Hâbil Kâbil kıssası diye bilinen dini kıssa; Hâbil Kâbil ismiyle Tevrat’ta, Adem’in iki oğlu diye Kur’an’da geçmektedir. Daha önceki bazı dini metinlerde, Mezopotamya ve Orta Doğu dinlerinde değişik şekillerde geçtiğini görüyoruz. İsim verilerek detaylanmış bir şekilde Tevrat’ta birinin adı Hâbil diğerinin adı Kâbil olarak geçer ama Kur’an-ı Kerim’de Hâbil ve Kâbil isimleri geçmez onun yerine Adem’in iki oğlu denilerek bir anlatıda bulunulur.
Maide suresinde; “bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir” ayetinin geçtiği yerde bu kıssanın anlatıldığını görüyoruz. Kıssadan ne anlatıldığına bakmak için daha doğrusu kıssada ne anlatıldığını iyi anlamak ve kavramak için genel olarak Kur’an’da kıssa nedir öncelikle ona bakalım.
Kıssa; kasas kökünden gelir denk ve karşılığı olan şey demektir. Mesela kısas kelimesi buradan gelir. Birini öldürdüğün zaman onun karşılığında senin de öldürülmen, denk olarak buradan gelir. Mesela makas kelimesi, birbirine denk iki tane ucu vardır onların hareketi ile makas faaliyetlerini yürütür ve bir şeyi keser. Takas kelimesi de buradan gelir iki şeyi karşılıklı olarak vermek demektir. Dolayısıyla kıssa kelimesi de buradan geliyor tarihte geçmişte olmuş bitmiş bir şeyi dengiyle anlatmak demektir.
Tarihte olmuş bitmiş bir olay var ve onu kelimedeki, cümledeki, anlatıda ki dengi ile şöyle oldu böyle oldu şunu yaptı bunu yaptı diye fazlalık katmadan ve azaltmadan, olduğu gibi bir makasın iki ucu gibi bir ucunun tarihte, bir ucunun sizde olduğunu düşünün, onu denk getireceksin yani birbirine uzun kısa olmayacak olduğu gibi anlattığın zaman bu kıssa, dengi ile anlatım demek oluyor.
Eğer fazlalıklar katarsanız ona menkıbe deniliyor. Menkıbe tarihte olmuş, yaşanmış bir olayın veya kişinin veya bir durumun dengiyle değil de fazlalıklar katılarak anlatılmasına deniliyor. Olayı menkıbeleştirme, hurafeler katma, kıssada geçmeyen şeyleri ona ekleme anlamına geliyor.
Eğer biraz daha ileri giderde tarihte hiç olmamış, yaşanmamış bir olayı adeta tanınmaz hale getirerek ve onun dengi ile değil de başka şeyler işin içine katarak anlatılırsa ona mitoloji deniliyor. Yani olayı mitleştiriyorsun yani kıssa, önce menkıbeleştirilir sonra mitleştirilir. Menkıbeleştirmede biraz abartma vardır, fazlalıklı anlatma söz konusudur.
Kur’an’da anlatılan olay anlatılar, menkıbe değildir, mitolojide değildir, kıssadır. Tarihte olmuş bitmiş bir olayın dengi kelimelerle, fazlalık katmadan, eksik de bırakmadan bilinmesi gerektiği kadarıyla bize lazım olan kadarıyla anlatılmasıdır. Yani kıssa da abartma yoktur, uydurma yoktur, hurafe yoktur, yalan yoktur ama olayın, durumun tamamı da anlatılmamış olabilir. Lazım olan kadar ona denk gelen kısmı anlatılmıştır, buna kıssa diyoruz.
Kur’an-ı Kerim’de 23 tane kıssa, 22 tane de mesel var. Mesel kelimesi de misil kelimesinden gelir. Misli gibi misal, misli on misli yirmi misli dediğimiz Türkçede de kullanıyoruz. Misil benzetme yapmak, bir benzerini anlatmak demektir. Türkçede de kullandığımız Nasrettin Hoca kıssaları veya Dede Korkut Hikayeleri gibi veya halk arasında geçen herhangi bir hikâyeyi anlatıp bir ağaç hikayesi, bir deve hikayesi, kurt hikayesi, tilki hikayesi anlatıp oradan hisse çıkarmaya da mesel, örneklendirme örnek verme deniliyor.
Hâbil Kâbil anlatısı bu 23 tane kıssadan birisidir ve Âdem kıssasının devamı mahiyetindedir. Kur’an’da anlatılan kıssaların büyük çoğunluğunda sembolik ibareler ve anlatılar çok yoğun bir şekilde kullanılır.
Mesela Âdem kıssasında “şu ağaca yaklaşmayın” deniliyor. Ağaca yaklaşmak ne demektir? Burada sembolik bir ifade olduğu çok belli yani Kur’an-ı Kerim ağaçları yemeyin kemirmeyin mi diyor ağaca yaklaşmamak ne demektir?
Ağaca yaklaşma! Oradaki ağaç kelimesi haramı temsil ediyor, yasak olanı temsil ediyor yani öldürmek, çalmak, iftira atmak, zina etmek, zulmetmek, baskı uygulamak, rüşvet almak gibi evrensel yasakları ifade ediyor. Bunun din dilindeki karşılığı ağaç olarak konuluyor ve o ağaca yaklaşmayın, o haramları çiğnemeyin, o haramları yapmayın demiş oluyor.
Hâbil Kâbil kıssasındaki olayda da Hâbil ve Kâbil isimleri Tevrat’ta geçer, Âdem’in iki oğlu kıssası diye ifade edilir. Bunlar esasında sembolik anlatılardır. Bu olay tarihin hangi döneminde geçmiş ne zaman yaşanmış, Ortadoğu’nun hangi bölgesinde yaşanmış bunların bir önemi yoktur. Bunların önemi olmadığı için de Kur’an-ı Kerim’de hiç yer, zaman, mekân, isim verilmez. Sadece Âdem’in iki oğlu kıssasını onlara anlat denir ve burada esas konu öldürmektir.
Kur’an-ı Kerim’de en büyük suç öldürmektir. İkincisi çalmaktır, üçüncüsü iftira atmaktır, dördüncüsü zina etmektir, beşincisi ihtiyaçtan fazla mal ve para biriktirmektir. Kur’an-ı Kerim’de ilk dördü hakkında fiziki, beşincisi hakkında da sembolik ceza öngörülüyor.
Bu sayılan fiiller, insanlık tarihi boyunca en büyük suç ve günahlar olarak kabul edilmiştir. Yapılan araştırmalara göre de Amerikan hapishanelerinde insanların en fazla bu suçlardan yattıkları tespit edilmiş; birincisi öldürmek, yaralamak yani cana kastetmek, ikincisi çalmak yani mala ve emeğe kastetmek, üçüncüsü iftira atmak, dördüncüsü de taciz-tecavüz-zina. Türkiye hapishanelerinde de böyledir, Rus hapishanelerinde de böyledir, Çin hapishanelerin de Hindistan hapishanelerinde de böyledir. Dünyanın bütün hapishanelerinde insanlar en çok bu dört suçtan cezalı olarak yatıyorlar. Bu dört suçta Kur’an-ı Kerim’de cezası olan suçlardır. Başka bir şeyin Kur’an’da cezası yoktur. Bu dört suçta temel insan hakları ile ilgilidir insanın canı, alın teri ve emeği, şerefi, onuru, namusu, ailesi güven altında olmalıdır. Bunlara karşı işlenen suçlar insanlık suçlarıdır. Bunların ilki ve en büyüğü öldürmektir.
Hâbil Kâbil kıssasının konusu da öldürmektir. Bunu bir kıssa ile anlatıyor ve bunun nedenini bize orada açıklıyor. Hâbil ve Kâbil’i kardeş olarak anlatırlar. Bunu Nuh’un iki oğlu, Âdem’in iki oğlu diye yani tarihte Âdem diye biri yaşadı onun iki oğlu anlamında almamak gerekir. Buradaki Âdem tüm insanlardır. Sen, ben, hepimiz, Âdem’in iki oğlu da bizim içimizde yaşayan iki kişidir. Kâbil öldüreni temsil eder, Hâbil öldürüleni temsil eder yani katil ve maktul, ilk katil derken suçun kaynağını kıssalaştırarak bize anlattığı için ilk diyoruz. Hâbil ile Kâbil bu açıdan bakıldığında aramızdadır. Âdem biziz, Kur’an-ı Kerim’e göre Âdem de bir tür ismidir, tarihte yaşamış peygamberin veya bir kişinin ismi değildir. Âdem yeryüzünde yaşayan insan soyudur, insan türünün sembolik ismidir.
Ey Âdemoğlu dediği zaman bize sesleniyor. Şu ana kadar yeryüzünde 106 milyar kadar Âdemoğlu yaşamış ve ölmüş, 7 milyarda şu anda yeryüzünde yaşıyor. Kur’an’ın Âdemoğulları dediği bunlardır yani insanlardır. Âdem’in iki oğlu kıssası, iki oğlu demek bunların içinden iki kişi demek, biri katil diğeri maktül, biri öldürüyor öbürü öldürülüyor. Bu olayı temsil ederek bize dini bir anlatıda bulunuyor.
Kâbil kardeşi Hâbil’i bir tarlaya götürüyor. Kur’an-ı Kerim’de olayın nerede geçtiği anlatılmıyor ama Tevrat’ta olayın bir bahçede geçtiği ifade ediliyor. Dolayısıyla oradan yola çıkarak Kâbil Hâbil’i öldürüyor ama niye öldürüyor, sebep ne aralarında ne vardı diye sorduğumuz da bunun cevabını metinlerde göremiyoruz. Ama Tevrat’taki anlatıda olayın bahçede, tarlada geçtiği ifade ediliyor.
Toprak, tarım döneminin en temel üretim aracı olduğundan bir alıp verememe davası olduğu izlenimini veriyor. Yani Kâbil tarlaya gidiyor ve “burası benim” diyor, etrafına çit çeviriyor “buradaki üründen kimse toplayamaz, alamaz” diyor, “burası bana mahsus” diyor. Hâbil de diyor ki; “hayır bunun etrafına çit çeviremezsin, bunu özel mülkiyetin haline getiremezsin, bu Allah’ın tarlasıdır ve herkese açıktır. Kim işliyorsa kim burayı ekip biçiyorsa ürünü o toplayacak, topladığı üründen de ihtiyaç sahiplerine verecektir.” Kâbil de “hayır kimseye vermem burası benim” diyerek ona karşı öfkeleniyor, aralarında kavga çıkıyor ve kardeşini öldürüyor. Ne yapacağını da bilmiyor, bir kargadan nasıl gömeceğinin işaretini alıyor ve onu gömüyor. Tüm bunlardan bu olayın ilk defa olduğu izlenimini vermek amacıyla söylendiğini anlıyoruz.
Kur’an-ı Kerim’de, Hâbil’le Kâbil’in Allah’a yakınlaşmak için tagarrub’da bulunduğu Allaha yönelik hediyenin kurban değil, bir yakınlaşma bir dua “yarabbi duamı kabul et bize yardım et” diye bir istekte bulunduğu söyleniyor. Hâbil’in ki kabul ediliyor ama Kâbil’in ki kabul edilmiyor. Neden diye sorulduğunda da bunlar anlatılıyor, bu şekilde bir olay olduğu ifade ediliyor. Ne demek istiyor burada?
Eğer bir yere çit çevirirseniz, orayı özel mülkiyetiniz haline getirip Allah’ın nimetini başkalarıyla paylaşmazsanız, hep bana hep bana derseniz ve Allah’ın nimetine tek başına konmaya kalkarsanız, Allah’ın diğer kullarını bundan men etmeye kalkarsanız Allah sizin duanızı kabul etmez, sizi dışlar ve lanetler. Bunu yapmayın hele hele bundan dolayı birisini öldürürseniz yeryüzünde ki en büyük suçu, insanlıktaki en büyük suçu işlemiş olursunuz sakın bunları yapmayın diyor.
Dolayısıyla öldürmek ve öldürmenin nedenini; mülkiyet, tarla davası, senin benim kavgası olduğunu söylemiş oluyor. Onu günümüze getirdiğimizde de bakıyoruz ki etrafta bu nedenden başka bir şey yok, yeryüzündeki tüm ölümlerin sebebini araştırın, cinayetlerin, kavgaların, savaşların sebebini araştırın; sınır savaşları toprak kavgaları, uyuşturucudan sınır davalarına kadar iktidar kavgalarından hazineleri paylaşamamaya kadar yeryüzündeki tüm savaşların nedeninin mülkiyet savaşları olduğunu görüyoruz.
İşte Kur’an-ı Kerim bu teşhisi ortaya koyuyor ve bu nedenle bu kıssayı anlatıyor. Bunun çözümünü de mülkiyet iddiasından vazgeçme olarak sunuyor. Burası benim diyerek etrafına çit çevirip sahiplenme olmaz. Hâbil Kâbil olayı ile ilgili Kur’an’da anlatılmaya çalışılan esas mevzu budur, Tevrat’ta da anlatılmaya çalışılan budur, tüm dini metinlerde anlatılmaya çalışılan da budur.
Olayın bu çerçevede anlaşılması, kıssanın bu bakış açısıyla yorumlanması ve günümüzde ki sorunlara bu bakış açısıyla bakılması halinde kıssa yaşayan bir kıssaya dönüşüyor, bir anlamı oluyor ve neden anlatıldığı daha anlaşılır hale geliyor.
Toprak işleyenin su içenin hava da soluyanındır…