İnsan bilincinin en berrak olduğu an; en saf ve sade olduğu andır. Yani sonsuz sessizlik hâlidir. Bu sessizlik bütün varlığın üzerine yazılı olduğu boş bir levhadır ki ona levh-i mahfuz denir. Levha olmadan yazı sessizlik olmadan da söz olmaz.
İşte bu kelâmı üzerinde taşıyan sükûn levhasına sekîne denir. Bütün mevcûdatın manası sekînede (sessizlikte- sükûnette) saklıdır.
Bütün varlığın yaratıcısının sözü (kelâm) ve davranışı (sünnetullah) nasıl bir mutlak sessizlik levhası üzerine yazılı ise insan bilincinin düşünceleri ve işleri de zaman levhasına yazılıdır.
O nedenledir ki; insanın hikmete ermesi bir bilgi yığma işi değil, Düşünceyi ve oluşu izleme (murâkabe – müşâhede) işidir.
Sükûn halinde izleyen bilinç, düşüncenin ve hayatın akışını da izler ve o zaman kendisi ve hayat ile ilgili inceliklere vâkıf olmaya başlar.
Bütün varlığın bir hikmet örüntüsü ile dokunmuş olması, bizi oluşun rastgele yürümediği gerçeğine götürür. Bu örüntü kendisini varlık âlemindeki çeşitli varlıkların oluşumları – açılıp saçılmaları ile kendini gösterdiği gibi. Her an zuhûr ve sudûr eden Yaratıcının kelâmı ile de gösterir.
Kelâm ister insan zekâsının ürünü isterse Hakk’ın mesajı olsun, onu doğru anlamak en önemli meseledir. Hayatı doğru anlamak için nasıl onu doğru yorumlamak gerekirse ilâhî kelâmı da doğru anlamak için doğru yorumlamak gerekir.
Bir metin doğru anlaşılmaz ise doğru yorumlanamaz. Doğru yorumlanamaz ise o metin ile gerçek hayat arasındaki ilişkiyi kurmak mümkün olamaz. İlâhî kelâmın indirilmesindeki maksat gerçek hayata – yaşanan gerçekliğe dair mesaj vererek insanı düşündürmek ve oluşun ardındaki hikmet örüntüsünü farkettirmektir.
İki seçenek söz konusudur; ya ilâhî kelâm indirildiği zaman kadardır ve o zamanın sınırlarına hapsedilerek yorumlanmalıdır ya da ilâhî kelâm bütün zamanlara o zamanın yaşam, anlayış ve tanımları ile mesaj vermelidir.
Bütün zamanlara verilecek bir mesaj söz konusu ise ilgili metnin okunduğu bütün zamanlardaki hayatın gerçeklerine ya da gerçek hayata o günün şartları içinde bir şeyler anlatması lâzımdır. Aksi taktirde sözün bütün çağlar için olması mümkün değildir.
Bu noktada metnin açığa çıktığı zaman ve şartlardan bağımsız olarak okunması ve sanki yeni yazılmış gibi anlam arayışına girilmesi gerekliliği açığa çıkar ki bunun günümüzde bir tek karşılığı vardır:
Hermenötik.
Kısaca Hermenötiğin tanımına ilişkin olarak Richard E. Palmer’ın Hermenötik adlı eserinde belirttiği gibi kelimenin fiil hali ele alındığında (yani hermêneuein kelimesi baz alındığında) kelimenin üç temel anlam yönü vardır:
1 kelime şeklinde seslice ifade etmek
2 açıklamak, bir durumu açıklamak
3 tercüme etmek, yabancı bir dilden tercüme etmek gibi*
Zaman ve hayat değişim yasasına tâbîdir ve değişen hayatın gerçekliğine dair hiçbir şey anlatmayan metinler “eskilerin boş masalları” durumuna indirgenmiş yaşanan hayatla bağı koparılmış metinler haline gelirler.
Bu bağın ve bu bağın öneminin unutulduğu çağlarda toplumlarda daima yobazlık, dejenerasyon, sosyal – kültürel krizler, çalkantılar, savaşlar, anlayışsızlık ve çekişmeler boy göstermiştir. Bu noktada insanlığı uyandıran en temel bir soru vardır ki o soru ile sözü sonlandırıyorum.
Allah bir söz söyledi ise ne zaman söyledi?
Kaynakça;
*RichardE Palmer; Hermenötik Sayfa 41 – Gerhard Ebeling “Hermeneutik” RGG III, 242.