Ne Liberalizm, Ne ‘Derin Liberalizm’ (Aydınlanmacılık): ‘Hanif’ Marksizm
(Makalenin tamamı 75 sayfa olup sadece 5. ve 6. bölümleri -son iki bölüm- iktibas edilmiştir – adilmedya.com-)
Metin Kayaoğlu
…
5. İndirgenmiş ve ‘Hanif’ Marksizm
“İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan; ancak, o hanif bir Müslümandı.” (Ali İmran Suresi/67, Kur’an)
Marksizmi Marksizme indirgemek
Yüz elli yıllık tarihindeki teorik ve politik kopma momentlerine ve sürecine rağmen, Marksizmin dönüp dolaşıp Aydınlanma ve dolayısıyla liberalizme yönelmesi, -salt “kötü” Marksistlerin bir eğilimine bağlanamayacak- bir ‘zorunluluğu’ da gösteriyor. Eğer Aydınlanmanın cenderesi (tarih anlayışı, toplum anlayışı, insan anlayışı, bilim ve bilinç anlayışı, din ve kültür anlayışı…) kırılmazsa, başka çare olmadığını gösteriyor bütün bu tarih… Aydınlanmanın kendini bir “epistemolojik kopuş” olarak sunmasıyla, kendini genetik olarak onunla bağlayan her akım da soy kütüğünü çıkarmış oluyor. Tarihsel olarak Aydınlanma-öncesi, teorik olarak Aydınlanma-dışı artık haram oluyor!
Marksizm, kendini Aydınlanmayla bağladığı, kapitalizmle sınırladığı sürece liberalizmle yenişemeyecektir. Liberalizm, Aydınlanmada, onun tarih anlayışı, bilim anlayışı, toplum anlayışı, felsefe ve din anlayışında kendi “öz” yatağını buluyor. Marksizmin, ortasında doğduğu bu yabancı topraklarda ancak, etki ve bulaşıklıklarından arınmak, dövüşmek ya da teorik-politik ganimet için işi olabilir. Liberalizm-Marksizm sentezi de, Aydınlanmacılığı üstlenmiş Marksizm de, Marksizmin, tarihsel olarak karşılaştığı dönemin devrimci dinamiğini açığa çıkarmasına yetmeyecek, Marksizmin teorik kuruluşunu iptal ettirecektir.
Marksizm, politik yol yürüme ihtimallerini gözardı etmeden bu kesimleri teorik dünyalarında baş başa bırakmalı ve bambaşka bir ezilenler uygarlığının sürdürücüsü olduğunu tekrar ortaya koymalıdır.[73]
Günümüzde, bu bakımdan, Marksizmle ilgili ikili bir işlem uygulanmalıdır. Marksizm bir yandan ‘azaltılmalı’, öte yandan ‘çoğaltılmalı’dır.
Bir yandan Marksizm, dönemi ve teorisi itibarıyla kendine indirgenmeli, kendi içindeki ‘Marksizm-dışı Marksizmler’ ayıklanmalıdır. Buna, bir bağlamda, Marksizmin Aydınlanmacı öğelerden arındırılması da denilebilir. ‘Dar-Marksizm’, Aydınlanmacılığa ve modernizme hem teorik hem de politik bir öğe olarak indirgenmiş bir Marksizmdir; ‘kendine indirgenmiş Marksizm’, Aydınlanmadan kopmaya odaklanmıştır. Öte yandan, Marksizm dönemini aşan geniş zamanlı bir yaklaşımla, kendine yeni öğeler ve tarihsellikler katmalıdır. Ontolojik ve epistemolojik olarak Aydınlanmayla sınırlanmadan, Marksizm öncesinde ve Marksizm sırasında, bilişsel Marksizm dışında yer alan Marksizm örnekleri aranmalıdır. Aslında bu işlem de bir indirgemedir; Marksizmin, bilişsel tarih ve teori sınırları dışında, kendi dışındaki esaslarına indirgenmesi… Marksizmin, esaslarını kendi dışında da bulması…
Marksizm, tarih bilimi, materyalist felsefe, ezilenlerin devrimci politikası (bilim-felsefe-politika) olarak bütünlüğüne indirgenerek ortaya konulmalı, bu işlem, her bir bileşende derinliğine öncüller arayışı ve yeni kuruluş çalışmaları ile zenginleştirilerek sürdürülmelidir.
Marx’ın Marksizmi olarak ‘Marksizm’, Lenin’in Marksizmi olarak Leninizm ve Mao’nun Marksizmi olarak Maoculuk; tarihsel ve teorik boyutuyla ‘bütünsel Marksizm’, Aydınlanmanın dışına çıkmak için büyük atılımlar yaptı, fakat dönem, Aydınlanmanın galebe çalmasıyla bitti. Yeni bir dönemi, Aydınlanmaya yeni büyük meydan okumanın manifestosunu oluşturacak teorik ve politik bir etki ve eserle başlatmak gerekiyor.
Sorunun hala, önde gelen Marksistlerin birçoğunda, Aydınlanmanın ve “liberalizmin özgürlükçü ya da demokratik ilkeleri”nin klasik ya da çağdaş liberallerde mevcut olmayan “uygulanabilirliği”, ya da “tutarlılığını sağlamak” şeklinde tarif edilebilmesi, ortamın Marksizm açısından vahim derecede geri olduğu anlamına geliyor. Wallerstein’ın ya da Marksizmin ana akımının hep yaptığı gibi, “liberalizmin sloganlarını ciddi biçimde benimsemek suretiyle” yani “liberaller tarafından hiçbir zaman kalkışılmamış bir şeyi yaparak”[74] yapılacağını savunmak, meseleyi hala yerinde saydırmak demektir. Ama bu bir hakikattir ve bunu veri alarak hareket etmek zorunludur. Marksizm gibi kapsamlı bir yapının tarihsel ve teorik olarak dar boyutlarda tartışılması, onun izleyicilerinin tarihselciliğin haklılaştırıcıları olduğu kuşkusunu doğuruyor olsa da, bu teorik uylaşmaya karşı da mücadele vermek zorunludur. Gereken, bu ilkelerin, Marksizmin epistemolojik çevreninden atılmasıdır.
“Hanif” Marksizm
İslamiyetin, Peygamber Muhammet’in yeni bir din duyurusuyla çalışmalara başlamasından önce varlığı söz konusu olabilir mi? Kuran’da, İslamiyetin, Muhammet’e “bildirildiği” dönemden önce de farklı bir tarzda varolduğuna ilişkin yaklaşımlar var. Anlayışa göre Allah, Muhammet’ten önceki bütün peygamberlerine temelde aynı esaslara dayanan bir dini bildirdi. Âdem’den ve –anlaşıldığı kadarıyla– asıl İbrahim’den beri Musa ve İsa’dan geçerek bütün peygamberler, Muhammet’in en sonuncusu olduğu bir halkanın tarihsel karşılıklarıdır. Ancak Musa ve İsa’nın dini, izleyicileri tarafından bozuldu; “Allah’a bir ve tek olarak iman eden ve teslim olan” İbrahim’in dini bazı bağlıları tarafından İslamiyetin belirişine kadar yaşatıldı. Bu durumu açıklamak için, Kuran’da, “Hanif Müslümanlık” terimi kullanılıyor.[75] Konu, İslam çevrelerinde, Kur’an’da bulunan “haniflik” ve “muvahhidlik” kavramları çerçevesinde tartışılıyor. “Müslümanlık-öncesi Müslümanlık” anlayışına Kuran’da birçok ayette rastlanıyor. İslamiyet’in Muhammet’ten önceki varlığı epistemolojik ve ontolojik boyutları olan bir tartışmayı olanaklı kılıyor.
Kuran’daki yaklaşıma ek olarak, Peygamber Muhammet’in bazı tutum ve görüşlerinin de bu konuyu zenginleştirici örnekler olduğu görülüyor. Muhammet, çağdaşı Arap toplumunun ünlü şairlerinden Ümeyye bin Ebi Salt’ı, Müslüman olmadığı, İslamiyeti kabul etmediği, hatta Bedir Savaşında öldürülen İslam karşıtları için şiirler söylediği halde, Müslümanlık açısından değerlendirmiştir. Rivayete göre, onun şiirlerini dinleyen Muhammet, “Ümeyye Müslüman olmaya yaklaşmıştır”, hatta bir başka rivayete göre, “”Ümeyye’nin şiiri îmân etmiş, fakat kendisi dalalette [küfür, sapkınlık] kalmıştır” der.
***
Kendini epistemolojik ve ontolojik olarak Aydınlanmacılıkla sınırlamaktan uzaklaşan bir Marksizmin -teorik ve politik- tarihte bağlantılarının, öncüllerinin, temsillerinin aranması işlemine, İslami terminolojiden yararlanarak, “Hanif Marksizm” demenin bir sakıncası olmadığı düşünülmektedir. “Ön-Marksizm” ve “Marksizmin genel alanı” gibi ifadelerin yanında, bu terimin kapsamının daha belirgin olduğu ve istenen özdeşliği yansıtmak bakımından daha güçlü olduğu kanısıyla, “Hanif Marksizm”in artzamanlı ve eşzamanlı bir kullanımı önerilmektedir. Böylece Marksizm, kendini -liberal- burjuvaziden veya “ortak insanlık değeri Aydınlanma”dan miraslar devşirmek gibi umutsuz bir çabayla sınırlandıracağına; burjuvazi, feodaller, aristokrasi, imparatorlar demeden, epistemolojik etkiye hiçbir önsel ontolojik rezerv koymayacak ve buna karşılık, ontolojik etkiye de hiçbir epistemolojik rezerv koymayacak ve ezenlere karşı ezilenlerin mirasını engelsiz edinmeye kendini zorunlu görecektir.
Önerilen yaklaşım bakımından, Marksizm, örneğin dinler ile Aydınlanmaya önsel bir ayrım uygulayamaz. İslamiyet ile Aydınlanma, bütünlüklü birer yaklaşım tarzı olmak bakımından, içerdikleri bilim, tarih, felsefe, politika anlayışları bakımından Marksizm karşısında önsel bir üstünlük ve ayrıma tabi tutulamaz. Hatta, tarihsel olarak mesafe ‘tescil’li olduğu için, dinler karşısında “pozitif ayrımcılık” bile uygulanabilir. Arada, tarihsel sıra bakımından Aydınlanma lehine elbette birtakım ayrımlar, üstünlükler bulunabilecektir. Fakat bunun bir epistemolojik ilerilik-gerilik ilişkisi şeklinde anlaşılması tamamen iptal olacaktır bu anlayış bakımından… Bu işlem sırasında Aydınlanmanın katkıları da yerli yerine oturabilecektir. Veri durumda, Aydınlanma-egemen tarih anlayışının etkisi ve tahribinden dolayı, Aydınlanmaya özel olarak uzak durmak gerekirken, önerilen geniş zamanlı yaklaşımda Aydınlanmayla bu türden tepkisel ve özel bir negatif ilişkilenme gereksiz hale gelecektir.
Ontolojik olarak Marx-Engels’in teorik-pratik eseriyle belirmesinden sonra, ancak büyük dinlerle kıyaslanabilecek başarılı bir dönem yaşamasının ardından, Marksizm olarak adlandırdığımız ‘teorik-politik bütünsel yapı’nın tarihin bütünüyle kıyaslanmasının ve tarihin bütününe yayılmasının koşullarının oluşmuş olduğu söylenebilir. Marksizmin kendini tarihin geçmiş ve geleceğine teşmil etmesindeki en büyük engel, Aydınlanmadan miras aldığı tarih ve bilim anlayışı oldu. Bu, elbette kendine bağlı bir politika anlayışı da doğurdu. Marksizmin Aydınlanmacı liberalizmin teorik-politik dünyasını aşmasını sağlayan bizatihi geçen yüzyıldaki pratiği oldu. Marksizm, ancak Aydınlanmacı cendereyi kırarak ‘gerçekleşebildi’. Aydınlanmacılığın izinden ayrılmasaydı, Marksizm arkasında ne koca bir sosyo-politik tarih, ne de epistemolojik kozmos bırakabilirdi. Zaten, yenilik unsurları henüz yeterince belli olmayan dönemin hâlihazırdaki beliren öğeleri esas alınırsa, Marksizmin kendini liberal Aydınlanmacılığın en büyük rakibi olarak göstermesinin gerekeceği bir dünya iklimine giriyoruz.
“Hanif Marksizm” anlayışında, kapitalizm ya da Marksizm-öncesi ezilenler, bilinçsiz isyan patlamaları yaşayan ezilenler olmaktan çıkacak, başı dik, ne istediğini bilen, mağrur ezilenler de olabilecektir. Aynı şekilde, zavallı, bilinçsiz çağdaş ezilenler ve işçiler olabildiği gibi… Böylece, ezilenlerin tarihyazımı bütün geçmiş tarihi kapsayacak bir şekilde Marksizmin bayrağı altına toplanacaktır.
Marksizm bir devrimci işçi politikası olarak anlaşılmaktan çıkarak, hem güne, bütün ezilenlere -Leninist ve Maocu tarihinde olduğu gibi-, hem de geçmiş tarihe, uzanabilecek; geçmiş tarihi burjuvazinin tarihyazımı dolayımıyla edinmekten kurtulacaktır.
Tarihsel materyalizm bir sınıfın bilimi, ya da kapitalist tarihsel formasyon veya üretim tarzının bilimi olarak anlaşılmaktan daha kuvvetli bir şekilde çıkacaktır. Epistemolojik olarak, tarihin sınıfsal, ideolojik, kültürel öğelerinden ari bir bilimsel bilgi olarak tarih bilimi varlığını koyacaktır.
Bu işlemle, Marksist arazinin dövüş sınırları ve ilişki sınırları yeniden kurulabilecek, “Hanif” Marksizm, bilişsel olarak anlaşılmış Marksizmin sınırlarını genişletebilecektir.[76]
Marksizmin yenilik zaafı giderilmelidir. Marksizmin geçmişe yürümesi mümkün ve gereklidir. Tarihsel olarak geriye yürüdükçe Marksizm verili ve artık boğucu sınırlarını zorlayacak ve aşacaktır.
Marksizmin bilim sektöründe bu tartışma görece daha ileridedir. Tarih biliminin, tarihsel materyalizmin kapitalizme özgü bir bilimsel disiplin mi, yoksa insan toplumlarının hareket yasalarını ve üretimin yasalarını ortaya çıkarmaya uğraşan bir bilimsel kıta mı olduğu Marksistler arasında da yaygın bir tartışma konusu olmuştur. Ama bu konuda taraflar görece belirgin bir şekilde ayrışmıştır.
Tarihsel materyalizmin kapitalizmin ve münhasıran proletaryanın çıkarlarının bilimi olduğu anlayışı, kendi epistemolojisi gereği Marksizmin yirminci yüzyıl serüvenini anlayamamakta ve işçi hareketi zayıfladığında dünyası kararan, umutsuzca dar anlamda işçi hareketi arayan çabalara yol açmaktadır.
Aksi halde, bilim olarak, burjuvazinin başlattığı ama bıraktığı toplumsal bilim fikrini, burjuvazinin devrimci döneminde başlattığı ama sonra bıraktığı devrim fikir ve eylemini, burjuvazinin sonradan bıraktığı materyalist katkılarını almaktan ibaret bir misyon kalmaktadır Marksizme…
Marksizm “ilerledikçe”, geriye doğru da yürür. Marksizmin, teorik hareketini ifade eden bu tarzın, aynı zamanda onun tarihyazımsal kuruluşunu da yansıttığı görülecektir. Marksizmin geriye doğru ilerlemesi, onu liberalizm ve milliyetçilik karşısında kesin bir avantaj noktasına götürür.
Tarih, 17. ya da 18. yüzyıldan başlatıldığında Aydınlanmanın ve liberalizmin öncülüğü ve birçok düşünceye kaynaklık ettiği reddedilemez şekilde beliriyor. Fakat bu sınırlamayı Aydınlanmacıların kendileri koyuyor. Kendilerini kendilerinden başlatmaları da gayet anlaşılır oluyor. Marksizmin eğer esaslı tarihsel iddialar ileri sürmeye cesareti varsa, kendini Aydınlanmaya yaslamaya ihtiyacı olmaması gerekir. Nitekim, Marksizm teorik olarak bu ihtiyaç içinde değildir. Marksizm kendine süreç olarak toplumsal düşüncenin başlangıcını alırsa, bir yandan Aydınlanma gibi kopuş iddialarına karşı kategorik duruşunu koyabilir, öte yandan, kendi kaynak ve kökenlerine ilişkin yatay (Avrupa) ve dikey (Aydınlanma çağı ve sonrası) yanılsama ve sınırlamalardan kurtulur.
Böylece Marksizm, tarihte yaygın olarak görülen ezilen ideo-politik mirasları arasına girmemiş, ezilenlerin hegemonik ve üst-ideolojisi ve politik varlığı olarak yerini almış olacaktır.
6. Sonuç Notları
Türkiye’de liberalizm
* Somut bir konjonktürde bir liberalin arızi de olsa olumlu bir politik tutumu, liberalizme dönük teorik değerlendirmelerin tümünü politik olarak paranteze almaya yeter.[77]
* Türkiye sol hareketinin Aydınlanmayla ve onun liberal ya da illiberal şekilleriyle ilişkisinde Kıvılcımlı ve Kaypakkaya’nın eseri kategorik yerini koruyor.
Kıvılcımlı’nın Tarih Tezi, materyalist bir edinimle, Aydınlanmacılığa bağlı olmayan bir tarih anlayışına derin olanaklar veriyor. Kıvılcımlı’nın eseri, politik olarak devrimci bir ayrıştırmayı gerektirerek, ezilenlerin Aydınlanma-aşırı tarihyazımı için önemli kavram setleri barındırmaktadır.
Kaypakkaya, her iki ifadesiyle Aydınlanmacılıktan kopuş için kesin, net ve geri dönülmez gereçler sağlamaktadır. Türkiye sol hareketinin muzdarip olduğu “derin liberalizm” olarak Kemalizmle ilişkisine vurduğu kesin darbe biliniyor. Fakat Kaypakkaya’nın darbesinin salt bir tür Aydınlanmacılığa olmadığı, liberalizme de ket vurduğu giderek daha belirgin olarak anlaşılıyor.
Bu yoldan gidilmelidir.
Türkiye sol hareketinin, liberalizmin argümanlarını elinden alan ve onu bir anlamda boşlukta bırakan ilk örneği Kaypakkaya’nın kategorik radikalizmidir. Anti-Kemalizmi devrimci bir politik pozisyondan ortaya koyarak liberallerin ve liberal solun kendini avantajlı hissettiği tek alandaki tekeline son veren Kaypakkaya’nın eseridir. Kaypakkaya’nın eseri, Türkiye sol hareketinde, liberal bir bakış açısından Kemalist denemeyecek, Kemalist ya da yaygın sol bir bakış açısından ise liberal denemeyecek ilk örnektir.
* Tarihin ve özellikle Kemalizmin, Aydınlanmacı ele alınışı sola o kadar mal olmuştu ki, Kaypakkaya’nın eserini görmezden gelen birtakım solcuların Kemalizm eleştirisi, hele bu Kürt Hareketinin yükseldiği koşullarda olduysa, bulunmaz Hint kumaşı muamelesi gördü. Oysa bunlar düpedüz ya da dolaylı liberal görüşlerdi! Tarihyazımında Kaypakkaya’nın eserinin “sağı” liberalizmdir ve derin liberalizmdir. Bu eserin “solu” yoktur.
* Bugün genel olarak ezilenlerin özgürlüğü sorununda liberallerle aynı yolda olunabilir. Bu sorunlarda, “derin liberalizm”le karşı kamplarda olmak mümkündür.
* 1960’larda -Aybar ve Küçükömer’de- teorik işaretleri, 12 Mart yenilgisi koşullarında politik işaretleri görülmesine karşın, solda dar anlamda liberalizm asıl olarak 1980’lerde ortaya çıkmış bir politik eğilimdir. 1980’lerde solda yeni olarak görülen her eğilim ve görüşe önsel bir kuşkuyla yaklaşılmalıdır.
* Türkiye sol hareketi, ana damarıyla Aydınlanmacı derin liberalizmin saflarındayken, son birkaç onyıldır, artan bir ivmeyle liberal safların yanında yer tutan kanallar yaratmaktadır.
* Liberallerin emperyalizmle ilişkileri, Türkiye’deki devlet aygıtı kategorik olarak aynı şekilde kaldığı sürece, politik önem taşımamaktadır. Politik mücadelenin asıl hedefi devlet aygıtının kendisidir (ve emperyalizmin işbirlikçileridir) emperyalizm değil. Liberalizmle emperyalizmin ilişkilerini öne çıkararak yürütülen bir anti-liberal kampanya, Aydınlanmanın liberal olmayan kanadının yanında yer almaktır.
* Türkiye’de derin liberallerin/Aydınlanmacıların aşamacılığı bilinir. Bunun için, sosyalist devrim ya da “MDD” savunusu bir ayrım sağlamaya yetmez. Her iki kesim de aşamacıdır. Burjuvaziye –tarihsel ya da politik– bir hak tanınmaktadır iktidar açısından… Fakat liberaller de aşamacıdır: Önce burjuva da olsa bir demokrasi, kavram ve kurumlarıyla yerleşmelidir. Demokrasinin sosyalistleştirilmesi daha sonra gündeme gelecektir. Liberallere göre, bu aşama yaşanmadan Marksist anlamda bir mücadele de verilemez ve kazanılan mevzilerin genel demokrasi bakımından hiçbir önemi yoktur.
Soldaki liberaller en az, eleştirdikleri Aydınlanmacılar kadar aşamacıdır. Burjuva demokrasisi yaşanmadan girilecek bir sosyalizmin de hayrı olmayacağını giderek daha gür sesle ifade ediyorlar. Sosyalist demokrasi tabiri, demokrasiyi sosyalizme tercih eden bir nitelik göstermektedir. Bu tabirin, sosyalizm deneyimlerinin olumsuzluğunu dert edinen yönü hep vardı, ama realizasyonu Türkiye’de liberal bir solculuğu önermek şeklinde oldu.
* Devrimci hareketin -ortaya çıkışından beri bilindiği kadarıyla, iki istisna dışında- bütün üyeleri anlayış olarak aşamacı olmuştur. Fakat şiddet-politik nitelikleri onların aşamacılığı aşmalarını sağlamıştır. Şiddet-politika -bütün anlayış aykırılıklarına rağmen- dolaysız iktidar talebiyle, aşamacılığın Aydınlanmacı iki türünü de geride bırakan bir faktördür.
* Türkiye’de egemen sınıfların ve devletin liberal bir burjuva demokrasisi kurması, devrimci bir müdahaleyle engellenemezse ve kanalize edilmezse, kendi yolunda bir ilerleme olacaktır. Bu, karşılaştığı yerlerde, devrimciliği ezme pratiği olarak gösterecektir kendini. Fakat dönem sonu, bir anlamda bir “barış ve istikrar” atmosferi anlamına gelecektir. Rejimin, Aydınlanmacı burjuva demokrasisi aşaması kurulmuş olacaktır böylece. Ezilen devrimcilerinin bu sürece tepkisi, onu kırmak, bir anlamda ilişkileri “ortaçağa özgü” bir hale sokmak ve sürece egemen olmak şeklinde olmalıdır.
* Liberalizm yapısal olarak güvencelenmiş rejimde geçerlidir.
* Güvencelenmiş bir rejim, devrimci mücadelenin de pratik olarak yürütülemediği bir rejimdir ve bu, “post-devrimcilik dönemi”nin erimini genişletecektir.
* Solda liberal politik tutumun reformcu bir şekilde olacağı bellidir. Genel olarak reformcu solcuların liberal bir zeminde bulunduğu görülmektedir. Liberalizme karşı Aydınlanmacı varlığını rejimin liberal yasal ve kurumsal “ilerlemesi”ne borçlu olan birçok solcu politik öznenin varlığı liberal zemindedir ve bunun bilinmediği varsayılamaz.
* Bugün liberal politikanın güncel olduğu, karşılık bulduğu tek alan Kürt Hareketidir. Kürt Hareketinin bir yandan liberal politikalar izlemesi, bunun yanında liberallerle ittifak arayışı politik olarak meşrudur.
* “Batı”da ya da Türkiye devrimci hareketi bakımından liberallerle -ya da başkalarıyla- bağlaşmanın politik olanakları henüz yoktur. Erken bir bağlaşım arayışı liberalizmin hegemonyasıyla sonuçlanmaktadır.
* Devrimci hareketin şu koşullarda liberal kamuoyuna seslenme çabası da liberalizmin hegemonyasıyla sonuçlanmak durumundadır.
* Aydınlanmacılıkla hesaplaşma salt politik değil teorik olarak da yürütülmelidir. Bu gerçekleşmedikçe, liberalizmin devrimci saflarda yeniden üremesi olanaklarından kaçınılamaz. Bugün teorik hedef, liberal ve illiberal boyutlarıyla Aydınlanmacılıktır. Politik hedef somut devlet aygıtının kendisidir. Burada düşülecek bir yanılgı Aydınlanmacılığın eğilimleri arasında taraf olmaya yol açacaktır.
* Sol harekette “derin devlet” düşmanlığında liberal bir yön gelişmektedir. Liberallerin “derin devlet” düşmanlığı liberaldir, ama sol hareketin “derin devlet” düşmanlığının yükselen eğrisi de liberaldir.
* Sol harekette liberalizme dönük tepkinin halktaki kökenleriyle Kemalizmden kaynaklanan yönleri ayrıştırılmalıdır. Sol hareket, devrimci özneler nezdinde, halktaki liberalizm sevmezliği bir ölçüde yansıtmaktadır ve geliştirilmesi gereken budur. Fakat devrimciler dahil solun tamamı, bilişsel süreçler başlayınca derinden liberal bir zihniyete teslim olmaktadırlar.
* İçinde bulunduğumuz “Post-devrimcilik dönemi”nde, ezilenlerin devrimci enerjisiyle birleşmenin zorunlu koşulları olan “Kürt” ve “İslam” başlıklarının “devrimcilik” bileşeniyle birliği sağlanmadıkça, anlayış olarak ne kadar uzaklaşırsak uzaklaşalım, liberal politik etkiler hep yanı başımızda olacaktır.
* Bugün Türkiye’de ezilenleri kimliklerinden ve özgüllüklerinden arınmaya çağırmak, tam da liberal bir çağrıdır. Tam aksine Kürt Kürt olarak, Alevi Alevi olarak, …dinamize olmalıdır. Gerçek çelişki ve ilişkiler de zaten bu dinamikler üzerinden yürümektedir.
* Türkiye’de liberalizmin oturduğu tarihsel zemin, bu ülkenin artık bir devrim toprağı olmadığının kabulü ve kanıtıdır.
Liberalizmin 12 Eylül’ün öncesi sert ortamda “ne düşünsel alanda ne de reel siyaset içinde bir varlık göstermesi söz konusu değildi”.[78] Liberalizm, devletin hakim olduğu istikrar ortamlarında yeşerebilen bir çiçektir.
Türkiye’de liberalizmin gelişmesi, Türkiye’de devrimin nesnel koşullarının ötelenmesi anlamına gelecektir. Rejimin kendini güvenceye aldığının göstergesi olacaktır liberalizm. Bu anlamda liberalizmden en büyük stratejik zararı devrimci hareketin mi