diye ‘doğum tarihi’ bildiriminde bulunduğuna benzer bir vaka ile karşılaşamazsınız.
Ve belgelerde, “Cihan Harbi’nde olaylar çıkınca külliyen Müslüman olmuş bunlar; köylerinin adını da ‘yunduk-yıkandık-temizlendik’ anlamına gelen bir tabirle değiştirmişler. Sonra da koyu Türk milliyetçisi oldu hepsi. 1970’lerde silme MHP’ye oy çıkardı orada” diye anlatılan bir köy tasviri bulmazsınız.
Tarih, tarihçiye boyun eğer!
Bütün bunların söz konusu olduğu yerde sorunun çözümü yolunda tarihten medet ummak ve tarihe bel bağlamak boşunadır. Çünkü Ermeni soykırımı var-yok tartışmasına dair belge diye ortalıkta dolaşacak her şey, hangi taraftan gelirse gelsin, zaten resmi nitelikte ve siyasidir. O yüzden sorunu siyasal cendereden çıkarıp tarihsel (bilimsel) zeminde ele alma önerisi de lafügüzaftır.
Tarih burada soruna çare olmaz, siyasete tercüman olur!..
Hadi, tarihin büyük ölçüde tarihçiyle muteber, çoğu zaman da ‘malûl’ olduğu, daha ötede aslında ‘tarihin tarihçiye boyun eğdiği’ şeklindeki yabana atılmaz savları da bir kenara bırakalım. Ne olup bittiğine ilişkin olarak tarihsel çerçevede en geçerli ve güvenilir mahiyette söylenenler bile, insanların ne duyup gördüğünden daha etkili olamaz, olamıyor.
En çarpıcı, acı, iç yakıcı örnek en yakınımızda duruyor: Hangi belge, Hrant’ın 13 yıl önce bugün, kanlar içinde yüzü koyun kaldırımda yatan görüntüsünün bellekte bıraktığı izi silip söküp atabilir. Ne yapılırsa yapılsın, istenirse uluslararası boyutta bir tarihçiler masası oluşturarak soruna yönelik sonuç alınmaya çalışılsın, olmaz yetmez.
“Şu kadar Ermeni göçürüldü, öldürüldü, heba edildi; ama bakın şu kadar da Müslüman aynı şekilde heba olmuş…” Veyahut, “Ermenileri yok etmeye yönelik bir hükümet politikası uygulamaya konulmuş, ama bunu koşullayan da bir ayaklanma var…” Bunlar ve benzeri, ‘ama’lı, denge arayışlı, hele ki insan canını sayısal-niceliksel veriye dönüştüren, “Şu kadar Ermeni’ye karşılık bu kadar da Müslüman” gibisinden ‘öldürüşme istatistikleri’, bu sorunu çözmez, çözemez, çözemiyor. Aksine, ahlâki ve vicdani açıdan daha da katmerli hale getirir, getiriyor.
Hiçbir niceliksel veri, Hrant Dink’in hâlâ gözümüzün önünden gitmeyen boylu boyunca, kanlar içinde yüzü koyun İstanbul kaldırımlarında içimizi-canımızı yakarak yatan cansız bedeninin ‘niteliksel’ yerini dolduramaz.
Hepimiz Hrant mıyız?!
Tarih, bugünden çıkar. Tarih, ‘üretilir’. Ve tarih üretmek için ‘geçmiş’e bakıp onu okumaya çalışanlar, yaşamakta oldukları ‘bugün’ tarafından koşullandırılırlar. Değerler, ideolojik bakış açıları, kültürel önkabuller burada devreye girer.
Bu doğrultuda, Ermeni sorununu söz konusu ederken esas üzerinde durulması gereken, dün nerede ne olduğu ve kimlerin kimlere ne yaptığından öte, bugün, şu anda, şimdiki zamanda bilinç ve duygu olarak nerede olduğumuz ve birbirimize neler yaptığımızdır.
Mesela, içimizden birileri Hrant’ın kaybının acısını kılcal damarlarına kadar işlemiş hissederek “Hepimiz Ermeniyiz / Hepimiz Hrant’ız” dediğinde nerede duruyor ne diyor ne yapıyorsunuz?
Böyle diyenlere, “Hepiniz piçsiniz” mi diyorsunuz?
Ya da “Hepimiz Samast’ız” mı diyorsunuz?..
Böyle diyorsanız veya demiyorsanız bile diyenlerle aynı havayı soluyorsanız, bu topraklarda ‘Hep birlikte Türkiye’ olmanın hayalini kurmayı bırakın, rüyasını görmek bile mümkün olmaz.
Bizler ve ‘Bizim olan’ Ermeniler
Aslında Türkiye’de Ermeni yurttaşlara yönelik sözde iyi niyetli yaklaşımların ifadesi gibi görünen sivil ya da resmi dilin bile dikkatle bakıldığında asimetrik ve ötekileştirici olduğu fark edilir. Ekranlarda sık sık duyarsınız; kerli ferli üniversite hocalarının dilinden veya devlet adına konuşan ağızlardan, “Ermeni vatandaşlarımızı tenzih ederek söylüyorum” şeklinde dökülen lakırdıları.
Söze böyle girilen her yerde ‘paternal bir muhabbet’le sarmalanmış ‘pamuk mu pamuk’ bir ötekileştirme ameliyesinin işlerlikte olduğunu aklınızdan çıkarmayın! Bu dil, işte yukarıda kaydedilen, “Hepimiz Ermeniyiz” sözünden yansıyan duygu ve düşüncenin karşı kutbudur.
“Bizim pırıl pırıl, saf, temiz Ermeni vatandaşlarımız”, kısacası, “Bizim Ermenilerimiz” diye duyup düşünüp davrandığınız noktada, ötekileştirmeyi aşmış, eritmiş, ortadan kaldırmış olmuyorsunuz. Ötekileştirme, ‘Biz’ ve ‘Bizim olan Ermeniler’ ikili karşıtlığı şeklinde, yani ‘öteki’ olanı ‘temellük’le (kendine mal ederek) devam ettirilmiş oluyor.
Mesele hem toplumsal algı ve duyguda hem de siyasi akıl ve stratejide ‘Bizim Ermeniler’ noktasından ‘Biz Ermeniler’ noktasına ilerleyebilmekte.
Evet, “Hepimiz Ermeniyiz”, “Hepimiz Hrant’ız” diyebilmekte.
Bu topraklarda Ermeni ya da Müslüman diye ayırt etmeksizin ve ‘rakam’ yarıştırmaksızın, “İnsanlarımız ölmüş, öldürülmüş” algı, bilinç ve anlayışına gelebilmekte.
105 yıl önce de ‘Biz’ öldük, öldürüldük!
Bugün Hrant’ın çok büyük bir acı olarak içimize işlemiş anısına etkinlikler, ülkenin dört bir yanında gerçekleştirilecek. Bu anma etkinliği ile bu ülkede ancak Ermeni cemaatini temsilen hareket eden dinî oluşumlarca gerçekleştirilen, onun dışında hiçbir sivil inisiyatif tarafından göze alınamayacak 1915 olayları anması arasında ben sadece derece farkı olduğu kanısındayım.
Hrant’a olanla, 1915’de olanların mahiyet itibarıyla aynılığını kabul etmeden ve bu yönde anma girişimlerini kendimiz gerçekleştirmeden bu günah, bizim boynumuzdan düşmez!..
Bundan 13 yıl önce İstanbul’da Sebat Apartmanı önünde biz öldük, öldürüldük.
Bundan 105 yıl önce de bu topraklarda biz öldük, öldürüldük.
Bu hadiseleri böyle idrak etme ve hissetme noktasına, devleti geçelim, en azından toplumca gelebildiğimizde, belgenin değiştiremeyeceği bellek, ancak o zaman değişmeye yüz tutar.
Başka Hrant’ların ölmemesi de buna bağlı.
Başka Samast’ların olmaması da buna bağlı.