Türkiye büyük bir altüst olma sürecinden geçti. Ezberler bozuldu, çoğunluğu kenara itip merkezin yetkilerini paylaşan azınlık bir hercümercin içine düştü. Koltuklar kıyasıya savunuldu, “Vermeyiz” demek yakışık almayacağı için “İstemeyiz” denildi, “çünkü” bağlamında ise yeni gelenlerin cumhuriyet düşmanlığından “Don üzerinden iğne yapıyorlar”a varana dek, bir dizi gerekçe üretildi. Siyaset nihayet sivilin eline geçiyor, askerin ve yüksek yargının domine ettiği bir şey olmaktan çıkıyordu. Artık hükümetler, perde arkasında duranların vantrilokları olmayacaklar, halka ait olan egemenliği kullanmak için seçilmiş makamların yapması gereken neyse onu yapacaklardı; bu da ileri demokrasi olacaktı.
İki taraf da yanılıyordu. Ortada Cumhuriyet’in değerlerini yıkıp devleti ele geçiren “cahil halkın” işgali gibi bir durum söz konusu değildi. Ama çoğunluğun desteğiyle sandıktan çıkanların siyaseti demokrasi dışı unsurlardan arındırması da “ileri demokrasi” için başlı başına yeterli değildi.
Siyasetin siyasetçinin işi olmasını sağlamak bir aşama ise, siyasetin demokratikleşmesini sağlamak da diğer bir aşamaydı. İlk aşama geçildi, ama ikinci aşamada ne olacağı, yakın geçmişte ne yaşandığını da tanımlayacak. Temel soru şu: Tuğlaların değişmesiyle yetinecek miyiz, yoksa kolonlar da değişecek mi? Siyaseti demokrasi dışı unsurlardan ayıklamakla yetinecek miyiz, yeni bir inşa süreci, anayasal düzenin demokrasiden yana değişimi de gerçekleşebilecek mi? İkincisine “Hayır” diyorsak, “ileri demokrasi” lafta kalacak demektir. Ancak daha da önemlisi, bu soruya “Evet” demesi gerekenlerin iktidar partisinden ibaret olmadığı gerçeğinin kavranmasıdır. Kararı verecek olanlar sürece direnen, süreçten umduğunu bulamayan, süreçten mağdur olan ve süreci yürütenlerdir.
Bu bağlamda eski vesayet sistemini özleyenler de, Kürtlerin haklarını şiddeti yücelterek ya da yüceltenleri meşrulaştırarak savunabileceğini sananlar da, siyasal iktidarı oluşturan koalisyon içinde yer almasına rağmen şimdi umduğunu bulamamış olup sitemkâr bir küskünlük içinde olanlar da, gücünü kullanırken adil ve insaflı sınırlar belirlemesi gereken hükümet de fedakârlık yapmak zorunda. Eğer herkes ve her kesim kendi ajandasından fedakârlık edip, herkesin buluşabileceği ortak bir zemin, yeni bir anayasal zemin oluşturma yolunda üzerine düşen sorumluluğu yerine getirirse demokratikleşme için, “yeni bir Türkiye” için umut var. Çünkü ancak o şartlarda yönetime sirayet etme ve seçilmiş iradenin kullandığı erki paylaşma umudu var. Ama herkes kendi gönlünde yatanı zor yoluyla kurma hevesine kapılacak olursa çıkacak kaos sadece siyasi iktidarın otoriterleşme temayülünü besler. Günün sonunda elimizde ilkine benzeyen yeni bir cumhuriyet kalır.
Evet, dün vesayet sistemini desteklemiş olanların bile bugün samimi olarak demokratikleşmeyi destekleme sorumluluğu var. Kendilerini Çetin Doğan‘ların, Kemal Kerinçsiz‘lerin alfabesiyle değil, herkes için adil ve ideal olan bir dille ifade ederlerse hem seslerini duyurabilirler hem sürece katkı sunarlar.
Kürt meselesini getirip Öcalan’ın özgürlüğüne bitiştirenlerin, silahların susması için inisiyatif alamayan milliyetçi Kürtlerin sorumluluğu var. Zira sebep oldukları şiddet hükümeti sadece daha fazla sınır ötesi operasyon yapmaya teşvik eder. Bu noktada Kürtler adına ve hayrına bir şey isteyenlerin zor ve şer üretmek yerine barışçıl yollarla sorun çözme yollarını kullanmaları gerekir. Çünkü sonuç alınabilecek yöntem artık budur. Söylemek istediğimi en iyi anlatan örnek, Leyla Zana‘nın attığı bir adım atması karşısında hükümetin Kürtçe’yi seçmeli ders haline getirmesidir. Aksi duruş ve tutumlar, şikâyet edilen anlayışı perçinlemeye yarıyor, özgürlüklerin yeniden tarif edildiği ve garanti altına alındığı bir sistemi kurmayı erteliyor.
Dün hükümete şeksiz şüphesiz destek verirken bugün hayal kırıklığı yaşamış olanların, kırgınlıklarını eleştirel bir mesafeden yapacakları olumlu katkıların önüne geçirmeme gibi bir sorumlulukları var. Çünkü yeni “biz” ve “onlar” ayrımlarına, kodlamalarına girişilmesini kaldırmayacak kadar narin bir zemin söz konusu ve mesele AK Parti, hükümet ve yandaşları meselesi değil; demokratik temayülü ertelenmiş yeni bir cumhuriyetle yetinecek miyiz, yoksa daha iyisi için elbirliği mi yapacağız meselesi.
(HT)