Bülent Usta
Dünya insanı hasta ediyor. İlişki zorlukları, travmalar, boşluk duyguları; ekolojik, ekonomik ve ahlaki krizler… İnsanların daha iyi hissetmesi için dünyanın mı değişmesi, yoksa herkesin tek tek tedavi olması mı daha rasyonel? Kapitalizm, tek tek insanların sorunlarından kâr ettiği için, dünyanın değişmesini toplumsal bağları kopararak engelliyor. Kutuplaşma, toplumsal çözülmenin ilk koşulu; sonra da kutuplaştırılanlar atomize edilerek yola devam ediliyor.
REAKTİF GÜÇ
Deleuze, ‘Nietzsche ve Felsefe’ kitabında, insanın çoğunlukla kendi içinden yaratmadığını; başına gelenlere tepki vererek kendini kurduğunu söyler. Reaktif güçler, dış koşullara, engellere, kayıplara tepkiyle oluşan güçlerdir. Reaktif güç, yaratmaz; yalnızca başka bir şeye tepki verir, onu bastırır, direnç gösterir ya da uyum sağlamaya çalışır. Deleuze, bu insanlık durumunun aşılmasına, aktif gücün ortaya çıktığı yaratıcı bir yaşam önermektedir. Kendi varoluş biçimini içeriden kuran, yaratıcı ve kendiliğinden ortaya çıkan aktif güç, yaşama “evet” der; üretir, değiştirir, kendi yasasını kendisi koyar. Tıpkı bir çocuğun oyun oynarken yeni bir dünya kurması gibi… (Kitabın çevirisinde “reaktif” ve “aktif” yerine “tepkin” ve “etkin” sözcükleri tercih edilmiş.)
UYUM VE SÜRPRİZ
Dünyada şu anda hâkim olan güç reaktif; bu yüzden herkes yavaş yavaş hastalanıyor. Bir tepki ortaya çıksa da, bu aktif bir biçimde sürdürülemediğinde yine reaktif olarak kalıyor. Otoriterliğe isyan aktif bir güce dönüşmediği sürece, dağınık biçimde gözüken dirençler bastırılarak kolayca sönümlendirilebiliyor. Tarihte pek çok defa görüldüğü gibi, insan bir biçimde her şeye uyum sağlayan, ama aynı zamanda ortaya çıkan aktif bir güçle sürprizler de yapabilen bir varlık.
KİRLİ ŞEYLER
Dünyada insanların bir kısmı, “kirli şeyleri politikacılara bırakın, bizim gibi derin insanlara göre değil” mantığıyla, kişisel dünyasına ve gelişimine odaklanmış durumda. Tarihin her döneminde görülebilecek bu tutum, günümüzde özendirilerek daha da kolaylaştırıldı. Halbuki insan psişesi politiktir. Freud, Winnicott ve daha pek çok psikanalist bu politik duruma vurgu yapmıştır. Bireylerde siyasi özfarkındalık gelişmediği sürece, politika “kirli işler” ve “kutsal işler” ayrımı üzerinden bir yanılsamaya hizmet etmeye devam edecek gibi görünüyor. Politika, ne kirli ne de kutsaldır; sadece insanın derin bir parçasıdır ve dünyanın hasta olmasını önleyebilecek en önemli aktif güçlerden biridir. Politika, dünyayla ve sorunlarıyla yaratıcı bir etkileşime girildiğinde gerçek anlamına kavuşur. Öznelliğin, bireyselliğin ve çoğulculuğun yasaklandığı siyasetler, bu yüzden reaktif olmaktan öteye geçemiyor. Bu açıdan, feminizm politika anlayışına bambaşka bir soluk getirmiş ve çok şey öğretmiş gibi görünüyor. 1960’ların sonunda ikinci dalga feminizmin “kişisel olan politiktir” sloganı, o zamandan beri dillerden düşmüyor.
POLİTİKA PSİKOLOJİKTİR
Politikanın öncelikle psikolojik bir durum olduğunu kabul etmek gerek. Kişisel yaşamda anlam, amaç, kesinlik kaybı gibi pek çok şey politikayla ilişkili. Yani her birimiz, aynı dertlerin farklı yüzlerini yaşıyoruz. Ancak ‘iç dünya korkusu’ ve psikofobi öylesine yaygınlaştı ki, bizi birbirimize bağlayan görünmez bağlardan habersiz bir biçimde yaşayabiliyoruz.
DEĞİŞİM
En önemli aktif güçlerden biri olacak sendikaların abartısız feci düşüşü, sivil toplum örgütlerinin yaşadığı kuşatmalar, ister istemez bütün ülkenin yıllardır liderlik siyasetine dolanmasına neden oldu. Ve bu liderlik siyasetleri, ya kahramanlık ya da baba modeli olarak karşımıza çıkıyor. Bu karanlık günler geçince başka aktif politika seçenekleri gündeme gelir belki. Ancak o zaman gerçek değişimden bahsetmek mümkün olur.