Berkant Gültekin
Ekrem İmamoğlu ve İBB’ye yönelik operasyon sonrası baş gösteren toplumsal uyanışta birinci hafta geride bıraktı. Halkın operasyonun ardından ortaya koyduğu tepki, iktidarın hesap edemeyeceği kadar büyük oldu. Üniversite öğrencilerinin sürükleyiciliğinde tüm ülkede sokaklara, meydanlara çıkan yurttaşlar, adaletsizliğe ve demokrasinin kalıntılarına yönelen tehdide isyan etti. O irade hâlâ kanlı-canlı ayakta. Uzun bir süre sönümleneceğe de benzemiyor.
Birkaç gün sessiz kalan ve birleşik halk muhalefetine karşı taktik geliştirmeye çalışan iktidar kanadı, sonunda beklenen yerden saldırmaya başladı. Memleketin geleceği için adalet, demokrasi ve özgürlük talebiyle sokağa çıkan, Saraçhane meydanı başta olmak üzere Türkiye’nin birçok yerinde alanları dolduran milyonlarca yurttaş, “azılı teröristler” gibi gösterilmeye çalışılıyor. Erdoğan’ın söylemleri yine çok tanıdık. Kendisine karşı büyüyen muhalefeti, “din düşmanı” olarak kodlayıp kitlesinin gözünde diğer herkesi marjinalleştirmeye çalışıyor. İktidarın etrafında kümelenen “mutlu azınlık”, bu manipülasyona binbir yalanla eşlik ediyor. Saraçhane’deki Şehzade Camisi’ne zarar verildiği, polise balta ile saldırıldığı, vandallık yapıldığı vs söylenerek, halkın haklı ve meşru sesi “suç çemberi”nin içine alınmak isteniyor.
Bunlar tamamen eylemleri itibarsızlaştırmak, karalamak ve yurttaşları korkutup alandan çekmek için özenle seçilmiş ve servis edilmiş sözler. İktidar sözcülerine kalırsa sokakları “vatan-millet düşmanı ateist orduları” doldurmuş durumda. Eylemleri izleyen herkesin rahatlıkla anlayabileceği gibi bu anlatım tamamen kurgu, bütünüyle uydurma. İnanmayanlar çıkıp eylemlerin gerçekleştiği noktalarda neler yaşandığına bakabilir. Sağ tabana dönük bir illüzyon oluşturulmaya, bunun üzerinden son yıllarda ekonomik ve sosyal sorunlar nedeniyle iktidardan kopan kesimler yeniden Erdoğan’ın etrafında biriktirilmeye çalışılıyor.
Erdoğan, Gezi eylemleri günlerinde de benzer bir çabanın içerisindeydi. Onun da dile getirdiği, Kabataş’ta çıplak ve deri eldivenli eylemcilerin başörtülü bir kadına çirkin bir saldırıda bulunulduğu hikayesi, yandaş koro tarafından günlerce utanmadan, sıkılmadan tekrarlandı. Erdoğan “Bu Cuma görüntüleri izleteceğim” dedi, neredeyse 12 yıl ve yüzlerce Cuma geçti ama bahsi geçen görüntüler hiç gösterilemedi. Şimdi en başta Erdoğan’a itibar eden seçmenlerin, Şehzade Cami üzerinden eylemleri hedef alırken kendisine bunu sorması gerekir.
Yapılan kara propaganda beklendiği gibi ekonomik gelişmeleri de içine almaya başladı. Dün Erdoğan’ın konuştuğu AKP grup toplantısında eylemleri marjinalize etmek için gösterilen videoda, eylemlerden “en işe yarayabilecek” anlar seçilerek “Türkiye ne zaman ilerlemeye başlasa piyes sergilendiği” gibi bir argüman kullanıldı. Halbuki 19 Mart günü Ekrem İmamoğlu ve beraberinde 80’den fazla insan gözaltına alındığında daha hiçbir eylem, gösteri olmadan döviz kurları hareketlenmişti bile. Siz, karşınıza çıkan rakibinize operasyon çekeceksiniz ama ekonominin dağılmasının sebebi hukuksuzluğa karşı çıkan halk kitleleri olacak, öyle mi?
Ayrıca “Türkiye’nin ekonomisi daha ne kadar kötü hale gelebilir?” diye sormak lazım. Bugün milyonlarca insan geçim krizinde. Açlık-yoksulluk sınırı, genel ücrete dönüşen asgari ücretin üzerine çıktı. Barınma sorunu had safhada, halkın geniş kesimleri ay sonunu getiremiyor. Kredi kartı ekstreleri ferman gibi geliyor, bireysel kredilerde patlama yaşanıyor. İnsanlar borç yükü altına girerek hayatlarını idame ettirmeye çalışıyor. Bir avuç zenginin dışında ülkede rahat nefes alabilen kimse yok. Zaten 19 Mart’tan sonra yükselen itiraz çığlığının bir nedeni de bu yaşamsal yıkımdı. Ekonomiyi iktidar çökertti, şimdi sokakta yan yana gelen yurttaşlar çalınan yaşamlarını geri alma mücadelesi veriyor.
Eylemlere dönük tam bir sürek avı yürütülüyor. İstanbul ve İzmir dahil pek çok kentte düzenlenen ev baskınlarıyla yüzlerce yurttaş gözaltına alındı. Önceki gün sabah saatlerinde İstanbul’da gözaltına alınan kişilerin birçoğunun serbest bırakılacağı avukatlara sözlü olarak bildirilmesine rağmen kısa bir süre sonra aniden karar değişti. Tümü tutuklama talebiyle sevk edilen 206 kişiden 7’si gazeteci 176 kişi tutuklandı. Pırıl pırıl gençler, memlekete sahip çıkan cesur ve onurlu yurttaşlar cezaevine gönderildi. İzmir’de ise insanlar günlerdir emniyette bekletiliyor. Pazartesi günü gözaltına alınan arkadaşımız, edebiyatçı-yazar ve SOL Parti İzmir İl Sözcüsü Barış İnce de onlardan biri. Yurttaşlar muhalif olmanın, iktidar karşısında dik durmanın bedelini öderken, iktidar topluma, “Sokağa çıkan kendini kodeste bulur” gözdağını veriyor.
Bu aşamadan sonra önemli olan kendiliğinden gelişerek oluşan birleşik halk muhalefetini sürekli kılabilecek bir mücadele stratejisi geliştirebilmektir. CHP’nin merkezinde olduğu ancak onun siyasal ölçeğini de aşan tepkisellik, ancak geniş bir koordinasyon ve kolektif akılla doğru ve sonuç alıcı bir mecrada ilerleyebilir. Karşı cenahtan bu birleşik zemini dağıtmak için türlü provokasyonlar denenecek ve manipülatif hamleler yapılacaktır. Mücadelenin akıbeti içinde tüm bunlara politik bir hazırlık yapılması elzem. Bunun yanı sıra tıpkı boykot gibi gündelik yaşamın içine girecek, hayatın kolayca bir parçası haline getirilebilecek ve somut çıktılar üretecek yöntemler de böylesi bir ortak aklın ürünü olabilir.
Güçlü pozisyonda olan iktidar bloku değil. Ekonomik tablo ve iktidarın buradan devşirdiği toplumsal rıza da Gezi günlerinin gerisinde. 2013 konjonktüründe sandıkta halkın çoğunluğunun desteğini alabilen Erdoğan, artık bu avantajını da kaybetti. Zaten son operasyon da siyasetteki bu denklem değişimiyle ilgili. 2025 itibariyle Türkiye halkının büyük çoğunluğu AKP düzenini reddediyor ve değişmesini talep ediyor. En geniş şemsiye de bu. Diğer ayrımlar ve farklılıklar ikincil planda. Bu hiçbir zaman akıldan çıkarılmamalı.
Rejim açısından mesele, baskı ve hileyle ömrünü uzatabilme meselesidir. Dolayısıyla yine “nasıl olsa gidiyorlar” yanılgısına kapılmadan, güçlü bir savunma seti örmek ve muhalif kesimlerin “yine mi olmayacak” umutsuzluğuna kapılmasına izin vermemek adına tempoyu düşürmeden, direniş dinamiğini sürekli ivme kazandırarak doğru bir akılla aktif tutmak gerekiyor. Türkiye çok kritik bir kavşağa doğru ilerlerken rüzgâr direnen halk kesimlerinin arkasından esiyor. Bu sadece bir moral cümlesi değil, önümüzde duran siyasal gerçekliktir.