Nihayet kurban edimi de teknik din adamları vasıtasıyla bid’at mertebesine çekildi.
Saray eşrafına bağımlı din adamlarının en önemli rolü mütedeyyin insanları, değişen ya da değişmekte olan yeni siyasal, ekonomik, toplumsal örgüye elverişli hale getirmektir.
Geleneğin kodladığı ritüeller, sürekli bir biçimde, iktidarın manevra alanını genişletmek amacıyla dönüştürülmüştür. 1400 yıldır var olduğu söylenen gelenek, aslında her iktidar döneminde biçimsel ve mahiyet değişimlerine uğrayarak günümüze intikal etmiştir.
Örneğin Osmanlı döneminde imparatorluğun garantörü olan cihanşümüllük iktidarın varlığını meşrulaştırdığından ümmetçilik evrensel boyutta karşılık bulurken, Osmanlının çöküşüyle birlikte ulusçuluğun belirgin bir hal aldığı dönemde 19. Yüzyılda ‘vatan sevgisi imandandır’ gibi hadisler üretilerek iman yörüngesindeki ümmet telakkisi ulusal sınırlara çekilmiştir.
Bu uydurma hadis, o kadar işlevseldir ki, kürt meselesinde bile mütedeyyin Müslüman algının bir türlü dönüşememesinin ana müsebbiplerindendir.
AKP ile siyasal, toplumsal ve ekonomik gerekçeler yeniden üretiliyor. Varolan ana akımın önemli bir boyutunu oluşturan sünni toplumdan beslenen AKP’nin hem küresel iktidar ve iktisadi alanlarıyla bütünleşip hem de toplumdan kopuk bir hal almaması için ince ayar yapacak toplum mühendislerine ihtiyaç var. Bu yüzden Din adına oluşturulan kavramlar ve sembollerle düşünen bu çoğunluğun diline vakıf ilahiyatçılara büyük iş düşmektedir.
AKP’nin sosyo-ekonomik ve sosyo-politik alanlardaki muteber ilahiyatçısı Hayrettin Karaman sosyalleşmenin ve toplum arası bütünleşmenin en önemli sembollerinden biri olan kurbana son yumruğu vurmuştur. Önce kâr payını faizden ayırıp emek dışı kazanımı meşrulaştırarak neo-liberal politikaların yolunu açan, bu yoldan ilerleyerek zenginleşen yeni dindarlara 10-15 yıl sonra doğru yoldasınız dercesine ‘’devletin gayrimenkulünü satın alıp tekrar devlete kiraya verebilirsiniz’’ fetvalarıyla, onların servet biriktirme yollarını meşrulaştıran hocamız şimdi de toplumun belki de en masum ve toplumcu bid’ati olan kurban kesmeyi sosyolojik bir vakıa olarak göstererek onu dindışılaştırmaktadır.
Dedikleri de doğrudur. Aslında Kuran’a biraz olsun akli melekeleri ile bakan bir çok kimsenin dediğini demektedir. Kurban hac ile sınırlıdır ve kesilen kurbanların etleri ve kanları Allah’a ulaşmaz. Mesele, bu doğrunun hangi zemin üzerine söylendiğidir.
Bana kalırsa kurbanın kesimi ve bayram olarak algılanma süreci, haccın zenginler tarafından icra edilen bir ibadete dönüştürülüp; hacla irtibatlanamayan Müslümanların, kendi bulundukları çevrede, hactaki ritüelleri canlı kılma çabası ve icra edemediği ibadetten bir nebze olsun sevap alabilme güdüsünün bir yansımasıdır. Yani lehül mülk anlayışının terkedilip sınıflı toplum yapısının oluşmasıyla varlık bulan tarihsel bir dayatmadır. Bu anlayış zaman içerisinde adeta naslaşmıştır. Bu naslaştırmaya olan itiraz bu anlamda lehül mülkü ihya etmenin bir amacı değil tam tersi günümüz sosyo-ekonomik çelişkilerini gözardı edecek yeni bir toplumsal yapının oluşumuna olanak sağlamadır. Çünkü varolan zemin ekonomik çelişkiyi, yaşadığı toplumun dışında arayan bir bakış açısına sahiptir. Sivil toplumcu dindarların Arakan, Somali, Filistin gibi sahalardaki çalışmaları varlıklı müslümanları kendi dibini aydınlatmayan mum haline dönüştürmüştür. Çünkü kendi dibini aydınlattığı an, edindiği zenginliğin nereden geldiği sorulacak; İktidarını yoksulların hakları üzerinden meşrulaştırdığı açığa çıkacaktır. Topu taça atmanın yolunu da Kur’an’dan almaktadırlar.
Kurban yoktur denilerek, sakatta olsa, bidatte olsa, sadece bir parça et üzerinden bile olsa toplumun birbirleriyle yardımlaşma ve dayanışmasının dayanaklarından biri de ortadan kaldırılmak istenmektedir.
Elbette kurban yakınlaşmaktır. Hatta garibanlarla yakınlaşmaktır. Daha da ilerisi bu yakınlaşma salt mekânsal değil aynı zamanda sosyo-ekonomiktir. Yaşam standartları ve kazanımları birbirine ‘yakın’ olanlar gerçekten birbirlerine ‘yakın’dır. Yani toplumsal eşitlenmeye giden yolun ilk adımlarıdır kurban bayramı.
Kurbanın yakınlaşma olduğunu geleneksel fıkıh da bilmektedir. Anlayışa göre kurban eti 3’e bölünür: Bir kısmı aile fertleri, bir kısmı yakın akraba, bir kısmı da yoksullarla pay edilir. Yani kurban bayramının garibanların bayramı olduğu geleneğin zihin kodlarında da mevcuttur. Hatta en muteber kurban, tümünün yoksullara dağıtıldığı kurbandır. Bu anlayışta zamanında, eşitlikçi bir ekonomik düzen oluşturamayan ya da oluşturmayan Müslüman iktidarların, kurban yoluyla mülkiyet ve üretim dışı dayanışma sahaları oluşturarak, iktidarlarını koruma altına alma çabasıdır.
Her bid’at bir yenilenme hareketinin ürünüdür. Bugünün yenisi yarının bid’atidir. Tartışma bu bağlamda kaldığı müddetçe kısır döngüdür. Vahyin temel değerleri vardır. Bunlar her çağda ve insan algısında farklı araçlarla temsil edilebilir. İnsanların en büyük handikabı araçları amaç haline dönüştürmesidir. Putperestlikte burdan doğar. Kadim, sürekli, değişmez değer Tevhid’dir. Yani mülkiyet ve ondan doğan otorite Allah’a aittir. Hiçbir grup ve kişi mülkü tekeline alıp insanlar üzerinde otorite kuramaz. Bunun için servet olabildiğince halkın arasında eşitçe yayılmalı, fazlalığı olanlar infak edip eşitlenmeye katkı sağlamalıdır. Bunun da çeşitli yolları mümkündür… Kurban hem bu eşitliğin aracı olabilir hem de eşitsizliğin… Mesele üstad Ali Şeriati’nin de ifade etmeye çalıştığı gibi formu dejenere edip normu ıskalamak değil; normu dönüştürüp formu araçsal kılmaktır. Yani kurban aslında bugüne kadar edindiğimiz servetlerimizin, bilgi ve otoritemizin yük olduğu ve zulüm ürettiği, bu yüzden bayram vesilesiyle bu yüklerimizi kurban etmemiz gerektiğinin bir sembolüdür anlayışının doğması yenilik değildir. Kur’an’ın özünün toplumdaki biçim üzerinde yeniden üretilmesidir… Böylelikle ne toplumun zihnindeki form deforme olmuş olur ne de norm toplumdışı kalarak işlevsizleşmemiş olur.
Kur’an’da kurban bayramı yoktur ve kurban da yoktur deyip iktidarların açmazlarını örten din adamlarına itibar edeceğime, sürekli iktidarlar ve bel’amların bombardımanı altında kalıp edilgenleştirilen ve kendi özgünlüğünü ortaya koyacak bir zemin bulamayan halkla bütünleşerek formla uğraşmadan normu devrimci ve eşitlikçi bir yapıya dönüştürmenin yollarını ararım.
www.adilmedya.com