İslam kültüründe hemen hemen her yerde geçen, çok bilinen iki rivayet vardır. Birincisi “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. İslam Peygamberi böyle buyurmuştur’’ denilir. İkincisi de ‘’İslam Peygamberi buyurmuştur ki; en büyük cihat zalim sultan karşısında hakkı haykırmaktır.” Bu iki rivayet Kur’an’ın hak, adalet ve zulüm konusunda söylediklerini adeta özetlemektedir. Hakkın haykırılması yani bir hakkın savunulmasını en büyük cihat olarak ifade ediyor.
Hak nedir, cihat nedir, dilsiz şeytan olmak ne demektir, şeytan olmak esasında ne manaya geliyor? Sorularını açıklayalım. Bunları açıklarken de haksızlık karşısında susmanın dini görüş açısından ne anlama geldiğini de görmüş olacağız. Hak kelimesi Arapçadan Türkçeye çevrildiğinde bu ancak 3 kelime ile ifade edebiliyor. Bu üç kelime birleştiği an Arapçadaki ve Kur’an’daki hak kelimesi tam yansıtılabilmiş oluyor. Birincisi hak adalet demektir. İkincisi hakkaniyet demektir yani birisinin hakkı, birisine verilen hak, insan hakları kavramındaki gibi hakkaniyet, kişiye düşen pay anlamında kullanılıyor. Üçüncüsü de gerçeklik anlamına geliyor. Yani gerçek neyse o hak olmuş oluyor. Mesela ‘’gerçeğin tâ kendisi’’, ‘’sadece gerçeği söyleyeceğime yemin ederim’’ gibi tabirlerde geçer. Özellikle Batı mahkemelerinde kullanılır yemin ettirilir. İşte o gerçek, realite, gerçeğin tâ kendisi neyse ona hak diyoruz. Aynı zamanda hak eşitlik anlamına, hakları eşitçe dağıtma anlamına geliyor. Dolayısıyla gerçeğin karşısında susmak, hakkın müdafaa edilmemesi, haksızlık karşısında susmak dediğimiz zaman kastettiğimiz; bir eşitsizlik, adaletsizlik ve bir yalan, gerçeğe uymayan bir şey gördüğümüzde onun karşısında susmak demek oluyor. Rivayetle ne deniliyor? Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan gibidir. Yani bir adaletsizlik, bir hak yeme, bir eşitsizlik ve gerçek olmayan durum, bir yalan duyduğunuzda, bunun karşısında sustuğunuz, bir şey demediğiniz zaman adeta dili olmayan şeytan gibi olmuş oluyorsunuz. Şeytan derken de kastedilen; insanın içindeki kötülük dürtüleridir. Din dilinde şeytan; içimizdeki kibir, haset, öfke, hırs ve başkaları hakkında her türlü kötücül düşüncelere deniliyor. Eğer haksızlık karşısında susuyorsanız sizin içinizde bir kibir, haset, hırs, öfke, kötücül bir dürtü, bir fikir var ve onu içinizde saklayarak, dilinizle onu ketm ederek, dilinizle onu ifade etmeyerek susmak suretiyle bunların emrinde hareket etmiş oluyorsunuz. Haksızlık karşısında susan birisi ya o kişiye haset ediyor, kıskançlık içerisindedir, o da ona susuyordur. Çünkü haksızlık yapılan kişiyi sevmediği için ezilmesini istiyordur. Bugün çokça karşılaştığımız şeylerdir bunlar. Benim partimden, mahallemden değil, benim gibi düşünmüyor diye ona yapılan haksızlığa ses çıkarmıyorum. O zaman şeytanca bir iş yapıyor, hasetimden sesimi çıkarmayıp ezilmesine göz yumuyorum. Çünkü o benden değil. İşte buna dilsiz şeytanlık deniliyor. O zaman birisine haksızlık yapıldığı zaman onun karşısında susamayız. Birisi zulme uğradığı, mağdur edildiği zaman bizden değildir diye ona yaklaşmamak veya bizim grubumuzdan, milletimizden, ırkımızdan, dinimizden, mezhebimizden değil diye mağdur olmuş biri karşısında susamayız. Örneğin bir depremzedeye yardım ederken bizden mi, değil mi diye gözetmek bir haksızlık oluyor. Bu haksızlığın karşısında susmak da dilsiz şeytanlık olmuş oluyor.
Yine rivayette deniliyor ki; en büyük cihat hakkı müdafa etmektir. Cihat cehd etmek, çaba göstermek, gayret göstermek demektir. Sanıldığının aksine; cihat dünyayı Müslüman yapmak için eline kılıç alıp, herkes Müslüman olacak diye at üstüne binip dünyayı fethe çıkmak değildir. Cihatın kılıçla alakası yoktur. İçtihat kelimesi de, müçtehit kelimesi de, mücahit kelimesi de cihattan gelir. Yani çaba, gayret gösteren, özellikle fikirsel, zihinsel çaba göstererek konunun aydınlanması için bütün gücünü, cehtini ortaya koyan kişi demektir cihat eden kişi. Dolayısıyla mukatele yani katl, adam öldürme kendi dinine döndürmek için insanları katletme ile doğrudan alakası yoktur. Ama geçmişte İslam kültüründe böyle anlaşılan yerler olmuştur. Ancak İslam kültürü ile İslam dini farklıdır. Sözüme girerken başlangıçta İslam kültüründe bahsedilen iki rivayet dedim. Peygambere atfedilen bu sözleri aktardım, bu sözler İslam kültüründe var. İslam dini demek Kur’an’da geçen şey demektir. Eğer bir şey Kur’an-ı Kerim’de geçmiyorsa o İslam dininde yoktur. Ama İslam kültüründe olabilir. İslam kültürü tarihte Arapların, Farsların, Türklerin, Kürtlerin, başka başka Müslüman milletlerin ürettiği kültür demektir. Dini görüşler, uygulamalar, icraatlar, fikirler, özlemler, duygular, pratikler demektir. Bu İslam kültürüdür. Her İslam kültürü İslam dininde var diyemeyiz. Ama İslam dini dediğini zaman bu Kur’an’da geçen konular için ifade edilir. İslam kültüründe olan bir çok şey Kur’an’a da uygun olabilir ama her şey Kur’an’a uygun olacak diye bir şey yoktur. Bir çok hurafe, bir çok din dışı uygulamalar da İslam kültürü içinde de olabilir ama İslam dininde olmayabilir. Şimdi bu ara parantez bir açıklamaydı. Başta bahsettiğim rivayetler de bu İslam kültüründe üretilmiştir. En büyük cihat hakkı müdafa etmektir. Bu islam kültürünün ürettiği bir rivayettir ama İslam dinine uygundur. Kur’an’da karşılığı olan ayette vardır. Çünkü hakkı müdafa etmek, zulme karşı çıkmak, adaletten yana olmak Kur’an’da övülür. Haksızlık karşısında susmamak, zulüm karşısında boyun eğmemek, daima adaletin, akrabası dahi olsa, en yakınlarının aleyhine dahi olsa, daima adaletin yanında olmak Kur’an ayetleriyle övülmüş davranışlardır.
Şu halde insanların hakkını savunmak şu anlamlara gelir: Mesela anadilde konuşma hakkını savunmak, anadilde ibadet etme, anadilde eğitim görme, anadilde temel bilimleri fizik, kimya, tarihini, geçmişini, kültürünü, geleneğini öğrenme ve geliştirme her insanın hakkıdır. Keza insanların emeğini, alınterini savunmak, emeklerinin karşılığını alamayınca emeklerinin karşılığını almaları için müdafa etmek, bu mücadeleyi verenleri desteklemek onların yanında yer almak. Keza insanların yaşamını hayatını savunmak, öldürmelere, çalmalara karşı, insanların onurunu şerefini savunmak, iftiralara, yalana, gerçek dışı bilgilere karşı doğruyu savunmak. Halkın haber alma hakkını savunmak. Yalanlara ve gerçek dışı beyanlara karşı ve gerçeğin yanında yer alarak doğrunun ve gerçeğin ne olduğunu duyurmak için mücadele etmek. Çevreyi, doğayı, yeşili korumak, müdafa etmek. İşte bunlar anlattığımız rivayete göre en büyük cihattır. Nerede bir hak müdafası varsa, nerede hakkı yenen insanın yanında yer alma, durma varsa; o kişi hakkını kullanabilsin, hakkı ona geri iade edilsin diye mücadele etmek en büyük cihat olmuş oluyor.
Bugün çağdaş dünyada insan hakları kapsamına giren ne kadar mücadele varsa hepsi en büyük mücadele olmuş oluyorlar. Çünkü ne deniyor? En büyük cihat hakkı müdafa etmektir. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. En büyük cihat zalim sultana karşı hakkı söylemektir, haykırmaktır. Rivayetin birde bu tür versiyonu var. Yani insanların hakkını yiyen, canlarına, mallarına, ırzlarına, namuslarına, alınterlerine, emeklerine, yaşam haklarına, renklerine, kültürlerine, dillerine dokunan, bunlara karşı adeta savaş açmış gibi zulüm ve baskı uygulayan bir otoriteye karşı, bunların yanında yer almak, bunları müdafa etmek ve bu hakların ihlal edilemeyeceğini, insanların elinden alınamayacağını söylemek en büyük cihat olmuş oluyor. Keza en büyük ibadet birinin hakkını savunmaktır. En büyük ibadet kişinin kendi hakkı olmak üzere, insanların haklarını hukuklarını savunmaktır diye bir başka rivayet bu versiyonda söylenir. Orada da görüldüğü gibi hakkı savunmak ibadet olarak tanımlanır. Demek ki gerçek İslam’da hakkı müdafa etmek hem en büyük cihat, hem en büyük ibadettir. Cihat ve ibadet dediğiniz; hakların savunulması, hakkı yenilen kişinin yanında olunmasıdır. Kimin hakkı yeniliyorsa başta kendi hakkı olmak üzere o hakkı savunmak müdafa etmek hakkın yaşanması için o hakkın elinden alınmaması için yok edilmemesi için mücadele etmenin ta kendisi hem büyük cihat olmuş oluyor, hem de en büyük ibadet olmuş oluyor. İbadet zaten bundan başka nedir ki? Yaygın kanaatin aksine ibadet hem hakkı savunmak hem hayatın içerisinde iş ve değer üret, çaba sarf etmektir. İnsanların iyiliğine olan işler yapmak, iyilikler üretmektir. İyi ve hayırlı iş ve değer üretmeye ibadet diyoruz. Yoksa ibadet sanıldığının aksine ve çoğunluğunun bildiğinin tersine namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekat vermek, başını örtmek, kandil gecelerine katılmak, kurban kesmek değildir. Kur’an bunlara ibadet demez. Bunların adı nüsuktur.
Peki gerçek anlamda ibadet nedir? Bir hakkı müdafa etmektir, hakları savunmaktır, bu hakların kim tarafından ihlal ediliyorsa ona karşı savunmasını yapmaktır. Zalim bir otoritenin karşısında hakkı haykırmaktır, gerçeği dile getirmektir. Yalanın, kurgunun, iftiranın karşısında ne pahasına olursa olsun dile getirmek. Bunlar yalan, aslı yok, gerçek budur demektir. Gördüğü bir eşitsizlik karşısında ona öyle, buna böyle davranamazsınız, herkese eşit davranmalısınız, adaletli olmalısınız demenin kendisidir. Aynı zamanda bunları müdafa etmenin de ötesinde adaletin, eşitliğin, gerçekliğin ta kendisini bizzat uygulamak, yaşamak, yaşatmak, bunların yanında yer almanın ötesinde tam içinde yer almak, bizatihi kendisi olmak ibadet dediğimiz şey gerçek anlamda bu. Aksi halde din ve dini gerçekler hayattan koparılmış oluyor. Hayatın kendisiyle bir alakası olmayan, hayatın orta yerinde değil kenarlarında olan, inanç lazım olduğunda, dua lazım olduğunda işe yarayan bir fenomen olmuş oluyor. Din böyle bir şey değildir. Şu anda insanların çoğu dindarlığın tam ortasında yer alıyorlar ama kendilerine dindar demiyorlar. Dindar değiliz biz diyorlar. Çünkü namaz kılmadıkları, oruç tutmadıkları, hacca gitmedikleri, Allah, kitap, inşallah, maşallah demedikleri için biz dindar değiliz diye düşünüyorlar. Ama ömrünü insan hakları mücadelesine harcamış, bir hakkın elde edilmesi için sarfetmiş, doğayı, ağacı, yeşili savunmaya, yoksulları, garipleri, yetimleri savunmaya, onların durumlarını iyileştirmeye adamış. Çocuk haklarından, kadın haklarından, mülteci haklarına kadar, hapishanelerde yatanların haklarından tutun dışarıda dışlanan ezilen her kim varsa onların hakkına kadar savunmadığı hak kalmamış. Gerçek anlamda ibadet de cihat da buyken bunu yapanlar genellikle biz dindar değiliz derler. Bunlarla alakası olmayan sadece namaz, oruç, hac, diyen, dilinden maşallah inşallah sözleri düşmeyenler Müslüman olduklarını zannediyorlar. Yani bütün kablolar yanlış bağlanmış durumdadır. Bu kabloları tekrar tekrar söküp doğru yerlerine bağlamak gerekmektedir.