Yaklaşık bir haftadan beri, basın ve politikanın gündemi CHP! CHP’nin gündemi ise Baykal’ı geri döndürmek için formül arayışları!
Formül arayışçılarının kimisi, Baykal’ın evinin önüne çadır kurarak açlık grevine başlıyor; kimi, “Abi formülü uygulayalım. Onurlu dönüş yapsın!” derken diğer bir bölüm CHP’li, “Hayır, kurultayda oy birliği ile seçelim, dosta düşmana karşı!” diyor.
CHP önde gelenleri, sanki bu dünyadan habersiz gibi görünüyor. Olup biteni herkesten iyi bilen Baykal, “Partinin başına genç bir ekip geçsin. Bu yeni bir başlangıç olmalı!” diyor ve sanki öteki CHP’lilerden farklı konuşuyor görünüyor ama “Parti sahipsiz kalırsa geri dönerim” demekten de geri kalmıyor.
Dün, CHP genel başkanlığı için Baykal’ın aklında Kılıçdaroğlu’nun olduğunu söyleyen CHP Sözcüsü Mustafa Özyürek, “Kılıçdaroğlu’nun, partiden yeterli destek alamayacağı için aday olmayı düşünmediğini” de ima etti. Zaten sorun öyle sunuluyor ve Baykal öylesi kutsal bir makama oturtuluyor ki; o soluk alırken bir başka kişinin CHP genel başkanlığına aday olması, “CHP’ye yapılacak en büyük ihanet” gibi sunuluyor. Tabii Baykal kesin olarak, “Ben olmayacağım ama şu kişi olsun” diye işaret etmedikçe!..
Bu gürültülü Baykal tartışmasının arkasında, “referanduma” giden süreç işlemeye devam ediyor.
AKP’nin bu sürece ilişkin sıkı bir hazırlığı olduğu kesin! Ne var ki; Türkiye ve bölgedeki çok daha ciddi biçimde ilgilendiren gelişmeler, bu gürültülü ve saat başı yeni bir “heyecan”a yol açan açıklamaların dışında cereyan ediyor.
Bu önemli gelişmelerin bir yanını, operasyonların yoğunlaşması ve hükümetin “açılım politikasının başarısını silahlı başarıya bağlayan bir hatta yöneldiğinin işareti olan tutum” belirlemektedir. Haftanın başında Suriye-Türkiye-İran arasındaki üçlü ittifak görüşmeleri, Kürt sorunu merkezli oluşturulan bu üçlünün bir odak oluşturduğunu ilanı, yakın gelecekte bile önemli tehlikelere işaret etmektedir.
Gelişmelerin bu yanına salı günü bu köşede değinildi.
Dün ise bu, bir yanıyla bölgedeki Kürt sorununun çözümüyle de ilgili olan ama çok daha geniş bir alanda yakın gelecekte etkilerini göreceğimiz Rusya Devlet Başkanı Medvedev’in ziyareti vardı.
Medvedev’in ziyaretinin iki önemli özelliği vardı. Bunlardan birincisi Medvedev’in Türkiye’ye geliş rotasıydı. Medvedev, önce İsrail’e gitmiş; sonra Suriye’ye uğrayıp Türkiye’ye gelmişti. Böylece Medvedev, Suriye-İsrail görüşmelerinde Türkiye’nin talip olduğu “arabuluculuk” kozunu eline aldıktan sonra Türkiye’ye gelmişti. Tam da “One minute!” ve “alçak koltuk” skandalları sonrasında Türkiye’nin İsrail’e “OECD’ye üye olması için rezervini” kaldırdığı bir zamanda!.. Dahası; Türkiye’de hükümetin ve sermaye medyasının büyük bir zafer gibi sunduğu enerji anlaşmaları da, son derece önemliydi. Bu anlaşmaların birinci önemi; AKP Hükümeti’nin Rusya’ya nükleer santral yaptırmak için gerekli anlaşmaların imzalanmış olmasından gelmektedir. İkincisi ise Türkiye’deki enerji projelerinin gerçekleşebilirliği ya da işlevselleşmesi, önemli ölçüde Rusya’nın inisiyatifine geçmesine yol açacak; Nabucco gibi, daha geçen yıl zafer gibi gösterilen anlaşmaların çöpe atılmasıdır. Çünkü Rusya’nın bu hamlesi, bütün bu boru hatları ve enerjiye dair Türkiye’ye yüklenen misyonun, tamamen Rusya’nın inisiyatifine bağlanmasıdır.
Çünkü limanlar, terminaller, boru hatları Türkiye’dedir ama gaz ve petrolün vanasının başında Rusya vardır. Üstelik geçiş yolları için Türkiye, Rusya için tek seçenek de değildir.
Ancak bunlar tartışılmamakta; hükümet tarafından, abartılı başarı hikayeleriyle halkın gözünden saklanmaktadır.
AKP Hükümeti ve Başbakan Erdoğan, rakamlar ve Türkiye-Rusya ticareti üstünden abartılı rakamlarla olup biteni kendi başarıları gibi sunsalar da; gerçekte bu hamle, Rusya’nın bölgede ABD ve batı ile hegemonya mücadelesi ve Türkiye’yi, orta ve uzun vadede yedeklemesi bakımından son derece önemli bir hamledir.
Evrensel