L. Doğan Tılıç
İroni yaptığımı sanmayın, çok ciddiyim. Tabii çaresiz, fazla ağrılı sızılı bir hastalık olmayacak. Ama sizi yatıracak. Öyle olunca, tembellik kendiliğinden etrafınızdaki herkes tarafından da kabul edilen bir hak haline geliyor.
Dr. Yılmaz Kurt’un müşfik ellerine teslim oldum, öyle tembel tembel yatıyorum. Yediğim önümde, yemediğim arkamda. Arayanlarla ne çok dostum var diye keyifleniyorum. Önemli biri arıyor, kendimi önemsiyorum… Ciddi bir şey de yok, daha ne olsun!
En beğenerek okuduğum kitaplardan Atlı Karıncada Bir Tur Daha’da, 2004’te kanserden ölen İtalyan gazeteci Tiziano Terzani kanserini bile sevdiğini anlatıyordu. Hastalığın onu özgürleştirdiğini, New York’ta pijamayla dolaştığını, hiç sevmediği ama eskiden görüşmek zorunda olduğu insanları artık reddettiğini, bir sürü kurala zerre umursamadan boş verdiğini anlatıyordu. Hastayım ben, özgürüm!
Benim hastalığı sevmem tembelliği sevmekle ilgili. Ne yiyip içeceğim, kışın ısınabilir miyim, diye tasalanmadan sadece sevdiğiniz işleri yapabilmekle ilgili. Hasta yatarken işler benim için böyle ama hayat böyle olmalı. Herkes için ve sağlıkta da.
Bari emeklilikte böyle yaşanabilse. Ne mümkün? Kimi pazara çıkmak zorunda, kimi taksiye… Bunu bile yapabilmek için para lazım.
Emekli maaşıyla geçinmek mümkün değil de benim sağlam iki yatırımım var. İki oğlan. Yedirdik, içirdik, besledik, büyüttük, okuttuk. Yatırım işte, az buz da değil.
Kaç yıldır her lafı doladırıp aynı noktaya getiriyorum: Annenizle benim emekli maaşımız bize yetmez. İkiniz de, istediğimiz gibi okuyup yazarak, arada sırada gezerek yaşamak için her ay gerekli takviyeyi yapacaksınız!
Sağlam yatırım diyorum, çünkü hiç olmaz demediler. Tek sorun bize de yetecek para kazanmaya pek niyetleri olmaması.
Büyük bilim insanı. Okyanusun altındaki soluncanların kıllarıyla uğraşıyor. O işten bize pek bir şey çıkmaz diye korkuyorum.
Küçük yeni mimar oldu. Ondan umutlanır gibi oluyordum ama o da “Ben para kazanacak mimarlık yapmam!” diyor. Bu virüsü nereden kaptıysa. Çerden çöpten, atık plastikten lastikten ev yapacak da garip gureba oturacak.
Hastalık tembelliğim sırasında Işık Litresi Hareketi (Liter of Light) diye şeye denk geldim. Atık şeffaf plastik gazoz şişelerini, 1 dolar gibi bir maliyetle, gündüzleri de karanlık penceresiz yoksul evleri güneş ışığıyla aydınlatan güçlü “ampül”lere dönüştürüyorlar. 1 dolar gibi bir maliyetle, milyonlarca yoksulun, gündüz bile karanlıktaki yüzü aydınlanıyor! Bu da mimari çözüm.
Bunlar güzel şeyler. Böyle şeylerle uğraşsın. İlkokul öğretmeni babam emekli maaşından bana destek oldu, maaşa geçtiğim halde, ama bugünün emeklisinden kimse bunu beklemesin!
Emeklilikte biraz rahat edip sevdiğiniz şeyleri yapabilmek için para lazım. Yok dedikleri lanet para!
Lanetliği sadece yokluğundan değil. Varlığında da ihtiyaçlara ulaşacağımız bir değişim aracı olmayı geçip, insan ilişkilerinin belirleyenine dönüştü. Bakın etrafınıza, hemen herkes kendi kadar kazananlarla, kendi “dengi”yle ilişkide.
İşte buna saldırarak başlamak lazım hayallerimizdeki bir başka dünyayı kurmaya. Paranın insan ilişkilerini belirlemesini reddederek!
Bizim gibi bir başka dünya hayali olmadan buna yapanlar olduysa, biz niye yapamayalım? Öğretmen babamın en iyi arkadaşı okulun hademesi Rıza Amca’ydı. Bir akşam onlar bizde yemekteyse bir akşam biz onlardaydık. O derece.
Hademe ile öğretmenin gündelik hayatta böyle bir ilişki içinde olduğu kaç örnek sayabilirsiniz şimdi? Devrim buralardan, paraya kafa tutup kafa atarak, paranın belirlemediği insan ilişkileri kurarak başlayacak biraz da.
Ve kafaları çağrı cihazı patlatmak için değil de gazoz şişesinden lamba yapmak için çalıştıran bir insanlık haline ulaştığımızda, tembellik de sadece hastalıkta kullanılan bir hak olmaktan çıkacak.