İslam peygamberlerinden Muhammed Peygamber ve yoldaşlarının mücadelesi içerisinde yer alan ‘Hendek Direnişi’ hakkında yazılan bu yazıyı, günümüzdeki Hendek Direnişlerini ve günümüz Medine’si Rojava’yı düşünerek, zamanı ve mekanı aşan bir biçimde günümüzü içerisine dahil ederek okumanızı istiyorum.. Müşrikler ile kastedilenler günümüzün egemen din anlayışına mensup abdestli kapitalist tipolojiler olduğunu hatırlatayım.. Savunulan yer Medine Komünüdür. Bugün Rojava ve tüm Kürdistan’da savunulan değerler ile geçmişte insanlık ve doğa için verilen mücadelelerde savunulan değerler aynıdır.. Bu bakımdan geçmişte peygamberlerin verdiği mücadele bugün aynı şekilde tüm Kürdistan’da verilmektedir.. Öz savunma pratiğinin tarihsel arka planında yer alan örneklerden sadece biri olan Medine Komünü savunması ile günümüzdeki öz savunma pratikleri arasındaki benzerliği görmemiz ve anlamamız gerekmektedir.. ‘Hendek Direnişi’nin tarihselliği aşan bir biçimde günümüzde yaşananlara ne denli benzediğini göstermek boynumuzun borcudur..
Hendek Direnişinin tarihi hususunda, âlimler arasında ihtilâf vardır. Mûsa ibni Ukbe, “dördüncü yılın Şevvalinde oldu” demiş, İbn-i ishak, “beşinci yılın Şevvalinde oldu” demiş, Ehl-i mağâzî, İbn-i ishak’ın sözünü tercih etmişlerdir. (bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, s. 4/93; İbn Seyyidi’n-Nâs, a.g.e., s. 2/55) Hamidullah’a göre tarihi: 8-29 Şevval, 5. Hicri yıl / 3-24 Ocak 627, Cumartesi. (bkz. Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, (Çev. Nazire Erinç Yurter), Beyan yay. İst. 2012, s. 75)
Bu direniş, Mekkeli müşriklerin Müslümanlara karşı açtıkları en korkunç savaştı. Mevlana Muhammed Ali (1876-1951), “Hayatu Muhammed ve Risaletuh” adlı eserinde şöyle der: “Hicretin beşinci yılı, on bin ile yirmi dört bin arasında olduğu tahmin edilen muazzam bir ordu toplanmıştı. Medine’nin içinde yaşayan Yahudiler de bu zor günlerde saldırgan düşman tarafına katılmışlardı. Duruma bir insan gözü ile bakıldığı takdirde, bu muazzam ordunun saldırısı karşısında Müslümanların kurtulması imkânsızdı.” (Ali, Mevlânâ Muhammed, Hayâtu Muhammed ve Risâletuh, Çeviren: Münir el-Balebekkî, 1. Baskı, Beyrut, s. 35)
Kureyş’in daha hareket etmeden, “Huzâa” oğullarından biri, Medine’ye ulaşarak bu haberi, Muhammed Peygamber’e ulaştırmıştı. Muhammed Peygamber hemen yoldaşları ile bir araya geldi: “Düşman ordusunun bu tecavüzü karşısında, Medine’yi nasıl savunalım, nasıl müdafaa edelim?” konusunu ortaya koyarak yoldaşlarından görüşlerini belirtmelerini istedi. Yoldaşları içinde Selmân-ı Farisî (Allah Ondan Razı Olsun) de bulunuyordu ve söz aldı: “Yâ Rasûlallah! dedi. Bizim İran’da bir âdet var: Dışarıdan bir düşman, bir şehre hücum ederse, ahalisi o şehir etrafına hendek kazar, memleketlerini müdafaa eder. Şimdi, biz de böyle yapalım. Medine etrafına hendek kazalım, şehri sağlama alalım.” diyerek ortaya yeni bir savunma, direniş usulü attı. Çünkü Araplarda hendek kazma âdeti yoktu. Müşrikler, Medine önünde, şimdiye kadar benzerini görmedikleri derin bir hendekle karşılaşınca, şaşırdılar. Bir hamlede Medine’yi alt üst edip, Müslümanları yok edeceklerini hayâl etmişlerdi. Bunun kolay olmayacağını anladılar ve amaçlarına yine varmadan geldikleri yere geri döndüler. (Bkz. el-Vâkidî, a.g.e., s. 2/440; et-Taberî, Tarih, s. 2/91; İbn Seyyidi’n-Nâs, a.g.e., s. 2/55; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, s. 4/94; el-Kastalânî, Ahmet b. Muhammet, el-Mevâhibu’l- Ledünniyye bi’l-Minehi’l-Muhammediyye, Şerh eden: Me’mun b. Muhyiddin, 1. Baskı, Beyrut, 1996, s. 1/238-247)
Adını bu direnişten alan Ahzab suresinin 9-27. ayetleri söz konusu direnişten bahsetmektedir.
Ahzab Suresi, Medine’de inmiştir, 73 ayettir. Medine döneminin 3–7. yılları boyunca inen ayet gruplarından oluşur. Bu dönemde en önemli olay Hendek Direnişi olarak da bilinen müttefik kabile birliklerinin (Müşriklerin) Medine kuşatmasına karşı gerçekleştirilen direnişti. Surede bu olayla ilgili ayetlerden başka Medine’de kurulmaya başlanan (öz yönetim / komün hayatı) yeni şehir hayatı ile birlikte ortaya çıkan kadın-erkek ilişkileriyle ilgili sorunlar ele alınır. Özellikle Peygamber’in eşleri ile ilgili çok önemli düzenlemeler getirilir. Peygamber ve ailesi etrafında ileride oluşması muhtemel hanedanlık girişimlerine karşı önlem olduğu anlaşılan bazı hükümler son derece dikkat çekicidir. Surenin 9–27. ayetleri arasında sık sık geçen, “düşman birlikleri” anlamında “hizipler/gruplar” demek olan ‘ahzâb’ kelimesinden dolayı bu adı almış görünmektedir. (R. İhsan Eliaçık, Nûzül sırasına göre Yaşayan Kur’an Türkçe meal-tefsir, Ahzab Suresi, s. 941)
Bu pasajdaki (9–27) ayetler, İslâm tarihine “Hendek Direnişi” olarak geçen olayı anlatmaktadır. Şöyle ki: Hicretin 5. yılında bütün düşman kabileler birleşerek Medine’de kendileri için tehdit olarak gördükleri Muhammed Peygamber önderliğindeki oluşumu ortadan kaldırmak istediler. Başta Kureyş ve Gatafan kabileleri olmak üzere tüm düşman kabileler birleşerek 12 bin kişilik bir orduyla Medine’yi kuşattılar. Kuşatma yaklaşık bir ay sürdü. Muhammed Peygamber, Medine’nin etrafına hendek kazılmasını ve şehrin bu şekilde savunulmasını emretti. Tüm girişimlere rağmen hendekleri geçip şehre giremediler. Derken destanlaşan direnişe, çıkan korkunç bir kasırga da destek verince kabileler koalisyonu perişan oldu. Soğuk ve kum kasırgasına daha fazla dayanamayıp gerisin geri çekildiler. (İbn Hişam, İbni İshak, Taberi). İşte bu pasaj (9–27) bu olayla ilgili ayetlerden oluşmaktadır…
Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini anın. Hani üzerinize ordular yürümüştü de onlara kasırgayı ve sizin görmediğiniz orduları musallat etmiştik. Allah ne yaptığınızı görüyordu. (Ahzab: 9)
Hani yukarıdan ve aşağıdan saldırıya geçmişlerdi. O vakit gözler kaymış, yürekler ağza gelmişti. Allah’a türlü türlü zanlarda bulunuyordunuz. (Yani: Hani Gatafanlılar yüksek tepelerin olduğu Necid tarafından, Kureyşliler de sahil tarafındaki Tihame tarafından üzerinize gelmişlerdi.) (Ahzab: 10)
İşte burada iman edenler sınanmış ve şok bir sarsıntı ile sarsılmışlardı. (Ahzab: 11)
Hani münafıklar ve kalpleri hastalıklı tipler, “Allah ve peygamberi bize aslı astarı olmayan vaatlerde bulunmuş.” diyorlardı. (Ahzab: 12)
Yine o zaman bunlardan başka bir grup: “Ey Yesripliler! (Medine) Boşuna uğraşmayın, hemen evlerinize dönün.” derken kimileri de evlerinin savunmasız olduğunu ileri sürerek peygamberden izin istiyordu. Hâlbuki evleri savunmasız olduğundan değil sırf kaytarmak istiyorlardı. (Ahzab: 13)
Eğer düşman her yandan şehre girip kendileriyle işbirliği yapmak isteseydi, rahatlıkla kabul edip yağmaya katılmaktan bir an bile çekinmeyeceklerdi. (Ahzab: 14)
Hâlbuki bundan önce Allah’a söz vermişlerdi, arkalarını dönmeyeceklerdi. Allah’a verilen söz namustur; hesabı mutlaka sorulur! (Ahzab: 15)
Söyle onlara: “Eğer normal olarak ölmekten veya vurulup öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size bir faydası yok. Diyelim ki kaçıp kurtuldunuz; şurada az bir süre daha hayatın tadını çıkarırsınız, hepsi bu!” -Harfi harfine: “Öyle olsa bile çok az faydalanırsınız.”- (Ahzab: 16)
Söyle onlara: “Allah size zarar vermek istese, sizi ondan kim koruyabilir? Veya üzerinize sevgi ve merhamet yağdırsa ona kim mani olabilir?” Allah’tan başka asla yâr ve yardımcı bulamazlar. (Ahzab: 17)
Allah içinizden o savsaklayanları ve kardeşlerine “bize gelin” diyenleri biliyor. Bunlar zora gelemeyen tiplerdir. (Ahzab: 18)
Bunlar size karşı aç gözlüdür. Tehlike anlarında ölümle burun buruna gelmiş biri gibi, gözleri dönmüş vaziyette bakakalırlar. Tehlike geçince iyiliğinizi çekemeyip sivri dilleriyle incitici konuşmalar yaparlar. Bunların imanı yoktur. Allah onların amellerine değer biçmez. Allah bunu kolaylıkla yapar. (Ahzab: 19)
Düşman birliklerinin geri çekilmeyeceğini sanıyorlardı. Eğer o birlikler bir daha gelecek olsa, bu kez çöl içlerindeki bedevî Araplar içine gidip sizden gelecek haberleri oradan takip etmeyi tercih ederlerdi. İçinizde kalacak olsalar dahi savaşa pek asılmazlardı. (Ahzab: 20)
Açın kulağınızı! Allah ve ahiret günü umuduyla yaşayanlar ve Allah’ı çokça ananlar için Allah’ın peygamberinde güzel örnek vardır. (Ahzab: 21)
İman edenler, düşman birliklerinin üzerlerine yürüdüğünü görünce: “İşte bu, Allah’ın ve peygamberinin bize vadettiği şeydir. Allah ve peygamberi doğru söyler.” derler. Böyle durumlar onların sadece imanını ve teslimiyetini artırır. (Ahzab: 22)
Mü’minlerden Allah’a verdikleri sözün arkasında durarak ölüme gidenler veya sırasını bekleyenler var dır. Onlar sözü namus bilip hiçbir şekilde değiştirmeyenlerdir. (Ahzab: 23)
Çünkü Allah sözü namus bilenleri, sözlerinin arkasında durdukları için mükâfatlandıracak, münafıkları da eğer müstahak görmüşse cezalandıracak veya tövbelerini kabul edecektir. Allah çok bağışlayıcıdır, sevgi ve merhamet kaynağıdır. (Ahzab: 24)
Sonuçta Allah, o kâfirleri hiçbir kâr elde edemeden kinleriyle baş başa bıraktı. Allah savaşta Mü’minlere yetti. Allah çok güçlüdür, çok üstündür. (Ahzab: 25)
Dahası kitap ehlinden saldırganlarla işbirliği yapanların kalplerine de korku düşürerek kalelerinden çıkardı. Onların kimini öldürdünüz kimini de esir aldınız. -Yani: Düşman birlikleri (ahzâb) ile fırsat doğduğunu sanarak işbirliği yapıp Medine’yi arkadan vurmaktan hiç çekinmeyen Beni Kurayza Yahudilerinin kalbine korku salarak, önce kalelerine çekilmelerini, ardından Beni Kurayza kuşatması ile tümden Medine havalisinden sürülüp çıkarmalarını ve sonuçta bütün mal varlıklarının size kalmasını sağladı.- (Ahzab: 26)
Onların yerlerine, yurtlarına ve mallarına sizi varis kıldı. Ayak basmadığınız daha nice yerlere… Allah’ın her şeye gücü yeter. (Ahzab: 27)
Demek ki bu pasajdaki ayetler (9–27) artık şu an bizim için “tarih” olan bir olaydan bahsediyor. Ancak bu tarihsel olay üzerinden evrensel mesajlar veriyor.
Düşman birliklerinin henüz yeni tomurcuklanmaya başlayan Medine’deki “adalet ve barış yurdu” (Daru’s-Selam – Komün – Barış Yurdu) kurma girişimini, henüz oluşum aşamasındayken boğmaya çalışmasının ve buna direnmenin, olayın üzerinden 14 asır geçtikten sonra bile hala bizlere okutulmasının manası ve mesajı ne olabilir?
Sureye isim kaynağı da olan bu bölümün sonraki tüm çağlar için verdiği mesajlar öyle görünüyor ki şunlardır:
1- Allah’ın iman edenlere yüklediği dünyevî görev yeryüzünü bir adalet ve barış yurdu (Daru’s-Selam – Yeryüzü Cenneti) yapmaktır. Yani Allah’ın (ve insanlığın) birliğine (tevhid); bütün zulümlerin ortadan kaldırılmasına (adalet); ebedi barışa (silm); sözün namus bilinip yüceltilmesine (ahd ve sadakat) dayanan bir dünya düzeni kurmaktır.
2- Bunun için canla başla çalışanların (cihat) Allah yâr (veli) ve yardımcısı (nasîr) olacaktır.
3- Şu bir gerçek ki yeryüzünün bir bölgesinde böylesi bir çaba içine girip, yerel veya bölgesel bir başarı kazanır kazanmaz, dünya sistemi bundan rahatsız olacak ve oluşturdukları koalisyon güçleri (ahzab) ile saldırıya geçeceklerdir.
4- Bunlar havadan ve karadan, gizliden ve açıktan, içerden ve dışardan, yerel ve evrensel güçleriyle saldıracaklardır. Fakat, “Bizi yaşatmazlar, buna asla izin vermezler, bu macera olur…” diyerek bundan vazgeçilemez.
5- Bu durumda içerden onlarla işbirliği yapmaya hazır ve nazır, bir an önce böylesi bir “maceraperestliğin” sona ermesini ve dünya sisteminin tehditlerinden kurtulmayı uman korkakları, işbirlikçileri, satılmışları, ikiyüzlüleri hemen burnunuzun dibinde göreceksiniz. Bunlara asla aldırış edilmemeli ve Allah’a ve millete (ümmete) dayanarak yola devam edilmelidir. Gerekirse tüm halk seferber olarak -etrafa hendekler kazmak gibi- her türlü yolla saldırganlara direnmelidir.
6- Böylece insanlığın ölmediği, tarihin sona ermediği, başka bir dünyanın mümkün olduğu, insanlık vicdanının “sözün namusu”, “adalet” ve “ebedi barış” için tarihin her döneminde patlayabileceği; insanlığı geçmişte Firavunların, Nemrutların, Karunların teslim alamadığı gibi şimdi de dünya lortlarının ve küresel baronların teslim alamayacağı, insanlığın iman, onur ve vicdanının daima bunları dışına atacağı gösterilmelidir.
7- Kim veya kimler buna talip olursa Allah onun yanındadır. Allah onlarla birlikte yürüyecek, güneşi, ayı, yıldızları, rüzgârı, fırtınası, kasırgası, yıldırımı, yağmuru, seli vs. tüm tabiat güçleri (melaike) ile birlikte ve daha görünen, görünmeyen (ins-u cinn) nice güçleri ile birlikte onlarla olacaktır. Onların gören gözleri, işiten kulakları ve yürüyen ayakları olacaktır. Sözün yüceltilmesi adına Allah’ın çağlar boyu ola galen davranış tarzında (Sünnetullah/doğal yasalar) bir değişiklik olmamış ve olmayacaktır. Allah sözünden asla dönmedi, dönmez! (R. İhsan Eliaçık, Nûzül sırasına göre Yaşayan Kur’an Türkçe meal-tefsir, Ahzab Suresi, s. 945)