Ne garip, eylemle sınanmış bir tarihi, talimatlı savcılarıyla yeniden yazacaklarını sanıyorlar!
Gazeteler, Erdoğan’ın donanmayı Vahdettin Köşkü’nden selamladığını yazdı. Eksik! İngiliz zırhlısıyla kaçarken beş eşini Komutan Harrington’a emanet eden Vahdettin, malum köşkü de cariyesi Zehra Hanım’a bırakmıştı. Haliyle efendiliğin reddedildiği Cumhuriyet’in 100. yılı “Vahdettin’in Cariyesi Köşkü”nden karşılandı!
Her ihanet içinde kafi miktarda cehalet barındırır. İzmir Belediye Başkanı’na açılan Vahdettin soruşturmasını, sözde ulusalcı bir kanaldan tanıdığımız yorumcunun, gazeteci dostumuz Ümit Zileli’ye bağrışı tamamladı: Vahdettin’e hain diyen yargılanacak!
Öyleyse soralım: Atatürk Vahdettin’e nasıl bakıyordu?
Neyse ki Atatürk, ardında bu soruyu yanıtsız bırakmayacak kadar söz bıraktı. Nutuk’un daha başında, kendisini Samsun’a çıkan şartları anlatırken, Vahdettin’i es geçmedi: “Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden Vahdettin, soysuzlaşmış, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği alçakça tedbirler araştırmakta.”
Vahdettin’in İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nden olduğunu anlatan Atatürk, cemiyettekiler için eşsiz bir tespitte bulunuyordu:
“Bu isimden, İngilizlere muhip olanların teşkil ettiği bir cemiyet anlaşılmasın! Bence, bu cemiyeti teşkil edenler, kendi şahıslarını ve şahsi menfaatlarını sevenler ve şahıslarıyla menfaatlarının dokunulmazlığı çaresini Loyd Core hükümeti marifetiyle İngiliz himayesini teminde arayanlardır.”
“HAİN VAHDETTİN”
Nutuk’ta Atatürk, Rıza Paşa Kabinesi’nde Harbiye Nazırı olan Cemal Mersinli’nin oportünist sözlerini anlatırken, Vahdettin’e nasıl baktığını da özetliyordu: “Harbiye Nazırı, bu sözü telaffuz ettiği dakikada, yalnız bir zatın itimadına sahip bulunuyorlardı. O zat da, devlet riyasetini kirletmekte bulunan hain Vahdettin idi.”
Atatürk, Ankara ile İstanbul arasında kararsız kalan İzzet ve Salih Paşaları da acımasızca eleştirdi. Elbette seçim iki şehir arasında değildi. Milli Mücadele ile Vahdettin arasındaydı. Nutuk’ta öbür taraf “düşmanların elinde oyuncak bulunan Vahdettin” diye anlatılıyordu.
Atatürk, Barış Konferansı’na Vahdettin’in heyetinin de çağrılmasına karşı da öfkeliydi. Açıklarken Vahdettin’in tarihi rolünü hatırlatıyordu: “Bütün menfaatlarını kirli bir tahtın, çürümüş, çökmüş ayaklarına sarılmakta, yalnız bunda gören Tevfik Paşa ve benzeri paşalardan meydana gelen Vahdettin heyeti…”
“ALÇAK VAHDETTİN”
1 Kasım 1922’de, Saltanat’ın kaldırıldığı gün, Meclis’te, hanedanı “Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hakimiyet ve saltanatına el koymuşlardı ve bu tasallutlarını altı asırdan beri sürdürmüşlerdi” diye tarif etmişti.
17 Kasım’da Vahdettin’in İngilizlerle kaçışı Nutuk’ta “Hain Vahdettin bir İngiliz harp gemisiyle İstanbul’dan kaçıyor” başlığıyla yer buldu. Atatürk, Vahdettin’e yakışan bu son için çok ağır ifadeler kullandı: “Vahdettin gibi hürriyet ve hayatını milleti içinde tehlikede görebilecek kadar adi bir mahluk”, “Teşekküre değerdir ki, bu alçak, kendisine miras kalan saltanat makamından millet tarafından düşürüldükten sonra, alçaklığını tamamlamış bulunuyor”, “Aciz, adi, his ve idraktan mahrum bir mahluk, kabul eden herhangi bir yabancının himayesine girebilir”, “Kıymetsiz hayatlarını iki buçuk gün fazla, sefilce sürükleyebilmek için her türlü aşağılığı mubah gören halifeler oyununu da sahneden kaldırabildiğimizi gösterdik”, “mensup olduğu devlet ve milletin zararına da olsa şahsi vaziyet ve hayatlarından başka bir şey düşünemeyecek pespaye”…
Atatürk’ün anılarında da Vahdettin geniş yer tutar. Veliaht Vahdettin’e Almanya seyahatinde refakat eden Atatürk, onun hakkında erken bir kanaate sahip oldu. İlk karşılaşmaları sonrası, Naci Paşa’ya, “Zavallı, bedbaht, acınacak”, “Bu zavallı yarın padişah olacaktır, kendisinden ne beklenebilir” şeklinde tespitlerde bulunmuştu. Bir başka görüşmelerinde memleketi kurtarma fikrine “ben her şeyden evvel İstanbul halkını doyurmak mecburiyetindeyim” yanıtını alınca, edebi bir benzetme yaptı: “Tilki tabiatında her entrikacının her gün şahidi olduğum yüzlerce örneklerinden biri karşısında bulunduğuma büyük üzüntüyle kani oldum.”
“SOYSUZ VE ADİ VAHDETTİN”
Özetle, Atatürk’e göre Vahdettin, “hain, devlet başkanlığını kirleten, soysuz, alçak, menfaatçi, düşmanın elinde oyuncak, kirli tahtta oturan, adi mahluk, alçak, aciz, pespaye, sefil, zavallı, acınacak, tilki tabiatındaki entrikacı…” sıfatlarıyla tanımlanır. Nasıl olmasın? O bağımsızlık mücadelesi verirken hakkında idam kararı alan, ülke işgal altındayken işgalcilerle işbirliği yapan, eşlerini bile işgalcilere emanet eden, Sakarya Harbi sırasında Saray’da Nimed Nevzat Hanım ile düğün yapacak kadar milletinden kopmuş bir şahsiyete ne denebilirdi? Atatürk “az bile söylemiş” denilebilir!
Sonuç olarak, Vahdettin üzerinden yeni bir tarih kurmaya çalışanlar, Tunç Soyer’i ya da Ümit Zileli’yi değil, Atatürk’ü yargılıyor. Bu cüret gücünü elbette Cumhuriyet’le hesaplaşanların iktidar olmasından alıyor. Ancak unutmayalım, torbacıları genel merkezlerinde ağırlayan sözde milliyetçiler, Silivri’den Malaya gemisine koşan sözde ulusalcılar, Atatürk’ü devrimci fikirlerden arındırıp içi boş törenlere sığdıran sözde Atatürkçüler, ‘yenilene yenilene’ elde ilke bırakmayan işportacı siyasetçiler bu işin asıl sorumlusudur!
Tarihten konuşurken geçmişten bahsettiğimizi sanırız. Konuştuğumuz aslında bugünümüz ve yarınımızdır!