Uğur Kutay
Geçen hafta gösterime giren Curse of the Sin Eater’ın adını ‘Ruh Yiyici’ olarak Türkçeleştiren arkadaşa ne diyeyim, bilemedim! ‘Sin-eater’, adıyla sanıyla ‘günah yiyen’ anlamına geliyor; ölmüş bir insanın günahlarını üstüne alan, böylece onu cehennem azabından kurtaran kişiye, hangi akla hizmet ‘ruh yiyici’ denir ki?!
Filmin ilginç bir öyküsü var: Ölmek üzere olan çok zengin bir adam fakir bir gence, kendisi öldükten sonra bedeninin üstüne konulan yiyecekleri yerse tüm servetini ona bırakacağını söylüyor. Gerçekten de, zengin adamın cesedinin bir tür tepsi gibi kullanıldığı bol öğürmeli bir yemek töreninden sonra genç adam ölen kişinin tüm servetine sahip oluyor. Ama bu tören ve sonunda dua niyetine okuduğu sözler, ölen adamın ömrü boyunca işlediği günahların da genç adama aktarılmasına yol açıyor. Filmde bu günahlar, eziyet edilmiş insanların korkunç hayaletleri olarak karşımıza çıkıyor.
Ne yazık ki sinematografik açıdan epey kötü bir film bu; karakterlerin bir türlü derinleşememesi ve birbiriyle ilişkisindeki diyalog kopuklukları, özellikle filmin ikinci yarısını iyice çekilmez kılıyor. Ama hiç değilse işte burada okuduğunuz türde bir tartışmaya yol açtığı için değinmekte fayda olduğunu düşünüyorum: Günahlar aktarılır mı?
∗∗∗
Britannica Ansiklopedisi’nin 1932 tarihli 14. edisyonunda*, ‘sin-eater’ (günah-yiyen) başlığında (Cilt 20, s. 709) bunun 20. yüzyıla kadar İskoçya ve İngiltere’de yaygın bir gelenek olduğundan söz ediliyor: “Genellikle her köyün, bir ölüm gerçekleştiğinde kendisine haber verilen resmi günah-yiyeni vardı. Hemen cenaze evine gider, kapının önünde bir tabureye otururdu. Kendisine bir gümüş para, biraz ekmek kabuğu ve bir kase bira verilirdi. Yiyip içtikten sonra ayağa kalkar, yerine kendi ruhunu rehin bıraktığı ölünün artık huzurlu olduğunu ilan ederdi.”
Yenip içilecek şeylerin ölünün üstünden uzatıldığı, bazı yörelerdeyse tıpkı bu filmdeki gibi ölünün göğsüne konduğu, ‘günah-yiyen’in oradan alıp yediği uygulamalar da olduğu anlatılıyor. Yukarı Bavyera’da epey yaygın olan adete göre ‘günah-yiyen’, ölü hatırına yapılan bir pastayı cesedin göğsünden alıp yiyerek töreni tamamlarmış.
‘Günah keçisi’ ve kurban adetleriyle yakın bağlantısı olan bu folklorik geleneğin Hıristiyan inancına uygun olup olmadığı konusunda kilisenin hep suskun kaldığını görüyoruz. Büyük olasılıkla pagan inanışları ve kabile içi yamyamlık pratiğiyle ilişkili olan günah-yiyicilik, günah çıkarma uygulamasının ölüm sonrası tamamlayıcısı gibi algılandığı için olsa gerek, Katolik kilisesi tarafından ne lanetleniyor ne de açıkça kabul ediliyor.
∗∗∗
Ne ilginçtir ki, korku sineması için harika bir malzeme olmasına rağmen, ‘günah-yiyicilik’ hakkında sadece birkaç uzun metraj film var (2003, 2022, 2025) ve hiçbiri de sinematografik değer açısından ortalamanın üstüne çıkamıyor. Ne hikmetse, bu konuya değinen kısa filmlerin ve televizyon yapımlarının sayısı da bekleneceği kadar fazla değil.
Belki Hollywood ideolojisi -hayaletlere, ruhlara, cinlere, perilere inanan ve inandıran Hollywood ideolojisi!- tıpkı Vatikan ve Britannica Ansiklopedisi gibi, ‘günahın aktarılabilirliği’ konusunda ne söyleyeceğini bilemiyordur. Belki de şunun ayırdına varmıştır Hollywood: bu tür anlatılara yoğunlaşırsanız, bir süre sonra öykülerinizin bireysel günahların etkilerinden toplumsal günahların etkilerine doğru kayması kaçınılmaz olacaktır. İyi de, zengin bir adamın işlediği cinayetin ya da yaptığı işkencenin günahıyla savaşların, soykırımların, katliamların, politik zorbalıkların, eşitçe üretim ve tüketime değil emek sömürüsüne dayalı ekonomik sistemlerin günahı aynı olabilir mi hiç?!
∗∗∗
İdeolojik anlatı üretimi, günah yiyiciliğe değil ‘sevap-uydurmacılığa’ daha yakın galiba… Ulusal tarih anlatılarına bakın, hep efsanevi kahramanlıklar ve kahramanlık efsaneleri üstünde yükselir. Ülkelerin kurucu babaları kimsenin hakkına girmemiş, komşu komşuya kıymamıştır hiç. Yaptılarsa, mutlaka bir sebebi vardır da öyle yapmışlardır.
Oysa nesnel tarih gösteriyor ki, bireysel günahlar değil ama toplumsal olanları tam da bir miras gibi aktarılır. Bu ‘redd-i miras’ yaparak kurtulabileceğiniz bir şey de değildir. Ancak kabullenme ve hesaplaşmayla etkilerini azaltabilirsiniz.
*Bu edisyon meselesini özellikle vurguluyorum, çünkü ansiklopedinin daha sonraki edisyonlarında ‘sin-eater’ maddesi nedense bulunmuyor…