Vatandaş can ve geçim derdi kıskacında!Vatandaşı can ve geçim derdi kıskacına sokan tek adam yönetiminin tek derdi ise muhalefeti itibarsızlaştırarak iktidar seçeneği olmaktan çıkarırken aynı zamanda halkın asıl dertleri olan işsizlik, yoksulluğa karşı mücadele, eşitlik, özgürlük taleplerinin üstünün örtüldüğü bir siyasi ortamı oluşturmaktır.
Bugün tek adam yönetimi, bu amacı doğrultusundaki girişimlerini, gözle görülür sonuçlar elde etmek üzere yeni hamleler yaptığı bir aşamaya getirmiştir.
MUHALEFET PARTİLERİNİN İÇİNE YÖNELİK OPERASYON AŞAMASI
Son birkaç haftalık gelişmeler;
- İYİ Parti ve Akşener’e “Eve dön!” çağrıları sürerken, partiden ihraç edilen Ümit Özdağ’ın “mahkeme kararı”yla partiye geri dönmesi,
- Erdoğan’ın Asiltürk, Kutan gibi Milli Görüş’ün eskileriyle başlattığı (çeşitli tarikat şeyhleriyle de) görüşmelerle SP’yi “içeriden” kuşatmaya girişmesi, vaatlerini “İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma” garantisi verecek kadar ileriye götürmesi,
- Gelecek Partisinin Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ’ın ülkücüler tarafından sokak ortasında saldırıya uğrayıp ağır biçimde yaralanması,
- Muharrem İnce’nin açıkça iktidar tarafından teşvik edilen girişiminin, sadece bir “memleket hareketi” olmanın ötesinde CHP’den üç milletvekilinin istifa etmesine kadar gelmiş bunması,
- HDP’ye yönelik kuşatmanın, “kapatılması”nın sıcak gündem olarak tutulmaya devam edilmesi…
Açıkça göstermektedir ki, iktidarın muhalefet partilerine karşı giriştiği mücadele, siyasi polemikler, propaganda gücünü kullanarak muhalefete yönelik eleştiri, karalama, iftira… gibi kara propaganda unsurlarının da ötesine geçirerek, partilerin içine yönelik operasyonlara dönüşme aşamasına gelmiş görünmektedir. Ki, burada belki HDP’nin durumu daha özeldir. HDP’nin içine yönelik girişimlerinde başarılı olmayan iktidar, HDP’yi dışarıdan emniyet ve yargı gücünü kullanarak engelleme girişimlerine, iktidara biat eden bir “legal Kürt partisi” kurma girişimini de eklemiş bulunmaktadır.
NORMAL ZAMANLARDAN GEÇMİYORUZ
Cumhur İttifakının, saflarında yarattığı istikrarsızlığı önlemek için Millet İttifakı etrafındaki partiler birbiriyle görüşmeleri sıklaştırmaktadır. Nitekim DEVA ve CHP bir anayasa taslağı hazırlamak üzere ortak bir komisyon kurmaya karar vermişlerdir.
Ancak, ne muhalefetin “hemen erken seçim” ne de Cumhur İttifakının “zamanında seçim” üstünden yaptığı çağrıların inandırıcılığı bulunmaktadır.
Tersine her iki taraf da “Kendileri için en uygun zamanda bir seçim”den taraftırlar. Doğal olarak böyle olması gerekir. Ancak “doğal” olan zamanlardan geçmiyoruz.
Tersine Cumhur İttifakının “normal” bir seçimde kazanamayacağı, yanına SP ve öteki muhtemel çevreleri alsa bile, “normal koşullarda” bir erken ya da zamanında seçimi kazanma olanağının kalmadığı açıktır. Bu yüzden de iktidar bir yandan muhalefetin iktidar seçeneği olamayacak biçimde itibarsızlaştırılması için yasal ya da olmayan her yolu kullanırken, muhalefet partilileri hâlâ, sandıkta çoğunluğu alanın iktidara geleceği varsayımıyla hareket etmekte, bütün seçim stratejisini de bu varsayım üstüne oturtmaktadır.
Oysa Cumhur İttifakı, seçimin sandıktan çıkan sonucunu kabul eden çizgiyi çoktan geride bırakmıştır. Bunun çeşitli versiyonlarını 7 Haziran 2015 seçiminden beri görüyoruz.
MUHALEFET İÇİN BİR TEK ÇIKAR YOL VAR
İktidarın gelinen yerdeki tutumunu; iktidarda kalmayı; tek adam tek parti düzeninin kendisine sağladığı imkanlar ile tarikatlar, cemaatler ve sivil ırkçı kontra güçlere dayanarak başarmayı başlıca strateji olarak benimsemek olarak özetleyebiliriz.
Nitekim Cumhur İttifakı, seçim ve siyasi partiler yasalarını, kendisini seçimde avantajlı yapacak biçimde değiştirmek için hazırlık yapmaktadır. AKP ve MHP kendi aralarında anlaştıklarında bu yasal değişikliği Meclise getirmeye hazırlanmaktadırlar.
Son günlerde “sözde”, “militanlık” tartışmasına kadar gelen partiler arasında, “kavramlar” etrafında söz yarışına tüy diken siyaset tarzı, Cumhur İttifakının amacına hizmet etmektedir.
Bu konuda muhalefet sözcüleri “Halkın asıl gündemi yoksulluk, işsizlik, açlık, aş…dır” diyorlar ama, bunları söyledikten sonra dönüp, iktidarla sen-ben kavgasına varan tartışmalara giriyorlar.
Çünkü, siyaset tarzları, en ileri gittiklerinde bile halkın taleplerini halkın adına savunmaktır!
Sanki halkın avukatıymış gibi!
Oysa siyaset, güçler arasında mücadelenin alanıdır. Bu yüzden de halktan yana siyaset ancak halkın, işçi sınıfının doğrudan siyasete girmesiyle anlamlı hale gelebilmektedir.
Hele de iktidarın siyaset alanını iktidar gücünü de kullanarak ve seçimlerin sonucunu değiştirmek için kullanmaktan çekinmeyeceğini her vesileyle gösterdiği koşullarda, halkın siyasete katılımını seçimde oy vermeye indirgemiş siyaset tarzının gidebileceği bir yol yoktur.
Şimdi böyle bir dönemden geçiyoruz ve muhalif güçlerin önünde iki yol var: Ya işçi sınıfı ve halkın doğrudan siyasete katıldığı, yığınların siyasete katılmasının önünü açmak ya da Cumhur İttifakının oyun alanına dönüştürdüğü, siyasetin politikacılar arasında söz yarışına dönüştüğü burjuva siyaset alanının sıradan oyuncusu olmak!
Bugün yaşananlar bile bu yolun çıkmazlığını gösteriyor. Bu yüzden de AKP-MHP ittifakı, söz yarışını muhalefetin söz yarışına indirilen bir çizgide tutmak istiyor.