15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, işçi sınıfının örgütlü mücadelesiyle neleri başaracağının bir göstergesi olduğu kadar; tüm bir muhalefetin ortak mücadelesinin de en güzel örneklerinden birisidir. Grev yasaklarına rağmen direnmeye devam eden işçilere, dünden bugüne “dumanı dağıtacak yıldız-poyraza” selamla…
POLİTİKA KOLEKTİFİ
Ekonomik-sosyal krizin derinleşmesi, toplumun her kesiminde olduğu gibi işçiler içinde de hak arama mücadelelerini yükseltiyor. Maden işçilerinden Çayırhan’daki özelleştirme karşıtı direnişe, Polonez işçilerinin Ankara yürüyüşünden yasaklamalara rağmen yakılan grev ateşlerine kadar Türkiye, bir dizi işçi hareketine sahne oluyor.
Bütün bir toplumun yoksulluğa ve sefalete mahkûm edilmeye çalışıldığı, büyük bir gerici dalgayla muhalefeti bastırmak üzere harekete geçildiği bu dönemde ortaya çıkan bu mücadele ve direnişler kuşkusuz çok önemli. Emeklilerden öğretmenlere tüm toplum kesimlerinin de farklı biçimlerde sürdürdüğü tüm bu birikimler, birleşik bir mücadele içinde örgütlenebildiği oranda, mevcut tek adam rejimine karşı mücadelenin en büyük gücü olacaktır.
15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, tam da bu anlamda işçi sınıfının örgütlü mücadelesiyle neleri başaracağının bir göstergesi olduğu kadar; tüm bir muhalefetin ortak mücadelesinin de en güzel örneklerinden birisidir. Grev yasaklarına rağmen direnmeye devam eden işçilere, dünden bugüne “dumanı dağıtacak yıldız-poyraza” selamla…
***
BİR ADIM DAHA
Bu hareketler, kısmi (lokal) kazanımlar ortaya çıkarmakla birlikte işçi sınıfı hareketinin genel durumuna kalıcı etkilerde bulunmaktan uzak. Bunun nedenleri arasında, işçi sınıfının örgütlülük düzeyinin zayıflığı ya da parçalanmışlığı kadar, sendikaların (özellikle merkezlerinin teslimiyetçi tavırlarıyla) zayıflıkları da ciddi bir etkendir. Bununla birlikte toplumsal mücadele alanlarında olduğu gibi işçi sınıfı mücadelelerinin de ücret-hak sınırları içerisinde, dar bir alana sıkışmasının etkilerinin dikkate alınması gerek.
Reel sosyalizmin yenilgisinin ardından başlayan uzun dönemde, bütün mücadeleler birbirinden koparılarak kendi dar alanlarına sıkıştırıldı. Muhalefet dinamiklerini parçalayan ve politik iktidar mücadelesinin dışına taşıyan bu eğilimler, özellikle sınıf hareketlerinin zayıflamasıyla daha da derinleşti. Bunun bir sonucu olarak, sendika merkezleri bürokratik bir kapanma içine girerek işçi sınıfından koparken, buna tepki olarak görülebilecek çeşitli hareketler de küçük alanlara hapsolmaktan kurtulamadı. Bütün bunların sonucu olarak, işçi sınıfı içinde her ne kadar hak arama eğilimleri yükselse de, yeterli sonuçlara ulaşılması mümkün olamıyor. Bu durum, işçi sınıfı hareketinin son dönemdeki mücadelelerini bir kolektif örgütlü güçten ziyade, zayıf bir çıkış olarak görünür hale getiriyor.
Tek adam rejimi, bu zayıflıklardan güç alarak tek bir kararla grevleri yasaklayabiliyor. Ancak şimdi ateşi yakılmaya başlayan grevler, yeni bir mücadele dalgasının başlangıcı olabilir. Her şeye rağmen böyle bir imkân ve potansiyel her yerde kendini göstermeye devam ediyor. Yeter ki dar alanlardan çıkılarak tüm muhalefet dinamiklerinin birleşik güç ve dayanışması harekete geçirilip mücadele büyütülsün.
***
15-16 HAZİRAN BÜYÜK İŞÇİ DİRENİŞİ
15-16 Haziran İşçi Direnişi, dünden bugüne direnen işçilere bir selam olduğu kadar, bugün için de yol gösterici bir deneyim olmaya devam ediyor.
15-16 Haziran İşçi Direnişi, 1960’ların ikinci yarısından itibaren yükselen toplumsal mücadele dalgasının bir parçası olarak gerçekleşti. Bunda, 1961 Anayasası’nın sağladığı görece özgürlük ortamının ve örgütlenme önündeki engellerin kaldırılmasının yanı sıra sosyalist-devrimci düşüncelerin gelişmesinin önemli bir etkisi oldu. Gençlikten köylülere kadar toplumun her kesiminde yükselen hak arama ve örgütlenme eğilimleri, işçi sınıfı içinde de etkinlik kazandı. Bu hareket, işçi sınıfını denetim altında tutmanın bir aracı olarak kurulan vesayetçi Türk-İş’in içinden doğan yeni bir sendikal odak olan DİSK’in kurulmasıyla, işçi hareketinde yeni bir zemin oluşturdu.
Bu harekete yönelik devlet müdahalesi, işçilerin sendika seçme hakkını yok etmeye yönelik baskılarla kendini gösterdi. Bu baskılara, DİSK bünyesinde işyeri işgalleri ve grevlerle işçi sınıfı yanıt verdi. Bu süreç, işçi sınıfı mücadeleleri açısından yeni biçimlerin gelişmesine de zemin hazırladı. Referandumlardan grev ve işgallere kadar tüm kararların işçi demokrasisiyle alınması, işyerlerinde fiilî bir demokrasi kültürünün oluşmasına olanak sağladı. Bu mücadeleler, dönemin gençlik ve köylü mücadelelerinden bağımsız değil, onlarla iç içe bir halk direnişi karakteri taşıdığı ölçüde etkili olabildi.
15-16 Haziran İşçi Direnişi, tam da bu birikimlerin üzerine, iktidarın DİSK’i ortadan kaldıracak bir yasa değişikliğini gündeme getirmesiyle başladı. Parlamentodan hukuksal düzleme kadar birçok alanda mücadele edilirken, sonunda İstanbul’daki pek çok fabrikadan başlayan yürüyüşler, Türkiye tarihinin en büyük işçi sınıfı eylemini yarattı. Büyük engeller, işçi sınıfının örgütlü gücüyle ve başta DEV-GENÇ olmak üzere tüm muhalefet güçlerinin omuz omuza mücadelesiyle aşılarak tarih yazıldı. İşçi sınıfının gücünü ortaya koyarak, dönemin sol hareketinin fikir dünyasında da derin etkiler yaratan 15-16 Haziran Direnişi, bugüne de ışık tutmaya devam ediyor.
***
15-16 HAZİRAN ÖNCESİ İŞÇİ EYLEMLERİ: KIVILCIM KIVILCIM BÜYÜYEN YANGIN
Saraçhane Mitingi
Türkiye’de 27 Mayıs 1960 darbesinin peşi sıra 1961 yılında gelen anayasa değişikliğinin, ülkede örgütlenme özgürlüğüne sağladığı imkân, gelişmekte olan işçi sınıfı hareketi için önemli bir kırılma yarattı. 1950’li yıllarda Menderes hükümeti döneminde miting ve eylem girişimleri polis tarafından engellenen emekçiler, dönemin nispi özgürlük ortamında fabrikalardan sokaklara tüm varlığıyla siyaset alanına girdi. Bu kırılma ve toplumsal yükselişin ilk örneklerinden biri, 1961 yılında Türk-İş’e bağlı sendikalarda örgütlü işçilerin örgütlediği Saraçhane Mitingidir.
27 Mayıs sonrası hükümet programında kesin bir takvime bağlanmış olan grev ve toplu sözleşme yasasının, geçen yaklaşık 1 yıla rağmen hâlâ kanun haline gelmemesine karşılık olarak, işçiler sokağa çıktı.
İlk olarak 1961 yılının mayıs ayında 5 bin Sümerbank işçisi yalınayak meclise yürüdü. Bunu takip eden süreçte, aralık ayında Türk-İş ve İİSB ortaklığında Saraçhane’de miting yapılması planlanır. 31 Aralık’ta İstanbul’un Saraçhane meydanında yapılan mitinge yaklaşık 200 bin işçi katılır, bu da cumhuriyet tarihinin o güne kadarki en büyük işçi eylemi olarak tarihe geçer. Mitingde sendika önderleri ve işçiler, kurulan AP-CHP koalisyon hükümetinin programındaki grev ve toplu sözleşme yasasının geçirilmesi için çağrıda bulunur.
Saraçhane mitingi, bu döneme kadar yapılan en kitlesel işçi eylemi olmanın yanı sıra, aynı zamanda Türkiye’de 1960-80 arasındaki toplumsal uyanış ve yükselişin de önemli milatlarından biri haline gelir. Miting sonrası koalisyon hükümeti grev hakkını yasalaştırmak mecburiyetinde kalır. O gün mitingde konuşma yapan birçok sendika lideri, mitinge gelen gençler, gelecek yirmi yılda Türkiye siyasi hayatına ve sınıf mücadelesinin gidişatına da yön verecektir.
***
Kavel Direnişi
Vehbi Koç’un ortaklarından olduğu Kavel Kablo ve Elektrik Fabrikasında, 1963 yılının başlarında işçilerin sendikadan çıkarılması için yapılan baskılar, ödeme adaletsizlikleri, ikramiyelerin yatırılmaması gibi sorunların büyümesi üzerine 28 Ocak günü Türk-İş’te örgütlü 173 işçi fabrika önünde oturma eylemine geçti. İdari personelin fabrikaya girişine izin vermeyen işçiler önce şikâyetler üzerine dönemin İçişleri Bakanı ile görüşse de kâğıt üzerinde herhangi bir anlaşma sağlanamadığı için direnişlerini sürdürdü. 5 günlük olarak başlayan oturma eyleminin 62 güne kadar uzadığı direniş boyunca belirli aralıklarla polisler işçilerin üzerine salındı. Tabanca ve coplarla işçilere saldıran polisler direnişi kıramadı.
İşçilerin eşleri fabrika önünde giriş çıkışı önlemek için barikat kurup polisle çatışırken, Demir Döküm fabrikalarında işçiler dayanışma göstermek için sakallarını uzattılar, günlerce fabrika önünde polis ve işçiler arasında çatışmalar yaşandı.
Sol-sosyal demokrat basın, Kavel direnişini desteklerken, İlhan Selçuk direnişin sürdüğü günlerde Cumhuriyet’teki başyazısında, işçi direnişinin fabrika önü eylemiyle sınırlı kalmayarak, tüm semti, işçilerin ailelerini ve dostlarını da kapsayan büyük bir dayanışmaya dönüşümünü şu sözlerle anlattı:
“Bu küçücük işyerinin işçileri… bir büyük dayanışmanın örneğini bütün Türkiye’nin gözleri önüne serdiler… Kavel işçilerinin davranışlarını değerlendirmek için İkinci Cumhuriyetin Anayasasına aykırı cılız bir sürü kanunun maddelerine tutunmak istemiyoruz. Hadise tarih perspektifinden önemlidir. Sosyal hayatımızda emekçi şuurunun bükülmez bir inatla, şimdiye kadar kendisini hiçe saymış olanlara tanıtmasıdır.”
Selçuk’un ifade ettiği büyük dayanışma, şehirdeki diğer işyerlerine de yayılır. Meyve ve Sebze İşçileri Sendikası kasalarla portakal yollar, Sine İş sendikası iaşe dağıtır, tersane ve maden işçileri kendi aralarında topladıkları paraları vererek destek olur. Türk Demir Döküm ve Oto Makas yedek parça işçileri de direnişteki işçiler gibi onlarla dayanışmak için sakal bırakırlar. Kavel’de başlayan işyeri direnişi, tüm kentte büyük bir dayanışma ve eylem birliğini örgütler.
62 günlük direnişin sonunda Kavel işçileri taleplerini kabul ettirirken, aynı zamanda tüm Türkiye işçi sınıfına da büyük bir kazanım sağladılar ve uzun süredir bekletilen toplu sözleşme yasası, direnişin yarattığı kamuoyu baskısı ile yürürlüğe konuldu.
***
Kozlu Direnişi
Türkiye işçi sınıfı, genç cumhuriyet dönemindeki ilk şehitlerini Kozlu direnişinde verdi. 1965 yılının mart ayında, Kozlu madeninde ücret dağılımındaki adaletsizlik, çalışma şartlarındaki sorunlar, ücretlere zam yapılmaması gibi gerekçelerle maden işçileri direnişe geçer. İlk olarak 10 Mart günü 1.500 işçiyle başlayan direniş sonraki günlerde hızla yayılarak 10 bin işçinin katılımıyla büyür. Gelik, Kilimli ve Karadon ocaklarına genişleyen grev boyunca işçiler günlerde madene inmezler.
Zonguldak valisi, Kozlu grevini bastırmak için önce grevi kanunsuz ilan ederek işçilere işbaşı yapmalarını emreder. Ancak bu şekilde direniş kırılmayınca bu kez vali jandarmayı işçilerin üzerine sürer. İşçilerin direnişten vazgeçmeyip jandarmayla çatışmaya girmesinin üzerine, jandarmanın açtığı ateşte grevdeki iki maden işçisi Mehmet Çavdar ve Satılmış Tepe katledilirken, ondan fazla işçi de yaralanır.
Çatışmanın gerçekleştiği 12 Mart’ı izleyen günlerde, grevin bastırılması ve daha fazla büyümemesi için önce Bolu’dan 10 bin asker getirilir. Zonguldak semalarında jet uçaklarından olayların ardında komünistlerin olduğunu yazan bildiriler dağıtılır. Ertesi gün, direnişin büyümesi korkusuyla 3 farklı bölgeden birlik gönderilmeye devam edilir. Ancak işçilerin kararlılığı, önlerine yığılan binlerce kolluğa karşın zaferle sonuçlanmıştır. İçişleri, Çalışma ve Enerji Bakanları Zonguldak’a gelerek işçilerle görüşür, zamların eşit ve adil dağıtılması, çocuk ve kumaş yardımlarının yeniden başlatılmasına karar verilir. 1965 yılında gerçekleşen Kozlu direnişi, sayıları giderek artan işçi direnişleri ve grevleri açısından tüm Türkiye işçi sınıfı için bir cesaret örneği olur. Direnişin ardından, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Zonguldaklı maden işçilerini şu dizelerle selamlar:
Kimi mavi
kimi pembe
kimi mor
kanlı bir gömlekti omuzlarında mart güneşi
ellerinde çiğdemçiçekleriyle çocuklar
demirin kömürün petrolün kahrından uzak
***
Bir Kopuşun Başlangıcı: Paşabahçe Grevi
Türkiye’de tüm fabrika ve işyerlerinde sınıf mücadelesi adım adım yükselirken, bu direnişlerin neredeyse hepsinin örgütleyicisi olan Türk-İş’te ise bir yol ayrımı baş göstermişti. Özellikle konfederasyon içerisindeki Yapı-İş, Maden-İş gibi sendikaların görece daha direnişçi, mücadeleci bir yapıya kavuşması, yeni kazanılan grev ve toplu sözleşme hakkına sahip çıkmalarıyla diğer sendikalardan ayrışmaya başladılar. Bu kopuşun en somut ifadelerinden biri, Kristal-İş’in örgütlediği Paşabahçe direnişi oldu.
Paşabahçe Şişe Cam’da, 1964’te Kavel sayesinde bir toplu sözleşme yapılmış, ancak sözleşme maddeleri patronun çıkarına şekilde düzenlenmişti. Bu dönemde yetkili olan sendika Cam İş, işçilerin tepkisiyle karşılaşmış, bunun üzerine Kristal-İş isimli yeni bir sendika kurulmuştu. Kristal-İş, bu sözleşmenin değiştirilmesi için, yeni bir TİS süreci talebinde bulunsa da yanıtsız kalmıştı. Bunun üzerine, 2 yıl sonra yeniden toplu iş sözleşmesi yapabilmek için 1966’nın 31 Ocak günü Kristal-İş’te örgütlü 2.500 işçi greve çıktı.
Kristal-İş’in grevi, Kavel direnişinde olduğu gibi işçi ailelerinin ve farklı sendika ve işkollarından işçilerin dayanışmasıyla sahiplenildi. İşçiler 5 Şubat’ta Paşabahçe İskele Meydanında bir miting düzenledi. Aileleri, dayanışmaya gelen halkla birlikte 10 bini bulan insan, “Emeği savunmak kutsal vazifemizdir” yazılı dövizlerle yürüdü. Grev süreci yalnızca mitingle sınırlı kalmadı. İşçiler Karaköy’den Taksim’e yürüyüş düzenledi. Farklı fabrikalarda dayanışma eylemleri düzenlendi. Eylemlerin büyümesiyle birlikte mahkeme, Kristal-İş’in yetkili sendika ve direnişin de yasal eylem olduğuna hükmetmek zorunda kaldı.
Grevin 2. ayında Türk-İş, işverenle protokol imzalayarak grevi bitirmek istedi. Ancak şartları kabul etmeyen grevci işçiler, Türk-İş’in kararını kabul etmeyerek direnişi sürdürdü. Bir yıl sonra DİSK’in kurulmasıyla nihayete erecek kopuş burada somutlandı. İşçiler Türk-İş’i protesto ederken, Türk-İş de grevden desteğini çektiğini açıkladı. Ancak konfederasyona bağlı 12 sendika Türk-İş’in kararını kabul etmeyerek greve desteklerini sürdürdüğünü bildirdi. Sonraki süreçte DİSK’i kuracak olan Petrol-İş, Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş ve Tez-Büro İş sendikaları Paşabahçe Grevini Destekleme Komitesini kurdular.
Grevin 80. günü yayınlanan ve “Sayın İstanbul Halkına” seslenilen bildiri, grevdeki işçilerin hemşerilerine dayanışma çağrısıyla sonlanıyordu:
“Biz Cemiyette yalnız kalmadığımızı anladık. Sen de hemşerim, sen de sesini yükselt, yapılan işlerin, haksızlığın hesabını sor. Biz haksızsak yüzümüze vur ama susma. Bir hemşeri olarak yapabileceğin şeyler vardır. Hakem ol, haklıyı haksızı ayır, sonra bu fakir işçiye, bu fakir devlete fazla zarar verilmesine mani ol.
Millet isterse, her şeyi yapar, her meseleyi halleder. Hoşça kalın hemşerilerimiz, birimizin derdi hepimizindir. 1966 yılında bunu anlamayanlar başlarına gelince üzülmesinler.
HALEN GREV’DE BULUNAN İŞÇİLER”
19 Nisan’da Demirel hükümeti, “memleket sağlığını bozacak nitelikte” olduğu gerekçesiyle grevi bir aylığına erteleme kararı aldı. Mayıs ayında Kristal-İş, grevdeki taleplerini büyük ölçüde tatmin eden bir iş sözleşmesi imzaladı. Ancak Türk-İş, greve destek komitesi kuran beş sendikayı geçici olarak ihraç etti. Türk-İş’teki kopuş hızlandı. 1967 yılına girildiğinde, grev ve direnişlerdeki tavır farkının yanı sıra Türkiye’de filizlenen devrimci mücadele, Türk-İş’teki kırılmayı ileri bir hatta sürükledi. Şubat 1967’de, dünyada “Devrimci” ismini kullanan ilk sendika konfederasyonu olan DİSK kuruldu.
***
Singer İşgali
1969’da, DİSK’e bağlı sendikaların ilk büyük direnişlerinden biri İstanbul’daki Singer Fabrikasında yaşandı. Türkiye’nin ilk fabrika işgallerinden biri olma özelliği taşıyan Singer Direnişinde, DİSK’e bağlı Maden-İş sendikasının örgütlediği 800 işçi taleplerini gerçekleştirebilmek için fabrikayı işgal edip şalterleri indirir.
Singer işgalinin temelinde, Amerikan şirketinin kendi yöneticilerinin idare ettiği sendikada güvencesiz ve esnek şartlarda çalıştırılan işçilerin durumunun sefaleti, Maden-İş’in fabrikadan farklı dönemlerde tasfiye edilmesi, yerine getirilen sarı sendika Çelik-İş’in işbirlikçiliği vardı.
Ücretlerin iyileştirilmesi, çalışma saatlerinin 48 saate düşürülmesi ve Maden-İş’in yetkili sendika kabul edilmesi gibi talepler etrafında örgütlenen mücadelenin fitilini, Maden-İş’e örgütlenme yapan öncü işçilerin işten çıkarılmaları yaktı. 10 ocak sabah saat 07.45’te fabrikadaki tüm işçilerin desteği ile işgal başladı. İşçiler şalteri indirerek üretimi durdurduklarını bildirdi. İşçiler idarecileri odalarına kilitledi ancak Amerikalı fabrika müdürü kaçmayı başararak işgali yetkililere haber verdi. 2 saat içerisinde vali, kaymakam, polis, cankurtaran ekipleri fabrikanın önüne yığılıp işçilerden işgali bitirmesini talep etse de işçiler taleplerinden vazgeçmez: Maden-İş yetkili sendika ilan edilecek, sendikanın önderliğinde iş ve ücret şartları iyileştirilecekti.
İşgal haberinin duyulması yalnızca valilik ve kolluğu değil, yakın mahallelerdeki işçileri de dayanışma amacıyla fabrika önüne biriktirir. İşçilerin geri adım atmaması sonucu işgalin başladığı sabah saatlerinde 700 polis fabrikaya girerek işgali sonlandırmaya çalışır. Ancak işçiler polis saldırısına direnir, fabrikaya atılan gaz, sis ve ses bombaları da işgali dağıtmaya yetmez. Bunun sonucu fabrikaya işçi dostu bir doktorun pazarlık için girmesi sonrasında işçilerin lehine bir sonuçla işgal son bulur. Fabrikadan marşlarla zafer edasıyla çıkan işçileri polis gözaltına almaya çalışsa da polisle çatışan işçiler arkadaşlarını bırakmaz. Bir günlük işgalin sonucunda, 114 işçiye dava açılmış olsa da işçiler taleplerini kabul ettirir, Maden-İş yetkili sendika olur.
***
15-16 HAZİRAN İŞÇİLER DİRENİYOR
15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişi Türkiye işçi hareketinin tarihinin en önemli dönüm noktalarından birini teşkil etmektedir. AP iktidarının meclise getirdiği 274-275 sayılı sendikalar yasası DİSK başta olmak üzere Türk-İş hariç bütün sendikaları fiilen ortadan kaldırmaktaydı. Sendikacılık Amerikancı sarı sendika olduğu açık olarak bilinen Türk-İş’in tekeline teslim edilmekteydi. Yasa toplu sözleşme yapma tekeline tek başına sahip olacak Türk-İş’te işçileri birleşmeye zorlamaktaydı. DİSK’in varlığını ortadan kaldıran yasa işçi sınıfı tarafından örgütlenme haklarının gaspı olarak değerlendirildi. 15-16 Haziran günleri Kocaeli ve İstanbul’da işçiler fabrikaları işgal, grev ve yer yer yürüyüşlerle harekete geçti. DİSK’in açıkladığı verilere göre direnişe 115 işyerinde 75 bin işçi katılmıştı.
İşçilerin tasarıya karşı isyanı dalga dalga tüm kente yayıldı. İsyanın ilk kıvılcımı 15 Haziran günü Anadolu yakasındaki OTOSAN fabrikasında ateşlendi. İşbaşı yapmayan 2.700 işçi yürümeye başladı. Onlara Cevizli’de Singer İşçileri katıldı. Anadolu yakası-Gebze arası ağır sanayi fabrikalarının yoğun olduğu bir bölgeyi işaretler. Ankara asfaltı boyunca sağlı, sollu dizilmiş fabrikalardan yürüyüş koluna sürekli katılımlar oldu. Yürüyüş kolu Kartal’a geldiğinde önlerine askerî birlikler barikat kursa da durmayı başaramadı. Sel olup akan işçiler barikatları aşarak yollarına devam ettiler. Anadolu yakasındaki tüm işçiler Göztepe kavşağında buluşarak Bağdat Caddesine yürüdü. Avrupa yakasında fabrikalar Silahtarağa, Eyüp, Levent, Topkapı, Bakırköy, Kağıthane, Haliç bölgesinde yoğunlaşmaktaydı. Avrupa yakasında birçok fabrikada 15 Haziran daha çok üretimi durdurup fabrikaları işgal etmek biçiminde gerçekleşti. Ancak daha önce direnişlere sahne olmuş Derby Lastik, Derby Plastik, Emeyataş, Sungurlar, Demirdöküm gibi büyük fabrikalardaki işçiler fabrikanın dışına çıktı. Beyazıt Meydanında buluşmaya çalışan işçiler zaman zaman kolluk kuvvetlerinin kurduğu barikatlarla engellenmeye çalışılsa da işçiler barikatları aşarak yürüyüşlerine davam ettiler. İşçilerden gözaltına alınanlar Eyüp Karakoluna götürdü. İşçiler Eyüp Karakolu’nu kuşatarak arkadaşlarını kurtardı. 15 Haziran günü her iki yakada eylemler yaklaşık 10 saat sürdü. DİSK’in yanı sıra TÜRK-İş’li işçiler sendika merkezine rağmen yoğun bir şekilde direnişe katıldı.
16 Haziran günü yine sabahın erken saatlerinde gerek Anadolu yakasında gerekse Avrupa yakasında aynı bölgelerden toplanarak yürüyüşler başladı. Hedef Taksim Meydanında buluşmaktı. Birgün öncesine göre kitle dahada kalabalıklaştı. Kadınlar, çocuklar, yoksul mahallelerdeki halk kesimleri işçilere destek verdi. İşçilerin birleşmesini engellemek için polis ve asker yürüyüş kollarına müdahale etti. Vapur seferleri iptal edildi, Galata ve Atatürk Köprüleri açılarak işçilerin birleşmesi engellenmeye çalışıldı. Anadolu yakasında işçiler adeta Kadıköy Kaymakamlığını kuşatmışı. Kadıköy’de büyük çatışmalar yaşandı. Çatışmalarda 100 kişi yaralanırken 4 kişi de; Yaşar Yıldırım, Mustafa Bayram, Mehmet Gıdak, Abdurrahman Bozkurt toplum polisin kurşunuyla hayatını kaybetti. Avrupa Yakasında ise Levent’te toplanabilen işçilerle jandarma arasında şiddetli çatışmalar meydana geldi. Hükümet ve asker kanadından yapılan açıklamalarda işçilerin anayasal örgütlenme talepleri için yaptıkları ve iki gün süren eylemler bir “ayaklanma” çağrısı olarak ifade edildi. Ve 21.00’da İstanbul ve Gebze’de sıkıyönetim ilan edildi. Aralarında DİSK Genel Başkanı, Genel Sekreteri ve sendika yöneticilerinin ve Dev-Genç’lilerin bulunduğu 268 kişi gözaltına alındı, 17 işyerinden 422 kişi işten çıkarıldı, sonraki günlerde işten atılan işçi sayısı 4 bini buldu.
15-16 Haziran büyük işçi eylemlerinin Türkiye’de işçi sınıfı mücadele tarihinde önemli bir dönüm noktası olmasının en önemli nedeni işçi sınıfı mücadelesinin geçirdiği niteliksel değişimin pratiğe yansımış olmasıdır. 15-16 Haziran DİSK’i de aşan bir muhtevayı içerisinde barındırmaktadır. Artık mesele tek başına ekonomik-demokratik mücadelenin ötesine geçerek siyasal bir mücadele biçimine dönüşmüş, ekonomik demokratik mücadele ile siyasal mücadelenin birlikte yürütülmesi gerekliliği işçi sınıfı saflarında billurlaşmaya başlamıştır. Atılan sloganlarda taşınan pankartlarda ve eylem boyunca açığa çıkan bazı pratiklerde bunu görmek mümkündür. İşçilerin hak taleplerinin yanı sıra siyasal sloganların öne çıkması; “Zincirlerimizden Başka Kaybedecek Birşeyimiz Yok”, “Yaşasın İşçi Sınıfı”, “AP İktidarı bizim İktidarımız değil”, “Kahrolsun ABD”, “Bağımsız Türkiye” vb bu anlamda dikkat çekicidir. Sloganların yanı sıra yürüyüş güzergâhında bulunan Amerikancı sendikacılığın baş temsilcisi olan Türk-İş, AP, MHP, Komünizmle Mücadele Derneklerinin taşlanması, Demirel ailesinin mülkü olan Haymak Döküm Fabrikasının tahrip edilmesi gibi eylemler direnişin siyasal hedeflerini ve gerçek muhtevasını yansıtan olaylar olarak öne çıkmıştır.
DEV-GENÇ’İN ROLÜ VE DEĞERLENDİRMESİ
15-16 Haziran büyük işçi direnişi doğal olarak dönemin karakterini belirleyen 1965 sonrası kendiliğinden gelişen toplumsal muhalefetin ve gençliğin anti-emperyalist düzen karşıtı mücadelesinin izlerini taşımaktadır. Dev-Genç işçi hareketin siyasal muhtevasının gelişmesinde önemli roller oynamıştır. 1969-70 yıllarında muhteva değiştiren gençlik hareketin gençliğin demokratik taleplerini aşarak işçilerin, köylülerin, halkın kendiliğinden gelişen mücadelesinin içinde yer almaya başlamıştı. Bu yıllarda gelişen birçok işçi eylemi ve grevin örgütlenmesine destek verdi. Bunlardan bazıları; GAMAK Elektrik Motorları Fabrikasında, Ereğli Demir ve Çelik fabrikasında, İstanbul’da altı un fabrikasında vb açığa çıkan grevlerde, Zonguldak’ta maden işlerinin, EAS işlerinin direnişinde Dev-Genç işçilerle dayanışma içinde olmuş, siyasi bilinç götürmeye çalışmıştır. Bunun yanı sıra Kamu Emekçilerinin büyük direnişinde, TÖS’ün başlattığı büyük öğretmen boykotuna Devrimci Gençlik omuz vermeye çalışmıştır. Bu anlamda 15-16 Haziran büyük işçi direnişinin gelişiminde ve mücadelesinin muhtevasının dönüşümünde Devrimci Gençliğin rolü yadsınamaz.
15-16 Haziran direnişinde işçilerin dışında doğal olarak eyleme katılanların büyük bir çoğunluğunu Dev-Gençliler oluşturdu. Dev-Genç İstanbul bölge yürütme kurulu direniş süresinde gençliğin organizasyon görevini üstlendi. Merkez yürütme kurulu bu süreçte İTÜ öğrenci Birliğine karargâh kurdu. Yapılan toplantıda bölge bölge görevlendirmeler yapılarak komiteler kuruldu. Bu organizasyon çerçevesinde bölgelere yüzlerce Dev-Genç’li sevk edildi. Devrimci Gençlik işçilerle dayanışma içinde omuz omuza yürüdü.
15-16 Haziran Direnişini Dev-Genç özet olarak şu şekilde değerlendiriyordu:
“Artan ekonomik baskılar, hayat koşullarının zorluğu karşısında yaşayamaz hale gelen işçiler kavgaya dünden hazırdılar. Kendiliğinden ortaya çıkan doğal liderlerinin öncülüğünde fabrikalardan sokaklara bir sel gibi akan DİSK’e ve Türk-İŞ’e bağlı bir kısım işçiler polis ve asker barikatını yararak yürüdüler. Bir an silkinen devi ne polis kurşunları ne de korku salmak ve gerektiğinde kullanmak için sokaklara dizilen tanklar durdurabildi… Devrimci Gençler bu hareketler boyunca işçilerle omuz omuza dövüştüler. Onlarla birlikte hapishanelere girdiler ve Örfi İdare mahkemelerinin karşısına çıktılar” (Türkiye’de Devrimci Mücadele ve Dev-Genç 1965-1971).
15-16 Haziran’ın işçi sınıfının mücadelesinin değişen muhtevasına katkılarına dair: “İşçi sınıfının kendisi için sınıf olma yolunda önemli tecrübeler kazdığı” değerlendirmesi Devrimci Gençlik tarafından yapılıyordu.