AKP iktidarları boyunca anayasa değişikliği, oltanın ucunda yem oldu. Bu durum neredeyse herkesin ortaklaştığı bir konu. Şimdi önümüzdeki soru şu: Oltanın ucundaki yem mi, yoksa avcının olmadığı bir ülke mi?
Yaşar Aydın
Türkıye’nin adım adım Avrupa Birliği’ne koştuğu yıllar… Ekranlar, FETÖ’nün ne kadar büyük bir şans, Erdoğan’ın ise nasıl büyük bir lider olduğunu anlatan, sağcı, liberal ve sol liberallerin işgali altında; aksini söyleyenlerin ise taşlandığı yıllar. Bu döneme damgasını vuran olay pastanın üzerine konan çilek misali 12 Eylül 2010 referandumu oldu.
12 Eylül 1980 faşist cuntasıyla ve onun yaptığı anayasasıyla hesaplaşmak için kolları sıvamış solcu eskilerinin çığırtkanlığında, referandumun o çılgın atmosferini birçok okurumuz iyi hatırlar. Ondan sonra ne olduğunu, memleketin hangi etaplardan geçerek tek adam rejimine sürüklendiğini nasıl bir kötülük olduğunu yazmaya gerek bile yok. Ama yine de işlerin bu raddeye gelmesinde Gülen’in “Mezardakilere oy kullandırın” dediği 12 Eylül referandumunun özel bir yeri olduğunu belirtmeliyiz.
REJİMİN ANA İSKELETİ REFERANDUMLA ÇATILDI
Gelelim yukarıdaki bu girişe neden olan meseleye. Bildiğiniz gibi Erdoğan ve ortakları tarafından işleme konulan yeni bir anayasa tartışmasının tam ortasındayız. Bu yeni anayasayla birlikte “kanatlanıp uçacak” memleketimizin hallerine gelmeden, eski tartışma başlıklarıyla birlikte yaşanan referandumlara hızlıca bir göz atmakta fayda var.
AKP döneminde Türkiye üç kez referanduma gitti.
İlk olarak, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığıyla başlayan, Meclis’ten alınacak 367 oy krizinin hemen ardından geldi. 21 Ekim 2007 tarihinde cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini öngören referandum yapıldı ve kabul edildi.
Sonrasında, 12 Eylül 2010 tarihinde başta yargının düzenlenmesi olmak üzere birçok maddenin değişikliğe uğradığı, yazının girişinde de bahsettiğimiz o ünlü referandum gerçekleşti. Bu referandumun devamı ve rejimin adının konulduğu sandık, 16 Nisan 2017 tarihinde halkın önüne getirildi.
Çoğunluğu AKP döneminde olmak üzere, 1982 Anayasası’nın 136 maddesi yıllar içinde değişti. Söylemeye gerek yok, tüm değişiklikler daha “demokratik” bir Türkiye adına yapıldı. İktidar, 2007’den başlayarak “seçim, sandık” diyerek ve kuyumcu titizliğiyle işleyerek en sonunda Türkiye’nin başına bu ucube rejim bela etti
Erdoğan ve ortakları ne zaman sıkışsa anayasa ipine sarıldı. Her defasında da su alan kayıklarını yüzdürmeyi, rejimi ayakta tutmayı başardılar. Bazen demokrasi, bazen yargı bağımsızlığı, bazen de Kürt sorunu gibi ülkenin temel konuları üzerinde oluşturulan havayla birlikte, önümüze getirilen tüm referandumların kazananı Erdoğan oldu.
Ve işte sonuç: Daha fazla demokrasi için konulan sandık ve kazanılan oy, mafyanın, tarikatın, yağmacı patronun hâkim olduğu kanunsuz, kuralsız hatta anayasasız bir memleketin oluşması sağlandı. Tüm eksik gediklerine rağmen varlığını korumaya çalışan Cumhuriyet dönemi bu sayede kapandı ve yerine bugün yürürlükte olan Saray rejimi kuruldu. İşin özeti AKP ve Erdoğan (ortaklar değişse de) eliyle yapılan hiçbir anayasa değişikliği ülkeye huzur getirmediği gibi, tam tersi her bir adım içine sürüklendiğimiz karanlığı büyüttü.
SEÇMEN YİNE Mİ KANDIRILACAK?
Dozajı değişse de yaklaşık bir yıldır gündemde tutulan yeni anayasa mesaisinin bugünlerde ciddi anlamda hızlandığına hep birlikte tanıklık ediyoruz. Heyecanlanıp, “Hadi başlayalım” diyenler de var şimdilik çoğunlukta gözüken “Hiç mi akıllanmadık?” diye sorunlar da.
Ama burada mesele seçmenin uyanıklığı ya da akıllanması değil. Çünkü Erdoğan seçmeni her zaman manipüle edilebileceği bir kitle olarak görüyor. Ona göre sandık kurulmadan altı ay öncesine kadar iktidarın ne söylediğinin ne yaptığının hükmü yok. İzlediği siyasetle birlikte seçmenin tercihini de değiştirebileceğini düşünüyor. Bu konuda özgüveni tam. Şimdi bir kez daha hem 12 Eylül 2010 hem 16 Nisan 2017 referandumlarından sonra ülkeyi getirdiği noktayı insanların zihninden adeta süngerle silip yeni bir hayal yaratma peşine düştü.
Türkiye’de ne zaman yeni anayasa tartışması olsa bana İngiliz sporcu Lineker’in futbol için söylediği “90 dakika süren ve sonunda Almanların kazandığı basit bir oyundur” sözünü hatırlatıyor. Yeni anaysa tartışmasının sonucu Erdoğan’ın her zaman ipi göğüslediği büyük bir oyundur. Futbolda Almanlar eskisi gibi kazanamasa, Erdoğan zaman zaman yenilgiyi yaşasa da, bu rejime yeni anayasa tartışmalarıyla bir şans daha vermenin hiç bir anlamı yok.
AKP iktidarları boyunca anayasa değişikliği, oltanın ucunda yem oldu. Bu durum neredeyse herkesin ortaklaştığı bir konu. Ama ne hikmetse her dönemde oltanın ucundaki yeme tamah eden birileri de çıktı.
Şimdi önümüzdeki soru şu: Oltanın ucundaki yem mi, yoksa avcının olmadığı bir ülke mi? Yıllardır AKP iktidarıyla göğüs göğüsse mücadele veren Türkiye’nin muhalefet güçlerinin yanıt vermesi gereken soru bu.